ABD tarihinin en kritik seçimlerinden biri, Başkan Donald
Trump’ın zaferiyle sonuçlandı. Rakibi Kamala Harris, Trump karşısında büyük bir
yenilgi aldı ve gece yapacağı konuşmayı iptal etti. Başkan olmasından sonra en
çok merak edilen konulardan biri Trump’ın dış politikada nasıl bir çizgi
izleyeceği.
Siyaset Bilimci Aleksandr Dugin, Vatan Partisi Çin
Temsilcisi Orçun Göktürk ve İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Hazar
Vural Jane, özellikle Rusya, Çin ve İran cephesinde Trump’ın gelecekteki olası
dış politikasını değerlendirdi.
‘KÜRESEL DARALMA STRATEJİSİ’
Vatan Partisi Çin Temsilcisi Orçun Göktürk, Trump’ın yeniden
seçilmesinin, ABD’nin dış politikasında radikal bir kırılmaya işaret ettiğini
belirtti.
Özellikle de Rusya ve Çin gibi büyük güçlerle olan
ilişkilerinde kırılmaya dikkat çeken Göktürk, “Demokratlar, geleneksel olarak
Rusya’yı ABD’nin önde gelen jeopolitik rakiplerinden biri olarak görürken,
Trump’ın yaklaşımı ise daha farklı bir denge arayışını yansıtıyor. Elbette
Biden da Trump’tan miras aldığı ‘Asya Pasifik’ stratejisini sürdürdü ve bu Çin
içinde geleneksel olarak ‘Biden Trump’tan daha ılımlı.’ diyenler için önemli
bir ders oldu.” ifadelerini kullandı.
ÇİN’E YOĞUNLAŞMA
Göktürk, “Trump’ın Rusya’ya karşı daha yumuşak bir tutum
sergilemesi, ABD’nin dikkatini Çin’e yoğunlaştırarak küresel egemenlik
stratejisini yeniden yönlendirme arzusundan kaynaklanıyor diyebiliriz.”
değerlendirmesinde bulundu.
ABD’nin, Çin’i asıl tehdit olarak görerek, Pasifik merkezli
bir stratejiye odaklanmayı tercih edeceğinin altını çizen Göktürk, “Bu
stratejik değişim, ABD merkezli sözde ‘kurallara dayalı uluslararası düzen’
arayışını sonlandırıp daha sınırlı, fakat etkili bir alanda hegemonyasını sürdürme
hedefine yönelmesine işaret ediyor.” yorumunu yaptı. Göktürk şu ifadeleri
kullandı:
“Trump yönetimi, ABD burjuvazisinde imalat sektörünün
çıkarlarını doğrudan destekleyen bir politika izleyerek, Batı Yarımküre ve
Pasifik bölgesindeki etki alanını sağlamlaştırmaya odaklanabilir. Bu ‘küresel
daralma stratejisi’, ABD’nin kaynaklarını sınırsız bir dünya hakimiyeti
mücadelesi yerine, kayıpları en aza indirip belirli coğrafyalarda (özellikle
Asya Pasifik) güçlü kalmaya yönelik bir hedefe kaydırma anlamına geliyor.”
RUSYA İLE TANSİYONU DÜŞÜRME
Bu çerçevede Göktürk, Trump’ın, Rusya ile tansiyonu düşürüp
Ukrayna’da devam eden savaşın sonlanması dahil, belirli konularda işbirliğine
odaklanarak, ABD’nin esas odağını Çin’e çevireceğini belirtti.
Bu odak değişiminin, ABD’nin Çin’e karşı ekonomik, askeri ve
diplomatik cephelerde daha doğrudan ve agresif bir strateji izlemesini
beraberinde getirebileceğini söyleyen Göktürk, “Elbette bunların da pratik
anlamda sınırları var çünkü ABD artık hegemonyası gerileyen bir güç. Pasifik’te
müttefiklerle kurulan ittifakların güçlendirilmesi, Çin’in ticaret ve teknoloji
alanındaki ilerlemesine daha güçlü karşı koyma çabası Trump yönetiminin temel
önceliklerinden biri olacaktır.
"Böylece, ABD’nin 'dünya imparatorluğu' stratejisi,
daha dar kapsamda ancak güçlü bir bölgesel egemenlik stratejisine
dönüştürülerek, Çin’e karşı konumlanacaktır. Bu durum, Amerikan iş gücünü
korumak, yerel üreticileri teşvik etmek ve Çin’in yükselişini sınırlamak
amacıyla ABD’nin ticaret ve yatırım politikalarının gözden geçirilmesini de
gerektirebilir.
"Trump’ın liderliğinde ABD, ekonomik ve askeri gücünü
kendisine ve uluslararası düzene karşı '21. yüzyılda esas meydan okuma' olarak
nitelendirdiği Çin’e odaklayarak, küresel rekabet alanını daraltacak ve mevcut
reel politikaya, yani gerileyen hegemonyasını kabul eden bir yapıya
bürünecektir.” ifadelerini kullandı.
‘MAKSİMUM BASKININ SONUÇLARI’
İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Hazar Vural
Jane, bir önceki 4 yıllık Trump dönemini değerlendirerek “O dönem sadece
ekonomik değil, elindeki bütün araçlarla maksimum baskı politikasıyla
sonuçlanan bir ABD politikası vardı.” dedi.
O zamandan bu zamana İsrail ve direniş ekseni arasında
çatışmaların yaşandığı ve ilk kez İsrail ve İran’ın birbirini doğrudan vuracak
kadar gerilimin tırmandığı bir noktaya gelindiğini vurgulayan Dr. Vural Jane,
“Aslında bugün bizim gördüklerimiz maksimum baskı politikasının sonuçları. Yani
İran'ın nükleer çalışmalara devam ettiği, direniş ekseniyle kurduğu ilişkileri
arttırıp gücünü bölgeye daha fazla yansıtmaya çalıştığı ve nihayetinde
İsrail'le doğrudan karşılaşma, füzelerle birbirlerini vurdukları noktaya
geldiği bir zaman.” değerlendirmesinde bulundu.
‘UZUN VADEDE TAHRAN’I GÜÇLENDİREBİLİR’
Dr. Vural Jane, Trump’ın ikinci dönemde yeniden İran karşıtı
isimleri göreve getirmesi halinde kısa dönemde bu durumun İran'ı zorlayacağını
söyledi.
Fakat uzun dönemde CENTCOM komutanlarının İran'ın son 5
yılda güçlendiğini söylediklerini hatırlatan Dr. Vural Jane, “Dolayısıyla bu
durum uzun dönemde İran'ın tekrardan güç artırımına sebebiyet verebilir.” dedi.
Öte yandan yeni Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan’a da dikkat
çeken Dr. Vural Jane, “Bu bir şans aslında. Çünkü biliyorsunuz Pezeşkiyan
Batı'yla ya da nükleer konularda tekrardan bir anlaşma konusunu savunarak
Cumhurbaşkanlığı seçim yarışını tamamlamıştı.
"Fakat Pezeşkiyan’ın o noktada da İran'ın lideri
Hamaney'i Batı konusunda ikna etmesi gerekiyor. Biliyorsunuz 2015 nükleer
anlaşma böylelikle yapılmıştı. Fakat o nükleer anlaşmadan sonra İran
ekonomisine Trump'ın verdiği zararlar ve yaşananlar şimdi içeride özellikle
güvenlik ortamının da bu kadar artmasıyla İran'ın lideri tekrardan
Cumhurbaşkanı'na böyle bir izni verir mi? Bu büyük bir soru işareti olarak
karşımıza çıkıyor.
"Şimdi İran'ın nükleer güç olmanın eşiğinde olduğu konuyu
da konuşuyoruz ve tartışıyoruz. Dolayısıyla aslında hem İsrail'in Gazze Savaşı
ve Lübnan'da yaptıkları hem de savaşı bölgeye yayma çabaları ve İran'ı
kışkırtması ve bir taraftan da Trump'ın savaşları bitirme noktasındaki arzusu
birazcık aslında ocak itibariyle göreve geldikten sonra yapacağı politikalarla
önümüzü daha iyi görebilir hale geleceğiz.” ifadelerini kullandı.
‘TEK KUTUPLULUĞUN NİHAİ ÇÖKÜŞÜ’
Siyaset Bilimci Aleksandr Dugin, Telegram kanalında yaptığı paylaşımda Trump’ın başkan olmasının tek kutuplu küreselleşmenin nihai sonucu olduğunu söyledi.
“Söylemeye gerek yok, Trump bir hediye değil ve hala
Ukrayna'nın tamamını geri almak zorundayız ve başka bir çıkış yolu yok.” diyen
Dugin, “Bernard-Henri Levy, Yuval Harari ve Klaus Schwab haklı olarak durmadan
uyarıyorlar: Eğer bu gerçekleşir ve Trump kazanırsa, bu her şeyin sonu olacak.
Görünen o ki (onlar için) son, gerçekten de her zamankinden daha yakın.”
ifadelerini kullandı.
Dugin, şu anda Kiev'deki durumun paniğe yakın olduğunu ve
pek çok insanın “şimdi kaçmanın tam zamanı olduğunu” düşündüğünü belirtti.
BEKLENMEDİK ÜÇ OLGU
Rus siyaset bilimci, ABD siyasetinde şimdi ortaya çıkmaya
başlayacak olan tamamen beklenmedik üç olgu olduğunu söyledi. Dugin o olguları
şöyle sıraladı:
“1. ABD Başkan Yardımcısı ABD Başkan Yardımcısı G.D. Vance,
post-liberal sağ döneminin gelmekte olduğunu ilan etti. İhtiyaç duyulan şey de
tam olarak budur. Sağcılar ve liberaller arasında ittifak yok. Sadece
geleneksel değerler.
2. Trumpizmin ideologlarından Curtis Yarvin, ABD'de monarşi
kurma zamanının geldiğini söylüyor. Cumhuriyetçiler her iki mecliste de
çoğunluğu elde ederse, onları ne durduracak?
3. Trump'ı destekleyen (!) ve Gramsci, Foucault, Heidegger
ve Ivan Ilyin'in fikirlerine dayanan ABD Komünist Partisi yakın zamanda
kuruldu. Bu tamamen yeni bir şey. Tüm bu harika fikirler gözlerimizin önünde
hayalden gerçeğe dönüşüyor. Ama toplumsal cinsiyet politikaları, posthümanizm
ve tüm postmodernite felsefesi en vahşi ve en utanmaz yanılsama değil mi? Yani
zemin hazır. Hayal kurma hakkına sahip olanlar sadece Demokratlar değil.”/aydınlık