Lübnan Hükümetinin Derin Uykusu Ve Hizbullah Silahlarına Karşı Perde Arkasındaki Kışkırtmalar

GİRİŞ: 20.04.2025 11:41      GÜNCELLEME: 20.04.2025 11:41
Rasthaber -   Lübnan hükümeti bir yandan ülkeyi güçlendirmeyi vaat ederken, sanki iktidar kavramını anlamıyormuş ya da Lübnan’ın direnişin ortaya çıkmasından ve bu ülkenin Siyonist rejimin işgali altında olmasından önceki dönemini hatırlamıyormuş gibi direniş silahları konusunda ABD’nin dayatmalarına boyun eğiyor.

Lübnan hükümeti ve cumhurbaşkanlığı, Amerika’nın diktelerine teslim olarak direnişi silahsızlandırmaktan bahsediyor ancak, öyle görünüyor ki, Lübnan tarihini ve Siyonist rejimin saldırı ve işgallerini unutmuşlar ve eğer direniş silahları olmasaydı Lübnan'ın bugün Filistin'e benzer bir durumda olacağını, bu ülkenin tüm topraklarının Siyonistlerin işgali altında olacağını bilmiyorlar.,

Bugün Lübnan'daki direnişi, onun silahlarını ve destekçilerini hedef alan komplo artık sadece savaş sonrası dönemdeki iç güç dengelerine ilişkin siyasal hedeflere ulaşmayı amaçlayan siyasal bir çaba olarak değerlendirilemez, aksine bu, Lübnan'ın ulusal ve toplumsal direniş projesini baltalamak ve bu ülkeyi iktidar unsurlarından tamamen boşaltmak için açık bir komplodur.

Lübnan Başbakanı ve Cumhurbaşkanı'nın, ABD ve Siyonist rejimin yıkıcı planları doğrultusunda direnişi silahsızlandırmaktan bahsetmesi, Lübnan hükümetinin içinde bulunduğu krizin derinliğini ve gelecekteki zorluk ve tehditlere karşı planlama eksikliğini göstermektedir. Özellikle Siyonist rejimin Lübnan topraklarına yönelik saldırılarını sürdürmesinin ve ateşkes sağlanmasına rağmen bu ülkeyi işgal etmesinin üzerinden aylar geçmesine rağmen, Lübnan hükümeti ve yetkilileri bu saldırıları durdurmak için hiçbir pratik adım atmadıkları gibi, sözlü olarak da kararlı bir tavır takınmayı başaramadılar.

Eğer Lübnan hükümeti ve cumhurbaşkanlığı güçlü bir ülke inşa etme vaatlerine sadıklarsa, bu, düşman saldırılarına ve işgaline şekil ve içerik olarak yanıt veren tutarlı bir ulusal savunma projesini gerektirmektedir. Lübnan hükümetinin Hizbullah'ın silahsızlandırılması gerektiğini vurgulayarak direnişi Lübnan ulusal çerçevesinin dışında, yasadışı bir proje olarak göstermeye çalışması, bu ülkeyi 1980'ler öncesine döndürme çabası anlamına gelmektedir. Direnişin ortaya çıkmasından önce, Siyonist rejimin saldırılarına ve işgaline karşı duracak caydırıcı bir güç bulunmuyordu ve bu ülke Siyonistlerin ve onların paralı askerlerinin işgal arenasıydı ve Beyrut tamamen İsrail tarafından işgal edilmişti. Başka bir deyişle, direnişin silahsızlandırılması ve Hizbullah'ın askeri yapılanmasının imha edilmesi, Lübnan hükümetinin İsrail'in Lübnan topraklarındaki işgal ve saldırılarını kabul edilebilir ve normal görmesi anlamına geliyor. Buna göre de direnişin silahlarına karşı kurulan komplo, siyasi bir proje olmaktan çıkıp Lübnan'ı bölme projesine dönüşüyor. Böyle bir durumda en olası seçeneklerden biri iç savaşın çıkması ve ardından ABD ile Siyonist rejimin bunu ülkedeki planlarını uygulamaya koymak için kullanmasıdır.

