Birkaç bombayı kenara bırakırsak ABD’nin soykırımdaki suç
ortaklığı ‘kesin’
Biden yönetiminin 3 bin 500 bombanın teslimatını geciktirme
kararı, İsrail ölüm makinesine ihanet anlamına gelmiyor.
8 Mayıs Çarşamba günü ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, ABD
hükümetinin İsrail’e silah sevkiyatını alışılmadık bir şekilde durdurduğunu
kamuoyuna açıklayan ilk üst düzey yönetim yetkilisi oldu. İsrail ordusu geçen
yedi ay boyunca Gazze Şeridi’nde ABD’nin de desteğiyle yaklaşık 35 bin
Filistinliyi öldürdü.
Senato alt komitesindeki bir oturumda konuşan Bakan Austin,
bu duraklamanın Gazze’nin güneyinde 600 binden fazlası çocuk olmak üzere
tahminen 1 milyon 400 bin Filistinlinin barındığı Refah kentinde “gelişen
olaylar bağlamında” gerçekleştiğini belirtti. Bu insanların büyük çoğunluğu,
İsrail’in Filistinlileri tekrar tekrar mülteci haline getirme yöntemine uygun
olarak Gazze’nin diğer bölgelerinden Refah’a kaçmak zorunda kalmıştır.
Refah, İsrail’in son yedi aydır kıyı bölgesinde yürüttüğü
operasyonların geneline damgasını vuran terör ve katliamdan neredeyse hiç
etkilenmemiş olsa da şehirde kapana kısılmış sivillere yönelik geniş çaplı bir
saldırı tehdidi, İsrail’in sadık, en iyi dostu olan küresel süper gücü bile
biraz tedirgin etti.
Bu amaçla, hafta sonu Joe Biden yönetiminin Refah
saldırısında kullanılabilecek mühimmatın İsrail’e sevkiyatını askıya alma
tehdidinde bulunduğuna dair haberler çıkmaya başladı. Sevkiyatın 3 bin 500
bombadan oluştuğu, bunların bin 800’ünün 907 kilo ve bin 700’ünün 500 227 kilo
kategorisinde olduğu söyleniyordu.
İsrail’e yapılacak diğer bazı silah transferlerinin de
gözden geçirilmekte olduğu belirtiliyor.
Elbette, ABD’nin altı aydan uzun bir süredir Gazze’deki
soykırım ve açlığa her türlü mühimmat ve parayla aktif bir şekilde yardım
ettiği göz önüne alındığında, Refah vakasının neden birdenbire emperyalist
kaygılara yol açtığı tam olarak açık değil. Ama, hey, bu potansiyel olarak iyi
bir PR.
Bakan Austin’in çarşamba günü yaptığı açıklamalardan önce
ABD’li yetkililer silah sevkiyatının askıya alındığı yönündeki haberlerle
ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamışlardı. Örneğin 6 Mayıs’taki bir basın
brifinginde Ulusal Güvenlik İletişim Danışmanı John Kirby haberlerin doğru
olup olmadığını teyit etmeyi reddetti ve bunun yerine şu açıklamayı yaptı:
“Size söyleyebileceğim tek şey … İsrail’in güvenliğine olan desteğimizin
sarsılmaz olduğudur. Bir sevkiyatın diğerlerinden üstünlüğünün ayrıntılarına girmeyeceğim.”
Öyle görünüyor ki, İsrail’e verilen desteği tanımlamak söz
konusu olduğunda ABD siyaset kurumunun yeni favori kelimesi “sarsılmaz” – bu da
günün sonunda İsrail’in Filistinlileri katletme alışkanlığının Filistinlilerin
katledilmeme hakkı karşısında her zaman savunulacağı anlamına geliyor.
Bu arada Kirby’nin “bir sevkiyatın diğerine üstünlüğü”
hakkındaki yorumu en hafif tabirle manidar. Ne de olsa ABD’nin İsrail’e çok
sayıda silah sevkiyatı var ve 3 bin 500 bombanın teslimatını geciktirmek, ABD
sağ kanadının daha dramatik bazı üyelerinin tasvir etmeyi seçtiği gibi İsrail
ölüm makinesine ihanet anlamına gelmiyor.
Öncelikle Bakan Austin, Senato alt komitesinde yaptığı
konuşmada, silah sevkiyatının durdurulmasının ABD Kongresi’nin Nisan ayında
onayladığı İsrail’e 26 milyar dolarlık ek yardımı etkilemeyeceğini vurguladı.
Dış İlişkiler Konseyi’nin belirttiğine göre bu para, “İsrail’in ABD askeri
teçhizat ve hizmetlerini satın almak için kullanması gereken fonlar olan
Yabancı Askeri Finansman (FMF) programı kapsamında hibe olarak sağlanıyor.”
Askıya alma, Biden yönetiminin İsrail için onayladığı 827
milyon dolar değerindeki ek askeri ekipmanı da etkilemeyecek.
Başka bir deyişle, her zamanki gibi bir iş söz konusu-
birilerine her gün yüzlerce dolar verip sonra da beş sentini esirgeme gösterisi
gibi bir şey.
ABD Konvansiyonel Silah Transferi Politikasına göre, ABD
hükümeti “insan hakları ya da uluslararası insancıl hukuk ihlallerini
kolaylaştırma ya da bunlara katkıda bulunma riski taşıyan silah transferlerini
… önlemekle” yükümlü. Peki, ABD dış politikasının kendisi tüm bunların büyük
bir ihlali değilse nedir?
2001 yılında “Teröre Karşı Savaş” olarak bilinen büyük
küresel ihlalin başlamasından önce bile ABD, Latin Amerika’dan Orta Doğu’ya ve
ötesine kadar kitlesel katliamları mümkün kılmak için on yıllarını harcamıştı.
İsrail özelinde, ABD’nin Filistin ve Lübnan’da insan hakları ve uluslararası
insancıl hukukun ahlaksızca ihlal edilmesine verdiği sürekli destek,
Konvansiyonel Silah Transferi Politikası’nı yazma zahmetine neden
katlanıldığını merak ettiriyor.
Şimdi Bakan Austin de durdurulan mühimmat sevkiyatı
karşısında bile ABD’nin İsrail’e olan “sarsılmaz” bağlılığını yeniden teyit
etti- ki bu da hareketin büyük ölçüde kozmetik doğasının ve bir dereceye kadar
insani farkındalık ve endişe yansıtma ihtiyacının altını çiziyor.
Biden’ın kendisi de çarşamba günü Refah’a topyekûn bir
saldırı olması halinde İsrail’e saldırı silahları tedarik etmeyeceği uyarısında
bulunarak “bu bombaların bir sonucu olarak Gazze’de sivillerin öldürüldüğünü”
belirtti.
Evet, öyle.
Soykırım soykırımdır. Ve birkaç bin bombayı bir kenara
bırakırsak, ABD’nin bu soykırımdaki suç ortaklığı tamamen kesin.
Belén Fernández
harici