İran Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Irakçi, Tahran Diyalog
Forumu’nun yayın organında yayımlanan “Bölge için Yeni Bir Gerçeklik İnşa
Etmek: Batı Asya’da Egemenlik ve Dayanışmaya Doğru” başlıklı makalesinde, Batı
Asya’daki istikrarsızlıkların sadece dış müdahalelerin değil, aynı zamanda
bölgesel aktörlerin edilgen duruşunun da sonucu olduğunu belirtti.
Irakçi'nin kaleme aldığı makalede, şu ifadelere yer verildi:
“Batı Asya bölgesi, pek çok karmaşık sürecin iç içe
geçmesiyle oluşan krizler ve artan baskılarla derin bir istikrarsızlık dönemi
geçiriyor. Bölge jeopolitik istikrarsızlık, kronik güvensizlik ve kötüleşen
insani krizlerle karşı karşıya.
Onlarca yıldır çözülemeyen çatışmalar, yabancı askeri
müdahaleler ve ekolojik yıkım milyonlarca insanı yerinden etti. İklim
değişikliği, kötü yönetilen kaynaklar, mülteci dalgaları ve ekonomik çöküş gibi
etkenler, milyonları yerinden ederken, halkların geleceğini belirsizliğe
sürüklüyor.
Bu sorunların ardında daha derin bir tarihsel acı ve siyasal
kopuşlar yatıyor. Dışarıdan dayatılan anlatıların gölgesinde şekillenen ikili
ilişkiler, kalıcı ve kolektif çözümlerin önünü kesmiş durumda.
Bölgede Kalıcı Bir Düzenin Yalnızca İçeriden
Filizlenebilir
Birçok durumda bölgesel aktörler, gelişmelerin seyrini
etkilemek yerine sadece krizlere tepki göstermişlerdir; bu da, kolektif
iradeden kaynaklanan bir gerçeklikten ziyade dışarıdan dayatılan bir
gerçekliğin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Batı Asya’da kalıcı bir düzenin
yalnızca içeriden filizlenebilir ve halkların gerçek taleplerini yansıtan,
kapsayıcı diyaloglar ve ortak sorumluluk anlayışıyla mümkün olabilir. Bu
dönüşüm salt idealist bir dönüşüm değil, siyasal ve toplumsal bir
zorunluluktur. Gerçeklik, ister Batı Asya'da ister dünyanın başka bir yerinde
olsun, durağan değildir; Bilakis aktivizm, görüş birliği ve öngörü ile inşa
edilir.
Bölge devletleri, Batı merkezli ve dayatılmış güvenlik
mimarilerinin yerine, kendi iç dinamiklerine dayalı iş birliği mekanizmaları
kurması gerek. Bu dönüşüm gerekliliğine yanıt olarak İran İslam Cumhuriyeti,
Batı Asya'daki güvenlik zorluklarının bölge ülkeleri arasında birbiriyle
bağlantılı ve ortak olduğuna inanmaktadır. Terörizmle mücadelede, iklim
değişikliğinin yol açtığı göçlerde, siber tehditlerde veya ekonomik sorunlarda
hiçbir ülke komşularının kaderinden ayrı değildir. Dolayısıyla karşılıklı
saygıya, müdahale etmemeye ve bölgesel sahiplenmeye dayalı kolektif bir
çerçevenin oluşturulması bir tercih değil, hayati bir zorunluluktur.”
Güvenliğin “sıfır toplamlı bir oyun” olarak değil, kolektif
bir çaba olarak görülmesi gerektiğini belirten Irakçi, İran’ın bölgeye dair tüm
yaklaşımlarının bu prensiplere dayandığını ifade etti.
Irakçi’ye göre, yabancı güçler bölgeye defalarca tepeden inme
güvenlik modellerini dayatmaya çalıştılar; Bu modeller Batı Asya'nın toplumsal
ve siyasal inceliklerini göz ardı etmektedir. Tarih boyunca çok az sayıda
yabancı güç bölgeyi istikrara kavuşturmada kalıcı veya gerçek anlamda yapıcı
bir rol oynayabilmiştir. Zira yabancı güçlerin çözümleri çoğunlukla Tahran,
Bağdat, Riyad veya Şam'da yaşayan insanların yaşadıkları gerçeklikleri değil,
Batı’daki başkentlerin emellerini yansıtmaktadır. Deneyimler, bu tür
yaklaşımların en iyi ihtimalle kırılgan bir barış yarattığını, en kötü
ihtimalle ise uzun vadeli istikrarsızlığı körüklediğini göstermektedir. Bölge
halkı, kendilerinin rızası veya katılımı olmadan oluşturulan politikaların
bedelini ödemiştir. İran, bu sebeple sadece kendi güvenliğini değil
komşularının da güvenliğini önemseyen bir yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini
vurguluyor.
Güvenlik “sıfır toplamlı bir oyun” olarak değil, kolektif
bir çaba olarak görülmesi gerek. İran’ın bölgeye dair tüm yaklaşımları bu
prensiplere dayanmaktadır.
İran olarak savaş, yaptırımlar ve mezhepçilik sorunlarıyla
boğuşan bölgede herhangi bir ülkenin gerçek refaha ulaşamayacağına inanıyoruz.
Bu doğrultuda, mevcut yaklaşımlarda köklü bir değişime gidilmesini ve tehdit
odaklı yapıların devamı yerine kolektif kalkınmayı ön planda tutan, yerel ve
bölgesel odaklı bir modele geçilmesini talep ediyoruz.
Uzun zamandır küresel denklemlerin kritik noktası olarak
bilinen Fars Körfezi, bugün yeni bir gerginliğin azaltılması ve yakınlaşma
döneminin temel taşı olabilir. İran İslam Cumhuriyeti'nin bu alanda yapıcı
diplomasiye olan bağlılığı tarihi önerilerine dayanmaktadır.
Hürmüz Barış Girişimi (HOPE) ve “Aşırılığa ve Şiddete Karşı
Dünya” (WAVE) gibi girişimlerle bölgesel dayanışmayı teşvik eden İran, bu
kapsamda Fars Körfezi İşbirliği Konseyi’nin 2024 Güvenlik Vizyonu Belgesi’ni
memnuniyetle karşılamaktadır. Bu belge, egemenliğe saygı, müdahalesizlik ve çok
taraflı iş birliği gibi prensipleri içeriyor.
Tahran, bu adımı bölgesel güvenlik alanında tutarlı bir
düzenin sağlanması yolunda bir temel olarak görüyor.
İran İslam Cumhuriyeti'nin uluslararası topluma mesajı
nettir; Batı Asya'da kalıcı güvenlik ancak bölgesel aktörlerin
güçlendirilmesiyle sağlanabilir. Baskı aracı olarak kullanılan seçici güvenlik
garantileri veya barış çerçeveleri işe yaramayacaktır.
Gerçek istikrar, kapsayıcı kalkınmayı, karşılıklı saygıyı ve
paylaşılan refaha bağlılığı gerektirir. İran kendisini hegemonik bir güç olarak
değil, bölgesel iş birliğinin esnek ve iç içe geçmiş dokusunda yer alan güçlü
komşularıyla birlikte güçlü bir ülke olarak görüyor. Irak ve Umman gibi
örnekler bölge içinden kaynaklanan diplomasinin değerini ortaya koymaktadır. Bu
ülkelerin anlaşmazlıkları arabuluculuk yoluyla çözme çabaları, bölgesel
aktörlerin güçlendirildiklerinde, dış arabuluculuğa ihtiyaç duymadan
anlaşmazlıkları çözebildiğini ve karşılıklı güven inşa edebildiğini
kanıtlamıştır.
İran iklim değişikliği, dijital altyapı, sağlık ve
sürdürülebilir kalkınma gibi alanlarda uluslararası iş birliğine hazır, ancak
bu tür iş birlikler eşitlik ve karşılıklı saygıya dayanmalıdır. Bölge
ülkelerinin siyasi bağımsızlığını etkileyen koşullu iş birliği, ülkelerin
ulusal egemenliğine ve bağımsızlığına dayalı bölgesel düzenle bağdaşmaz.
Bölgesel entegrasyon bir tercih değil, zorunluluktur. Çevre sorunları,
özellikle iklim değişikliğinin sınırı yok. Toz fırtınaları, kuraklıklar ve
artan sıcaklıklar ortak ekosistemleri tehdit ederken, aşırılıkçılık ve insani
krizler ulusal sınırlar içinde tutulamıyor. Bu zorluklarla başa çıkmak için
bölgesel koordinasyona ihtiyaç vardır.
Geleceğe dair herhangi bir güvenlik mimarisi “insan
güvenliği”ni temel almalı; yani eğitim, sağlık, çevresel sürdürülebilirlik ve
adil ekonomik fırsatlar, geleneksel güvenlik unsurlarıyla eşdeğer öneme sahip
olmalı.
Bölgede yeni bir gerçekliğin çizilmesi sürecinde, bölgesel
kalkınmayı baltalamaya devam eden yapısal engellerin ele alınması yadsınamaz
bir zorunluluktur. Bölgesel güvenliği dürüst bir şekilde değerlendirilirken İsrail
rejiminin istikrar bozucu rolü göz ardı edilmemeli. Bu rejimin bölgedeki
yaklaşımı onu kalıcı bir protestocu unsur haline getirmiştir. Toplu güvenlik ve
silahsızlanmaya yönelik her türlü girişime yapısal ve sürekli olarak karşı
çıkan bir aktör.
Rejimin “kasıtlı belirsizlik” doktriniyle tanımlanan nükleer
silah programı, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması'nı (NPT)
zayıflatmakta ve Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılması ortak hedefiyle
çelişmektedir; Bölgedeki diğer tüm ülkeler NPT, Kimyasal Silahlar Sözleşmesi ve
Biyolojik Silahlar Sözleşmesi gibi anlaşmaları imzalayıp yükümlülüklerini
yerine getirmişken, İsrail rejimi açıkça bu çerçevelerin dışında kalmış ve
stratejik olarak Batılı müttefiklere güvenerek her türlü hesap vermekten muaf
kalmıştır. Bu yapı bölgesel güvenliğe ve uluslararası silah kontrolüne yönelik
gerçek ilerlemenin önünde en büyük engeldir.
Ayrıca İsrail rejiminin kuruluşunun tarihsel seyri, işgal,
Filistinlileri zorla göç ettirme, askeri saldırılar ve uluslararası hukukun
sistematik ihlallerinin sürekli olarak yapıldığını gösteriyor. Soykırımdan ve
insanlığa karşı suçlardan, Gazze'nin kalıcı ablukasından ve Batı Şeria'da
yasadışı yerleşimlerin genişlemesinden, Lübnan'a yönelik tekrarlanan
saldırılara ve Suriye'nin işgali ve istikrarsızlaştırılmasındaki rolüne kadar,
bu rejimin stratejisinin dokunulmazlık üzerine kurulu olduğu görülebilir.
Uluslararası toplum şu gerçekle yüzleşmelidir: Uluslararası
hukuku sistematik olarak ihlal eden, dizginsiz militarizme başvuran ve
neredeyse dokunulmazlıktan yararlanan bir rejim, sürdürülebilir bir bölgesel
güvenlik çerçevesinin parçası olamaz.
Irakçi, Batı başkentlerinden dayatılan planların gerçek bir
barış getirmediğini, aksine kırılganlığı artırdığını söyledi. İran, bu sebeple,
sadece kendi güvenliğini değil, komşularının da güvenliğini önemseyen bir
yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini vurguluyor.
Batı Asya’nın geleceğinin dış güçlerin değil, bölge
halklarının ellerinde olduğunu vurgulayan Irakçi, bu geleceğin inşası için
bölgesel dayanışma, egemenlik ve kolektif barış anlayışının hâkim olması
gerektiğini ifade ediyor.