Lübnan'da Direniş Silahlarına Karşı Kışkırtmaların Perde Arkası

Burada dikkat çeken husus, Lübnan hükümeti ve cumhurbaşkanlığının, Siyonist rejimin saldırı ve işgali ile bunların Lübnan'daki etkilerinin ortadan kalkmasını veya azaltılmasını beklemeden direnişin silahsızlandırılması konusunu gündeme getirmesidir. Direnişin silahsızlandırılması ve buna çağrı yapılmasının Lübnan'a özgü bir iç plan olmadığı, tamamen dışarıdan tasarlandığı açıktır.

ABD hükümet yetkilileri, defalarca yaptıkları müdahaleci açıklamalar ve Lübnan'ın içişlerine müdahaleleriyle, direnişin silahsızlanma planının arkasındaki asıl itici gücün kendileri olduğunu ortaya koydular.

Direnişin silahlarının beyhude olduğunu vurgulamak, direnişi Lübnan'ın yıkımının sebebi olarak göstermek, ayrıca direnişi bu ülkede yerli bir proje değil, yabancı bir proje olarak sunmak, Lübnan'daki tüm ABD temsilcilerinin izlediği ve izlemeye devam ettiği ortak bir yoldur.

Güçlü bir ülke inşa etmenin yolunu bulmak, iç bölünmeyi kabul etmeyen kapsamlı bir ulusal görevdir. Bu bağlamda, Lübnan'ın tarihsel olarak güçlü ve bağımsız bir ülke inşa edecek temellerden yoksun olduğunu belirtmek önemlidir. Lübnan, mezhepsel yapısına rağmen onlarca yıldır bölgesel ve uluslararası aktörlerin, özellikle de Batı ve Amerika'nın varlık gösterdiği bir ülke olmuştur ve Lübnan'ın köklerine zayıflık ve tefrika tohumları ekilmiştir.

Araplar ve Siyonist rejim arasındaki çatışma ve bunun Lübnan'daki sonuçları bağlamında, bu ülkede birbiri ardına gelen siyasi otoriteler bu çatışmanın sonuçlarıyla başa çıkmada her zaman başarısız oldular. Lübnan, 1948'den bu yana Filistinli mültecilerin yükünü taşıyor ve ABD ile Siyonist rejim, Filistinli mülteci krizinin ve bunun yarattığı ekonomik ve güvenlik sorunlarının Lübnan'da sona ermesine hiçbir zaman izin vermedi. Nitekim ABD ve İsrail, farklı dönemlerde Lübnan'ı Filistinli mültecilerin son ve ana karargâhı haline getirmeye ve bu mültecilerin kademeli olarak Lübnan'da kalıcı olarak ikamet etmelerini sağlamaya çalışmışlardır.

Lübnan neden direniş olmadan güçsüzdür?

Siyonistler, Arap topraklarını işgal etme projeleri doğrultusunda farklı dönemlerde Lübnan'ı defalarca işgal edip tahrip etmişler, ancak hiçbir zaman Lübnan'da bu ülkeyi bu tehditlere karşı savunabilecek güce sahip bir hükümet olmamıştır. Ayrıca Lübnan ordusu her zaman Batı ve Amerika’nın yardımlarına bağımlı bir askeri kurum olmuş ve onların emirlerini yerine getirmiştir, dolayısıyla Lübnan ordusunun istese bile İsrail saldırılarına karşı hareket özgürlüğüne sahip olamayacağını söylemek gerekir.

Dolayısıyla Lübnanlı yetkililer, savaş ve barış zamanlarında doğru kararlar alabilen yetenekli bir ülke inşa etmek istiyorlarsa, öncelikle ülkenin içsel zorlukları ve sorunlarıyla ilgilenmelidir. Güçlü ve yetenekli bir hükümetin öncelikle tutarlı ve bütüncül bir yapıya sahip olması gerekir. Özellikle mezhepsel yapı, idari, mali ve siyasi yolsuzlukların oluşmasına uygun bu yapının gölgesinde güçlü bir iktidardan söz etmek mümkün değildir.

Buna göre güçlü bir devlet kurma projesi, çeşitli mezheplerin siyasi, mali ve idari ayrıcalıklarından vazgeçerek, Lübnan halkının gerçek temsilini garanti altına alan bir seçim sistemine dayalı birleşik ve medeni bir devlet inşasına doğru doğrudan hareket etmelerini gerektiriyor. Lübnan gibi mezhepçi sisteme alışmış, içerideki tarafların her birinin farklı yönelimleri olan bir ülkede böyle bir sürecin hayata geçirilmesi imkânsızdır, hatta halk bile buna alışkın değildir.

Bu bağlamda en açık örnek, Lübnan'da art arda yaşanan siyasi krizlerdir. Bunlardan en sonuncusu, Mişel Avn'ın cumhurbaşkanlığı görevinin sona ermesinin ardından cumhurbaşkanı seçimi krizidir ve Lübnan, iki yıldan fazla bir süre cumhurbaşkanlığı boşluğu yaşamış, dış müdahaleler ve iç zorluklar nedeniyle cumhurbaşkanı seçememiş ve Hizbullah'ın aldığı tedbirler ve hoşgörüsü sayesinde Joseph Avn, Hizbullah'a verdiği sözü tutmasa da Baabda Sarayı'na (Lübnan Cumhurbaşkanlığı Sarayı) girebilmiştir.

Lübnan, mezhepsel bir yapıya sahip Arap ülkeleri arasında hem başbakan hem de cumhurbaşkanı seçimi düzeyinde siyasi boşluk ve krizlerin en çok yaşandığı ülke konumundadır ve bu ülkede uzun süre ne cumhurbaşkanının ne de resmi bir başbakanın görevde olmadığı dönemler olmuştur.

Ancak güçlü ve bağımsız bir ülke inşa etmenin bir diğer şartı da, hiçbir dış düşünce ve dayatmaya maruz kalmadan ülkeyi savunma sorumluluğunu üstlenebilecek güçlü bir ulusal orduya sahip olmaktır. Yukarıda da değindiğimiz gibi, Lübnan ordusu her zaman ABD ve Batı yardımlarına bağımlı olmuştur ve eğer Amerika yardımlarını keserse, Lübnan ordusu ülkeyi savunmak için etkili silahlara neredeyse hiç sahip olamayacaktır ki, Lübnan Amerika'nın şartlı yardımıyla bile Lübnan'ı savunacak durumda değildir.

Dolayısıyla Lübnan yönetiminin yetenekli ve bağımsız bir ülke inşa etme yönündeki vaatleri, en azından mevcut koşullarda, ülke vatandaşlarının hiçbiri nezdinde inandırıcı değildir. Bu, Siyonist rejimin gece gündüz Lübnan topraklarını işgal etmeye ve ihlal etmeye devam ettiği, ülke vatandaşlarını şehit ettiği, Lübnan ordusunun veya hükümetinin ise buna karşılık vermediği bir dönemde gerçekleşmektedir.

Lübnanlıların zihnini meşgul eden önemli soru şu: Hizbullah son birkaç ayda, ateşkes anlaşmasına uyarak ve Lübnan içindeki Batı yanlısı taraflara bahane vermeyerek Siyonist rejime karşı askeri eylemden kaçınırken, Lübnan ordusu ve hükümeti İsrail’in saldırılarına ve işgaline karşı ne yaptı?

Son olarak akla gelen bir diğer önemli soru ise şu: Lübnan Başbakanı ve Cumhurbaşkanının, Hizbullah'ı silahsızlandırarak ülkeyi güçlendirmekten kastı, Lübnan'ı ABD ve İsrail’in saldırı arenası ve iç çatışmaların merkezi haline getirmek mi?

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM