İmam Rıza’nın Eğitimi ve Vasiliği

GİRİŞ: 27.05.2023 10:58      GÜNCELLEME: 27.05.2023 10:58
Rasthaber - Ehl-i Beyt imâmlarının en belirgin özelliklerinden biri de, sosyal etkinliklerinin ve toplumsal faaliyetlerinin yoğunluğuna rağmen (özellikle eğitim hususunda) aile efradlarını ve çoluk-çocuklarını asla ihmâl etmemeleridir. Mutahhar olandan bunun aksi zaten beklenemez.. Onlar hem ümmetin öğretmenleridirler, hem aile efradının mürebbileridirler.

Özellikle ileride ümmete rehberlik etmesi gereken bir vasînin eğitimi söz konusu olduğunda ayrı bir ihtimam kaçınılmaz olmaktadır. Zira onun istikbâlde yükleneceği sorumluluk büyük bir ilmî kuşanmışlığı da zorunlu kılmaktadır. Bu sadece bireysel gereksinimler için yüklenilen bir bilgi birikimi değil, İslâm ümmetinin her türlü açmaz ve problemlerine tatminkâr cevaplarla karşılık verilmesini zorunlu kılan ilâhî hidayet yolundaki rehberliktir..

Ehl-i Beyt imâmlarının mutahhar olması onların böylesi bir eğitime tabi tutulmalarına ihtiyaç olmadığı anlamına gelmez. Elbette ki, mutahharlık Allah Teâlâ’nın bir lütfudur, ancak buna liyâkat ve istihkak kazananlara yönelik bir lütuftur. Çocuk yaşta kendilerine konulan teşhis ise Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.a) “vahyi gayr-i metluv” yoluyla önceden bildirdikleriyle alâkadardır. Buna “ilâhî hikmet” diyenler de vardır.. Sonuçta seçmek Allah’a mahsustur. O kendisine bi hakkın yönelecek olanları bilir ve onlara mutahharlık gibi ayrıcalıklı lütuflarda bulunur.

İmâm Rıza (a.s) da diğer seçkinler gibi Allah Teâlâ’nın lütfuna ve inayetine mazhar olanlardan biridir. Henüz çocuk yaşta kendisinde beliren bir takım alâmetler onun ilerideki imâmetine delâlet etmekteydi. Yaşıtlarından çok daha olgun tutumlar sergilemesi, hâl ve hareketlerindeki ihlaslı ve erdemli tavırları onu kardeşleri arasında ve çevresinde farklı kılıyordu. Babasından aldığı dersleri pür dikkat dinleyip anında hıfzetmesi onun son derece zeki ve basiret sahibi olduğunu da ortaya koyuyordu. İmâm Rıza (a.s) belirli bir yaşa geldikten sonra medresede kendi yaşıtlarına da ders vermeye başlamıştı. Genç yaşına rağmen ilmî meselelerdeki etüt, tahlil ve yorumları çevresinde hayranlık uyandırmaktaydı.

İmâm Rıza (a.s) erken yaşlarda başta kelâm, fıkıh, tefsir, hadis ve siyer olmak üzere İslâmî ilmin her dalında uzmanlaşıp yetkin bir konuma gelmişti. Babasının zindanda olduğu veya medresede bulunmadığı zamanda kendisine vekâlet etmekteydi. İşlemiş olduğu derslerle ve her yaş grubundan öğrencilere göstermiş olduğu ilgi ve alâkadan dolayı genç yaşında halkın teveccühünü ve hürmetini üzerine celbetmişti. İnsanlar babasına gösterdikleri sevgi ve saygının bir benzerini ona da gösteriyorlardı. (Siyeru A’lemi’n-Nubela, 9 / 388; Tehzibu’t-Tehzib, 7 / 339)

İmâm Rıza (a.s) zaman ve süreç içerisinde öyle bir ilmî seviyeye ulaşmıştı ki, babası Musa Kâzım (a.s) onun ilmî yetkinliğini ve vasîliğini güvendiği çok özel ashabına şu sözlerle açıklıyordu:

“Şu gördüğünüz oğlum Ali Rıza benim vasîmdir. Onun söyledikleri benim söylediklerimdir, yazdıkları benim yazdıklarımdır, fetvaları benim fetvalarımdır, elçisi benim elçimdir. O bir şey diyorsa, dediği doğrudur. Benden sonra ümmetin rehberi odur.” (Usul-i Kâfi, 1 / 312; Uyunu Ahbari’r-Rıza, 1 / 31; el-İrşad, 2 / 250; el-Gaybet, Şeyh Tusî, s. 37)

Ali b. Abdullah Haşimî’nin rivâyetine göre İmâm Musa Kâzım (a.s) Resûlullah’ın (s.a.a) kabrinin yanında arkaşdaşlarıyla sohbet ederken oğlu Ali Rıza’yı (a.s) onlara tanıttıktan sonra şu sözleri söylüyor:

“Hepiniz şahit olun ki, hayatta olduğum süre benim vekilim odur, vefatımdan sonra da benim vasîm odur.” (Uyunu Ahbari’r-Rıza, 1 / 27)

İmâm Musa Kâzım (a.s), oğlu Rıza (a.s) için güvendiği dostlarına aktarmış olduğu bu sözlerin benzerlerini diğer oğullarına da söylemekteydi:

“Dininizi kardeşiniz Rıza’ya sorun. Onun söylediklerini iyi belleyip aklınızda tutun. Benden sonra sizin ve ümmetin rehberi odur.” (Biharu’l-Envar, 49 / 100; İ’lamu’l Vera, 2 / 64; Keşfu’l-Gumme, 3 / 107)

Hüseyin b. Beşir’den rivâyet edilmektedir: İmâm Musa Kâzım (a.s), tıpkı Resûlullah’ın (s.a.a) Gadir-i Hûm günü İmâm Ali’yi (a.s) halka vasîsi olarak tanıtmak üzere ayağa kaldırdığı gibi, oğlu Ali Rıza’yı (a.s) ayağa kaldırıp tanıttı ve şöyle dedi:

“Ey Medineliler! Bu oğlum, benden sonraki vasîdir.” (Uyunu Ahbari’r-Rıza, 1 / 29)

Bir başka rivâyette ise İmâm Musa Kâzım (a.s), oğlu Ali Rıza’nın (a.s) imâmetini yazılı olarak açıklıyor ve altmış kişiyi buna şahit tutuyor: (Uyunu Ahbari’r-Rıza, 1 / 128)

Böylesine açık bir şekilde vasîliğin ilân edilmesi sorumluluk, itaat ve sahiplenme olgularını da beraberinde getirmektedir. Bu ifade ve açıklamaların anlamı budur. Yani İmâm, kendisinden sonraki imâmı tanıtıyor ki itaat edilecek kişi bilinsin ve hüccet tamamlansın.. Bu gerçeğin iyi bilinmesi gerekmektedir. Ulû’l emre itaatin farziyeti ve meveddet âyeti bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ehl-i Beyt imâmları yol göstericilik bağlamında hidayet edici olmalarının yanısıra batılın hakka bulaştırılmasının önünde de en büyük koruyucu engel ve barikat konumundadırlar. Allah Resûlü (s.a.a) bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Ümmetimden her kuşakta, Ehl-i Beyt’imden hidayet edici-yol gösterici adil imâmlar bulunacaktır. Bunlar dine bulaşan sapıkların ve dalâlet ehlinin tahrifatlarını, batıl taraftarlarının uydurdukları hurafeleri ve cahillerin tevillerini ayıklıyacaklardır.” (es-Savaiku’l-Muhrika, s. 231)

Görüldüğü gibi pâk İslâm’ın steril ve hijyenikliğinin muhafaza edilmesi Ehl-i Beyt imâmlarının koruyucu velâyetine bağlıdır.. Ehl-i Beyt imâmlarının “dinin muhafızları” olarak tanımlanması da bundan dolayıdır. Muazzez İslâm dininin her türlü tahrifat ve yozlaşmasına en büyük engel Ehl-i Beyt imâmlarıdır. İslâm ümmetiolarak edim ve ibadet şekillerini en ince teferruatına kadar öğreneceğimiz kişilerin mutahhar olması bu bağlamdaki endişe ve tereddütleri de ortadan kaldırmakta ve Müslümanlara iç huzuru ve kalp mutmainliği bahşetmektedir. Kendilerine itaatin farz kılındığı mutahhar imâmların müntesibi olmak elbette ki fırtınalı bir denizde Nuh Nebi’nin (a.s) gemisine sığınmak gibidir.

Nitekim (daha önceleri de verdiğimiz örnekle) Sevgili Peygamberimiz (s.a.a), “Benim Ehl-i Beyt’im Nuh’un gemisi gibidir. Ona sığınan kurtuluşa erer, ondan sırt çeviren ise helâk olur” diye buyurmaktadır.

İşte İmâm Musa Kâzım (a.s), oğlu Ali Rıza (a.s) için “Ona müraccat edin. Benden sonra ümmetin rehberi odur” derken adeta Allah Resûlü (s.a.a) ile aynı şeyleri söylemekte ve Müslümanlara aynı adresi vermekteydi. Zaten daha önce de ifade ettiğimiz gibi her imâm, kendisinden sonraki imâmı tanıtıp vasiyet ederken bunu Resûlullah’ın (s.a.a) ahdi ile yapmaktadır. Nitekim İmâm Câfer Sadık (a.s) bu konuda şöyle bir açıklamada bulunmaktadır:

“Siz, imâmlığı (ümmete rehberlik etme yetkisini) istediğimiz kişiye verebilecek yetkiye sahip olduğumuzu mu sanıyorsunuz? Hayır! Allah’a yemin ederim ki, bu, Resûlullah’ın (s.a.a) ahdidir ki, birinden diğerine geçer, ta ki sahibine varıncaya kadar.” (Biharu’l-Envar, 23 / 70)

“Muhakkak ki Allah, Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini ve İmrân ailesini birbirinden türeyen bir nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı.” (Âl-i İmrân:34)

Hiç kuşkusuz bu seçkinlik ve âlemlere karışı üstünlük Ehl-i Beyt imâmlarını da ihata etmektedir. Zira Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.a) soyu İbrahim Halilullah’a (a.s) dayandığına göre ve Allah Resûlü’nün nesli, kızı Fatıma ve İmâm Ali’den (a.s) devam ettiğine göre bu seçkinlik Ehl-i Beyt’i de kapsamaktadır. Tathir (Ahzâb:33) ve meveddet (Şûrâ:23) âyetleri zaten bu gerçeği çok bariz bir şekilde ortaya koymaktadır.

Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.a) soyunun dayandığı İbrahim Halilullah (a.s) Allah Teâlâ’ya şöyle bir niyazda bulunuyor:

“Bir zamanlar Rabbi İbrahim’i bir takım emirlerle sınamıştı. O da bunları tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim’e): ‘Seni şüpesiz insanlara imâm kılacağım’ dedi. (İbrahim): ‘Soyumdan da imâmlar kıl’ deyince. (Allah): ‘Zalimler benim ahdime erişemez’ dedi.” (Bakar:124)

İbrahim Halilullah (a.s), imtihanını başarıyla vermiş olduğundan dolayı lütfu bol olan Yüce Allah elbetteki onun duasını da kabul edecekti; ancak tek şartla:“Zalimler müstesna. Zira Zalimler Allah’ın ahdine erişemez.” Âyette geçtiği gibi zalimlerin değil mutahhar olanların ancak imâm olabileceği vurgulanmış olmaktadır. Allah Teâlâ’nın iradesi ve ön şartı budur.

Ahzâb Sûresi’nin 33’ncü âyetinde de belirtildiği gibi her türlü rics ve zalimlere özgü tutum ve davranışlardan arındırılarak mutahhar kılınan Ehl-i Beyt imâmlarıdır. Bu nedenle Ehl-i Beyt imâmları İbrahim Halilullah’ın (a.s) duasının mazharı olmuşlardır. Ve Âli-i İmrân Sûresi’nin 34’ncü âyetinde belirtildiği gibi, Ehl-i Beyt imâmları “seçkin ve âlemlere üstün kılınan neslin devamıdırlar.”

Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) velâyet olgusuyla ilgili bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

“Yetki Allah’a aittir, onu dilediğine verir.” (Tarihu’t-Taberî, 2 / 350; es-Siretu’n-Nebeviyye, İbn Kesir, 2 / 159)

Sonuç olarak âyet ve hadislerden çok net bir şekilde anlaşıldığı üzere seçim ve tercih yetkisi tamamıyla Allah Teâlâ’ya aittir. İmâm Rıza’nın (a.s) vasîliğinin ilânı da ilâhî nassa dayanmaktadır. Bu nedenledir ki, Ehl-i Beyt imâmları Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki hüccetleridirler. Onlara itaat etmek ve dini onlardan öğrenmek her Müslümanın üzerine borçtur. Böyle bir emir söz konusu olmasaydı insanlar başta edim ve ibadetler olmak üzere yapacakları yanlış amelleri yanılabilir insanlara isnad ederek mazerette bulunma hakkına sahip olacaklardı. Ve böyle bir durumda mahşerdeki yargılanmaları da gayr-i adil olacaktı.

Bu gerçeğe istinaden mutlak adâlet sahibi olan Yüce Rabbimiz Hatemu’l-Enbiya olan Sevgili Peygamberimiz’den (s.a.a) sonra Müslümanları başıboş, yeryüzünü hüccetsiz bırakmamış ve kendi seçtiği ve mutahhar kıldığı Ehl-i Beyt imâmlarının velâyetini bütün Müslümanlara farz kılmıştır.

İmâm Musa Kâzım (a.s), “Benden sonra imâmınız oğlum Ali Rıza’dır. Ona itaat edin” derken sadece bu ilâhî emri tebyin ve ibraz etmekteydi.

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM