Bir başka dikkat çekici nokta bu raporda İsrail
rejimi makamlarının rapor ve açıklamalarına çokça atıf yapılmasıdır; öyle ki,
bu ifadeler FATF için delil teşkil edecek şekilde değerlendirilmiştir.
Raporun birçok yerinde Hizbullah’tan bir terörist grup ve
terörle mücadele rejimleri kapsamında belirlenmiş bir yapı olarak
bahsedilmiştir. Aşağıda bu duruma örnekler aktarılmaktadır.
Terörle mücadele kararı kapsamında Hizbullah’ın
belirlenmesi
1373 sayılı Güvenlik Konseyi kararı, ülkeleri terörizmin
finansmanını önlemeye ve bastırmaya, bu kapsamda terör eylemlerine karışan
kişilerin mal varlıklarını bloke etmeye mecbur kılmaktadır. Bu nedenle FATF
raporu Hizbullah’ı, terörle mücadele kararına tabi bir örgüt olarak
sunmaktadır.
Hizbullah’ın açıkça terörist olarak anılması
Hizbullah’ın paravan şirketler kullanımı ve DEAŞ’a
benzetilmesi
Raporun 10. bölümünde, terör faaliyetlerinde hukuki
araçların kullanımına değinilmekte ve Hizbullah örneği ele alınmaktadır. 101.
sayfada yer alan 322 numaralı yürütücü özet, Hizbullah’ın askerî kanadının
uluslararası para transferleri için paravan ve çokuluslu şirketlerden
faydalandığını belirtmekte; ardından bu eylem DEAŞ’a da atfedilmektedir.
Terörizmin finansmanında ticaret yöntemleri ve Hizbullah
örneği
Kudüs Gücü’nün kaçakçı olarak gösterilmesi
Dolayısıyla raporda Kudüs Gücü, “altın kaçakçısı” ve
terörist bir örgütün finansörü olarak anılmaktadır.
Direniş cephesindeki diğer grupların terörist ilan
edilmesi
Raporun çeşitli bölümlerinde, direniş eksenindeki diğer
örgütlere de atıf yapılmıştır.
FATF ile iş birliğinin imkânsızlığı
Mali Eylem Görev Gücü’nün bu raporu, kurumun tavrını açıkça
ortaya koymuştur. Bu rapor:
Dolayısıyla, FATF ile iş birliğini artırmak veya bu
mekanizmaya tam üyelik, İran’ın kendi mali yapılarının bu gruplarla ilişkisini
kesmesi ve hatta resmî İran kurumlarının terörizmin finansmanına ve küresel
kaçakçılık ağına katılımını kabul etmesi anlamına gelecektir. Bu da “kendi
kendini yaptırım altına sokmak” (oto-ambargo) demektir.
Öte yandan, söz konusu raporun birçok yerde İsrail rejiminin
rapor ve yetkililerine dayandırılması, FATF’nin İsrail’e bağımlı olduğunu ve
gelecekteki meselelerde de taraflı davranacağının açık göstergesidir.
Burada şu soruyu sormak gerekir: Bu kadar açık bir tavır
sergileyen bir kurumla, sonuçlarını dikkate almadan nasıl olur da iş birliği
yapılması ve mevcut ilişkilerin geliştirilmesi gerektiği savunulabilir? Oysa ki
raporun son tavırları dikkate alındığında, bu iş birliğinin geliştirilmesi
imkânsız görünmektedir.