Muaviye, Hz. Ali’ye (a.s) Neden Muhalefet Etmiştir?

Muaviye’nin Hz. Ali’ye (a.s) muhalefet etmesini, iki kültür ve düşünce şeklinin birbirine muhalefet etmesi ve birbirine aykırı olması şeklinde görmeliyiz. Bunun nedenini de tarafların özelliklerinde aramak gerekir. İmam Ali (a.s) ilim, imanda geçmişi olmak, cesaret, mertlik, fedakârlık ve adalet gibi sıfat ve özelliklere sahipti. Bu değerli sıfat ve özelliklerin neticesinde Yüce Allah onun sevgisini halkın kalbine yerleştirmiş ve bu da imansız bireylerin ona kıskançlık ve düşmanlık duymasına neden olmuştur.
GİRİŞ: 22.08.2022 12:10      GÜNCELLEME: 22.08.2022 12:10
Rasthaber -  Muaviye’nin Hz. Ali’ye olan muhalefeti, bir şahsın başka bir şahsa olan muhalefeti gibi değildir. Bilakis iki kültür ve düşünce tarzının birbirine muhalefet etmesi ve aykırı olmasıdır. İmam Ali’ye (a.s) muhalefet etmenin, düşmanlık ve kin beslemenin nedenini kendisinin sıfat ve özelliklerinde, başkalarıyla olan ilişki ve iletişimindeki ölçülerde ve de Muaviye’nin özellik ve sıfatlarında aramak gerekir. İmam Ali (a.s) dostların sevinmesine ve düşmanların da kıskançlık ve kinine sebep olan bir takım sıfat ve özellikler taşımaktaydı. Bu sıfat ve özelliklerden bazıları şunlardır:

1. İmam Ali’nin (a.s) İlmi: Aziz İslâm Peygamberi’nden (s.a.a) sonra, Ali (a.s) İslâm hüküm ve buyruklarını ve de evren ve yaratılış âleminin incelik ve sırlarını en iyi bilen şahıs idi. Öyle ki dost ve düşmanlar sorun ve problemlerinde ona müracaat etmekteydi.

2. İmanda Geçmişi Olmak: İmam Ali (a.s), İslâm Peygamberi’ne (s.a.a) iman eden ilk erkekti ve aziz Peygamber (s.a.a) onu kendi halife ve vasisi sıfatıyla atadı ve halka tanıttı.

3. Savaş Meydanında Cesaret ve Korkusuzluk: Hz. Ali’nin (a.s) cesareti o kadar çoktu ki savaşlarda en zor ve tehlikeli durumları ona verirlerdi ve o da fedakârlıkla düşmanı alt ederdi.

4. Mertlik ve Bağışta Bulunmak: Hz. Ali (a.s) şahsî malından çok bağışta bulunurdu. Hatta kuyu açma, kanal kazma ve hurma bağları oluşturmada gösterdiği onca çaba ve çalışmaya rağmen bunlardan hiçbirisini kendisine almamış ve Allah yolunda hepsini vakfetmiştir.

5. Fedakârlık: İmam Ali (a.s) mal bağışlamanın yanında, birçok yerde kendisi ve ailesinin çok ihtiyaç duyduğu şeyleri bile yoksul insanlara vermekteydi. Bunlardan bir örneği Kur’ân beyan etmiş ve övmüştür.[1]

6. Adalet: İmam Ali’nin adalet ve insafı, onu tüm adil yöneticilerin idolü haline getiren en belirgin sıfattır. O bu hususta şöyle buyuruyor:

“Allah’a yemin ederim ki bir karıncanın ağzından bir arpa kabuğunu almam için bana yedi göğü her şeyiyle birlikte verseler, bu işi yapmam.”[2]

7. Allah’a Kulluk Etmek ve Heveslerine Muhalefet Etmek: İmam Ali (a.s) hiçbir zaman nefsanî heveslere uyarak bir adım atmadı ve Allah için tüm meyil ve heveslerini ayaklar altına aldı. Sadece halisçe Allah’a kulluk etmek ve O’nun için amel etmek peşinde koştu. Amr b. Abduved ile çarpışması bu ihlâsın bir örneğidir.

Bu değerli sıfat ve özellikler neticesinde ve “İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.”[3] âyeti hükmünce Yüce Allah onun sevgisini halkın kalbine yerleştirdi. O halk nezdinde en değerli kimseydi; zira iman ve üstünlük iddiası taşıyan kimseler bu sıfatlarda onun eline su dökemiyordu. Ama düşmanlıkları ve özellikle de Muaviye’nin düşmanlığını körüklemede diğerlerinden daha çok etkili olan sıfat, Hz. Ali’nin (a.s) adaletiydi. Hz. Ali (a.s) hilafeti kabul ettikten sonra Medine mescidinde yaptığı ilk konuşmasında şeffaf bir şekilde tüm programını ilan etti. Adaleti yayma, zulümle mücadele etme ve liyakate önem vermeden ibaret olan kendi devletinin asıl çizgisinden net olarak söz etti. Mevcut durumu altüst edeceğini, geri kalmış liyakatli kimseleri öne çıkaracağını ve öne çıkmış liyakatsiz kimseleri de geriye iteceğini ilan etti.[4] Kadınların mehiri ve cariyelerin parası olarak harcanmış olsa bile yağma edilmiş malları beytülmale geri döndüreceğini bildirdi. Çünkü adalette ferahlık olduğunu ve adalet bir şahsı sıkıyorsa zulmün onu daha fazla sıkacağını belirtti.[5]

Öte taraftan Muaviye başkanlık sevdasında olan bir şahıs idi ve güce ulaşmak için hiçbir işten geri kalmıyordu. Tarihte nakledildiği üzere Muaviye, İmam Hasan (a.s) ile barış yaptıktan sonra bir gün bayram namazında kendi maksat ve hedeflerini ifşa etti ve şöyle dedi: “Ben oruç tutmak, namaz kılmak, hac etmek veya zekât vermek için sizin ile savaşmadım! Çünkü ben sizin bunları yapacağınızı biliyordum. Ben başınıza geçmek için savaştım. Allah sizi yönetmeyi bana vermiş idi ama sizler istemiyordunuz.” [6] Bu nedenle tüm çalışma ve çabası reislik, saltanat ve halka hükmetmek olan bir düşünme şeklinin İmam Ali’nin değerli devletine tahammül edemeyeceği çok açıktır. Ayrıca, İslâm’ın ilk yıllarındaki savaşlarda Muaviye’nin müşrik ata ve akrabalarının öldürülmesi, onun kalbindeki İslâm ve İslâm Peygamberi’nden (s.a.a) intikam alma ateşini körüklemişti ve bu da İslâm’ın sembolü ve Peygamber’e (s.a.a) en yakın kimse sıfatıyla İmam Ali’ye (a.s) muhalefet etmek için başka bir dürtüydü.

Nitekim onun evladı olan Yezid, İmam Hüseyin’i (a.s) şehit ettikten sonra onun kesilmiş mübarek başı karşısında kinini dışarı vurmuş ve alenen şu şiiri okumuştur: “Keşke Bedir savaşında ölen atalarım Hazreç kabilesinin içine düştüğü bu zillet ve onursuzluğu görseydiler…” Bu şiiri Uhud savaşında Müslümanların yenilmesinden ve Peygamber’in yarenlerinin şahadete ermesinden sonra İbn Züberî okumuştu.[7] Şimdi de Yezid bu şiiri İmam Hüseyin’i şahadete erdirdikten sonra okuyor, bu iki hadiseyi birbirine benzetiyor ve müşrik atalarının hazır bulunup kendisinin Peygamber (s.a.a) ailesinden intikamını nasıl aldığını görmelerini arzuluyordu. Bu nedenle, Muaviye ve kabilesinin İmam Ali’nin (a.s) hükümetine ve evlatlarına muhalefet etmesinin asıl nedeni, İslâm’ın aslına ve aziz İslâm Peygamber’in attığı temele karşı olmasıydı.

–—

[1]     İnsan, 8 ila 10.

[2]     Muhaddis Nurî, Müstedreku’l-Vesail, c. 13, s. 211.

[3]     Meryem, 96.

[4]     Nehcü’l-Belağa, 16. hutbe, s. 57.

[5]     Nehcü’l-Belağa, 15. hutbe, s. 57.

[6]     Ebu’l-Feda İsmail b. Ömer b. Kesir ed-Dimeşkî, el-Bidaye ve’n-Nihaye, c. 8, s. 131, Neşr-i Daru’l-Fikir, Beyrut, 1407/1986.

[7]     el-Bidaye ve’n-Nihaye, c. 8, s. 204.

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM