Hz. Ali’den Kur’an Hakkındaki Tüm Şüphelere Cevaplar

“Bir şahıs Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’in (aleyhi selâm) huzuruna vardı ve şöyle arz etti: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ın semavî kitabı hakkında şek içindeyim.” İmam (aleyhi selâm) ona şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun sana! Söyle bakayım, Allah’ın kitabında şek ettiğin şey nedir?” Dedi ki: nasıl şek etmeyeyim? Kitabın bazı yerleri bazı yerlerini çürütmektedir!” Hz. Ali (a.s) Kur’an’ın nerelerinde şek içindesin açıkla diye buyurdu” Adam dedi ki: “Allah Kur’an’da şöyle diyor: “Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları gibi biz de bugün onları unuturuz. (A’raf, 51)” ve aynı şekilde şöyle söylemekte: “Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! (Tövbe, 67)” ve yine şöyle diyor: “Senin Rabbin unutkan değildir. (Meryem, 64)” Bir yerde unuttuğunu haber veriyor, başka bir yerde unutmadığını haber veriyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri!”…
GİRİŞ: 26.12.2024 13:29      GÜNCELLEME: 26.12.2024 13:29
Rasthaber -  *… Ebu Ma’mer Se’dani şöyle rivayet etmiştir:
“Bir şahıs Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’in (aleyhi selâm) huzuruna vardı ve şöyle arz etti: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ın semavî kitabı hakkında şek içindeyim.” İmam (aleyhi selâm) ona şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun sana! Söyle bakayım, Allah’ın kitabında şek ettiğin şey nedir?” dedi ki: nasıl şek etmeyeyim? Kitabın bazı yerleri bazı yerlerini çürütmektedir!”

Ali b. Ebu Talib (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Hiç şüphesiz kitabın bazı yerleri bazı yerlerini tasdik eder, bir birlerini tekzip etmez. Lâkin sen, onu anlayacak kadar akıl rızkına sahip değilsin. Söyle bakayım Allah Azze ve Celle’nin kitabının nerelerinde şek ettin?” dedi ki: Allah şöyle diyor: “Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları gibi biz de bugün onları unuturuz. (A’raf, 51)” ve aynı şekilde şöyle söylemekte: “Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! (Tövbe, 67)” ve yine şöyle diyor: “Senin Rabbin unutkan değildir. (Meryem, 64)” Bir yerde unuttuğunu haber veriyor, başka bir yerde unutmadığını haber veriyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri!”

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Başka nerelerde şek ettiysen onları da söyle.” Dedi ki: Allah şöyle diyor: “Ruh ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân'ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler. (Nebe, 38)” konuşun diyor onlarda şöyle diyorlar: “Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik. (En’am, 23)” ve şöyle diyor: “Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. (Ankebut, 25)” ve yine şöyle diyor: “İşte bu, cehennem ehlinin tartışması, şüphesiz bir gerçektir. (Sad, 64)” ve şöyle diyor: “Benim huzurumda çekişip durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim. (Kaf, 28)” ve keza şöyle diyor: “Onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder. (Yasin, 65)” Bir yerde onların konuşacağının haberini veriyor, başka bir yerde Rahman’ın izin verdiklerinin dışında kimsenin konuşmayacağının haberini veriyor. İzin verdiklerinin de doğru konuşacağını söylüyor. Bir yerde mahlûkların konuşmayacağının haberini veriyor, ama onların şu sözünü: “Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.” Naklediyor. Bir yerde de onların kendi aralarında tartıştıklarını söylüyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Azze ve Celle şöyle diyor: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakıp durur. (Kıyamet, 22 ve 23)” ve şöyle diyor: “Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır. (En’am, 103)” ve şöyle diyor: “Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü. (Necm, 13 ve 14)” ve şöyle diyor: “O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz. (Ta-ha, 109 ve 110)” Gözler O’nu görürse ilmin de O’nu kapsadığı anlamına gelir. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Tebareke ve Teala şöyle diyor: “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. (Şura, 51)” ve şöyle diyor: “Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu. (Nisa, 164)” ve şöyle demiştir: “Rableri onlara seslendi… (A’raf, 22)” ve şöyle diyor: “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına söyle… (Ahzab, 59)” ve şöyle diyor: “Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. (Maide, 67)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: “Medhi yüce olan Allah şöyle diyor: “Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? (Meryem, 65)” Bir taraftan insanı işiten, gören, sahip, terbiye eden olarak adlandırmakta, öte taraftan O’nun müşterek olan bir çok adının olduğunu söylüyor. Diğer taraftan da “Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? Diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Tebareke ve Teala şöyle diyor: “Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. (yunus, 61)” ve şöyle diyor: “Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. (Al-i İmran, 77)” ve şöyle diyor: “Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalmışlardır. (Mutaffifin, 15)” O’nu görmekten mahrum olanlar nasıl O’na bakabilirler? Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Azze ve Celle şöyle diyor: “Gökte olanın, sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır. (Mülk, 16)” ve şöyle diyor: “Rahmân, Arş'a istivâ etmiştir. (Ta-ha, 5)” ve şöyle diyor: “O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Gizlinizi, açığınızı bilir. (En’am, 3)” ve şöyle diyor: “zâhirdir, bâtındır. (Hadid, 3)” ve şöyle diyor: “Her nerede olsanız, O sizinle beraberdir. (Hadid, 4)” ve şöyle diyor: “biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf, 16)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: “Övgüsü yüce olan Allah şöyle diyor: “Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler saf saf durduğu zaman… (Fecr, 22)” ve şöyle diyor: “Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz. (En’am, 94)” ve şöyle diyor: “Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi beklerler? (Bakara, 210)” ve şöyle diyor: “Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. (En’am, 158)” bir yerde Rabbinin gelmesini diyor, başka bir yerde Rabbinin bazı alametlerinin gelmesini diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Celle Celaluhu şöyle diyor: “Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. (Secde, 10)” Müminler hakkında ise şöyle buyurmuştur: “Onlar Rableriyle görüşeceklerine inanır ve şüphesiz ona geri dönerler. (Bakara, 46)” ve şöyle buyurmuştur: “Onunla görüştükleri gün sözleri selâmdır. Ahzap, 44)” ve şöyle demiştir: “Her kim Rabbiyle görüşmeyi ümit ederse Allah’ın vadi gelecektir. (Ankebut, 5)” ve şöyle buyurmuştur: “Her kim Rabbiyle görüşmeye ümit ederse salih amelde bulunmalıdır. (Kehf, 110)”

Allah bu ayetlerin birinde O’nunla görüşeceklerini söylüyor. Bir defasında gözlerin kendisini görmeyeceğini ve onun gözleri kuşattığını söylüyor ve bir defasında da “O’nu ilim olarak ihata edemezler” Diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Tebareke ve Teâlâ şöyle buyuruyor: “Suçlular (o gün) ateşi görünce, onun içine düşeceklerini iyice anlayacaklar. (Kehf, 53)” ve şöyle diyor: “O gün, Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah'ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir. (Nur, 25)” ve şöyle buyuruyor: “Siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz. (Ahzap, 10)” Bir yerde onların zanlarda bulunduğunun haberini veriyor, başka bir yerde onların bildiklerini söylüyor. Zan, şektir. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Teâlâ şöyle diyor: “Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Enbiya, 47)” ve şöyle diyor: “Biz onlar için kıyamet gününde hiçbir terazi kurmayacağız. (Kehf, 105)” ve şöyle buyuruyor: “işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir. (Mü’min, 40)” ve şöyle diyor: “O gün tartı haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, ayetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini ziyana sokanlardır. (A’raf, 8 ve 9)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. (Secde, 11)” ve şöyle diyor: “Allah, ölüm anında canları alır. (Zümer, 42)” ve şöyle diyor: “Onlar vazifede kusur etmezler. (En’am, 61)” ve şöyle buyuruyor: “Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında… (Nahl, 32)” ve şöyle diyor: “Kendilerine haksızlık ederlerken meleklerin canlarını aldıkları kimseler… (Nahl, 28)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!” Eğer bana merhamet etmesen ve senin elinle açılacağına ümit ettiğim bu gönlümü açmasan hakikaten ben helâk olurum. Eğer rab Tebareke ve Teâlâ hak, kitabı hak ve peygamberleri hak olsa kesinlikle ben helâk ve ziyankârlardan olurum, yok eğer peygamberler batıl olsa benim için bir sakınca yoktur ve kurtulmuş olurum.” 

Bunun üzerine İmam Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Çok kutsaldır benim Rabbim. Çok kutsaldır, Tebareke ve Tealadır. Yücedir, büyüktür. Şahadet ediyorum ki O, sonu gelmeyecek daimdir ve bunda şekkimiz yoktur. O’na hiçbir şey benzemez. O, işiten ve görendir. Kuşkusuz kitap haktır. Peygamberler haktır. Mükâfat ve azap haktır. Eğer imandan ziyadesiyle rızıklanırsan veya mahrum olmazsan ki bunlar Allah’ın elindedir. Dilerse rızıklandırır, dilemezse ondan seni mahrum bırakır. Ama ben şek ettiğin şeyleri sana öğreteceğim. Allah’tan başka hiçbir güç yoktur. Eğer Allah sana hayır vermeyi dilerse sana ilminden öğretecek ve sabit kılacaktır. Ve eğer şer ve kötülüğünü dilerse şaşırıp helâk olursun. 

Allah’ın : “Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu!” sözünden maksat yani onlar dünya yurdunda Allah’ı unuttular ve ona itaat etmediler ve sonuçta Allah’ta onları ahirette unutur, yani onlara her hangi bir şeyden dolayı mükâfat vermez ve hayırdan unutulmuş olurlar. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözünde olduğu gibi: “Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları gibi biz de bugün onları unuturuz.” Yani Allah, unuttuklarından dolayı kendisine dünya yurdunda itaat edip, zikir eden dostlarına verdiği sevabı onlara vermez. Allah dostları ise Allah’a, Resulüne iman etmiş ve gaybtan (ölümden sonraki hayattan) korkmuşlardı. Allah’ın: “Senin Rabbin unutkan değildir.” bu sözünden maksat yani Rabbimiz Tebareke ve Teâlâ’dır, uludur, büyüktür. Unutmaz, gaflet etmez, bilâkis koruyan ve bilendir. Araplar unutkanlık hakkında şöyle derler: “Falan şahıs bizi unuttu ve artık bizi anmıyor” yani falan şahıs bizim için hayırlı bir iş yapıp, hayırla anmıyor. Allah Azze ve Celle’nin zikrettiği bu şeyi anladın mı?” dedi ki: Evet beni rahatlatın, Allah’ta seni rahatlatsın. Benim bu sorunumu çözdün. Allah mükâfatını arttırsın.

Sonra imam Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: Allah’ın bu sözü: “Ruh ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân'ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler.” Ve bu sözü:   “Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.” Ve bu sözü: “Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız.” Ve bu sözü: “İşte bu, cehennem ehlinin tartışması, şüphesiz bir gerçektir.” Ve bu sözü: “Benim huzurumda çekişip durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim.” Ve bu sözünden: “Onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.” Maksat şudur: bunlar o günün (kıyamet günü) miktarı elli bin yıl olan bir birinden farklı olan farklı yerlerine işarettir. Allah Azze ve Celle o gün (kıyamet günü) onları bir birinden farklı olan yerlerde bir araya getirir. Onlar kendi aralarında konuşurlar. Bazıları bazılarından bağış ve af talep etmektedirler. Bunlar dünya yurdunda (hak) olan reislerine (Peygamber, imamlar ve onların hak takipçilerine) itaat edip onlara tabi olan kişilerdir. Dünya yurdunda zulüm ve düşmanlıkta bir birlerine yardım eden günahkârlar kin kusarak bir birlerine olan nefretlerini dile getirmekte. Mustazaflar ve müstekbir zorbalar bir birlerine küfür isnat ederek bir birlerine lânet ederler. Bu ayetteki “küfür”den maksat tanımamazlıktan gelmek kabul etmemek anlamındadır. Yani gerçekte şöyle demek istemiştir: “Birbirlerini reddettiler ve dışladılar.” Bunun bir benzeri İbrahim Suresinde şeytanın şu sözünde gelmiştir: “Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı (reddetmiştim) kabul etmemiştim. (İbrahim, 22)” Halilurrahman İbrahim’in şu sözü: “Sizi tanımıyor, inkâr ediyoruz. (Mumtehine, 4)” yani sizden uzağız. Sonra başka bir yerde bir araya gelerek ağlarlar. Eğer onların bu ağlama sesleri dünya ehline ulaşırsa tüm yaratıklar dünya yaşantısından el çekerler ve Allah’ın dilediği dışındakilerin tamamının kalpleri titrer. Onlar sürekli kan ağlarlar. Sonra başka bir yerde toplanırlar ve orada konuşmaları istenir ve şöyle derler: ““Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.” Sonra Allah Tebareke ve Teala onların ağızlarına mühür vurur ve elleri, ayakları ve derileri konuşmaya başlar. Sonra onların işledikleri günahlara şahitlik ederler. Sonra onların dillerindeki mührü kaldırır ve derilerine: “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? Derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. derler (Fussilet, 21)” sonra başka bir yerde toplanırlar ve sorgulanmaya başlanırlar. O sırada onların bazıları bazılarından kaçarlar. Bu da Allah Azze ve Celle’nin şu sözünde yer almıştır: “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. (Abese, 34 – 36)” onlar konuşmaya davet edilecekler, “Rahmân’ın izin verdiklerinden başkaları konuşamazlar; konuşan da doğruyu söyler.” Peygamberler (aleyhimu’s selâm) kalkarlar ve bu yerdeki duruma şahitlik ederler. Bu da Allah’ın bu sözüdür: “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hâlleri nice olacak! (Nisa, 41)” sonra başka bir yerde toplanırlar. Orası “Makam-u Mahmud” denilen “Muhammed”in makamıdır. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih) Allah Tebareke ve Teâlâ’ya ondan önce hiç kimsenin etmediği Hamdi sena edecek, sonra hiçbir meleğin kalmayacağı şekilde tüm meleklere sena edecek. Sonra O’ndan önce hiç kimsenin etmediği bir şekilde tüm peygamberleri övecek. Sonra “sıddıklar”, “şehitler” ve “Salihler”den başlayarak tüm mümin erkek ve kadınları övüp selâmlayacak. Sonra gök ve yer ehli O’na hamdedecektir. Bu da Allah’ın şu sözüdür: “(Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceği umulur. (İsra, 79)” o makamdan payı olana ne mutlu ve o makamdan pay ve nasibi olmayana yazıklar olsun. Sonra başka bir yerde toplanırlar ve birbirlerinden yararlanırlar. Bunların tümü hesaptan önce olacaktır. Hesaba götürüldüklerinde tüm insanlar kendi dertlerine düşerler. Allah’tan o günün bereketini istiyoruz. Soruyu soran adam: Allah seni rahatlığa çıkarsın, ey Müminlerin emiri! Benim sorunumu hallettin. Allah mükâfatını arttırsın!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle devam etti: “Allah Azze ve Celle’nin şu sözünün anlamı ise: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakıp durur.” ve şu sözünün: “Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” ve şu sözünün: “Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü.” ve şu sözünün: “O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz.” Şudur: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakıp durur.” Sözünden maksat: Allah Azze ve Celle’nin dostlarının hesaptan ayrıldıklarındaki yerdir. Onlar hesaptan ayrıldıklarında “heyevan” denilen bir nehirde gusül (yıkanırlar) alırlar ve o sudan içerler. Sonra yüzleri ışıl ışıl parıldar. Sonra onlardaki tüm çirkinlikler ve sıkıntılar gider. Sonra onlara cennete girmeleri emredilir. İşte bu makamdan rablerine onlara nasıl mükâfatlar verdiğinden bakarlar. Sonra o makamdan cennete girerler. İşte bu Allah Azze ve Celle’nin bu ayette söylediği meleklerin onlara selâm vermeleridir: “Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi, ebedî kalmak üzere buraya girin. (Zümer, 73)” işte bu sırada cennete girmeyi ve rablerinin onlara vaat ettiği şeylere bakmaya yakin ederler. Bu da Allah’ın şu sözüdür: “Rablerine bakıp durur.” O’na bakmaktan maksat, fakat Allah Tebareke ve Teâlâ’nın sevaplarına bakmaktır. Allah’ın şu sözünün anlamı ise: “Gözler O'nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür.” Yani “Gözler O’nu göremez” maksat vehimler O’nu kuşatamaz, “hâlbuki O, gözleri görür.” Yani Allah onları kuşatır. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” Bu Rabbimiz Tebareke ve Teâlâ’nın kendisini methettiği sıradaki övgüsüdür. O, mukaddes ulu ve büyüktür. Musa (aleyhi selâm) Allah’tan şöyle bir istekte bulundu –Allah Azze ve Celle’nin hamdıyla bu söz O’nun ağzından cari oldu- “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim! (A’raf, 143)” bu istek çok ağır bir istekti ve çok büyük bir istekte bulunmuştu da cezaya çarptırıldı. Allah Tebareke ve Teâlâ ona: Beni ölmedikçe dünyada göremezsin. Ben ancak ahirette görebilirsin. Ama eğer dünyada görmek istiyorsan şu dağa bak eğer yerinde durursa sende beni görürsün. Subhan Allah bazı nişanelerini aşikâr edince Rabbimiz dağa tecelli etti ve dağ parçalandı ve yumuşak toprak haline dönüştü. “Musa bayılarak yere düştü” yani öldü. Onun cezası ölümdü. Sonra Allah O’nu tekrar diriltti ve peygamberliğe seçti ve tövbesini kabul etti. Sonra Musa (aleyhi selâm) şöyle dedi: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” Yani onların içinden senin görülemeyeceğine ilk iman eden benim. Allah’ın bu sözünün anlamı ise: “Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü.” Yani Allah’ın hiçbir mahlûkunun uğramadığı Sidretü’l-Münteha’daydı Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih). Allah’ın ayetin sonundaki şu sözü: “Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. (Necm, 17 ve 18)” yani Cebrail’i (aleyhi selâm) kendi çehresinde iki defa gördü. Bir şimdi bir de önceden. Ve kuşkusuz Cebrail’in yaratılışı azimdir ve O ruhanîlerdendir. Âlemlerin Rabbi Allah dışında hiç kimse ruhanîlerin yaratılışını ve özelliklerini idrak edemez.”

Allah’ın bu: “O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz.” Sözünün anlamı yani: varlıklar Allaha Azze ve Celle’yi bilgiyle kavrayıp kuşatamazlar. Çünkü O, Tebareke ve Teâlâ’dır. Kalp gözlerinin üzerine bir örtü çekmiştir. Dolayısıyla hiçbir idrak onun nasıllığına ulaşamaz ve O’nu sınırlarla sabit edecek hiç bir kalp yoktur. Ancak kendisinin nitelediği gibi nitelenebilinir. O’nun bir benzeri yoktur. O, işiten ve görendir. Evveldir (ilktir), ahirdir (sondur) Halik, yaratıcı, musavvir (şekil veren)dir. Eşyayı yarattı ve eşyada Allah Tebareke ve Teâlâ’ya benzeyen bir şey yoktur.

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin. Allah mükâfatını arttırsın, ey Müminlerin emiri!” dedi.

Hz. Ali (aleyhi selâm) sonra şöyle buyurdu: Allah’ın bu sözünün anlamı: “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder.” Ve şu sözü: “Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu.” Ve şu sözü: “Rableri onlara seslendi…” ve şu sözü: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. (A’raf, 19)” Allah’ın: “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder.” Sözünden maksat şudur: Allah’ın vahiy dışında beşerle konuşması yakışık almaz. Bu da perde arkasından yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. Bu şekilde buyurmuştur, yüce ve münezzeh olan Allah. O, Ulu ve büyüktür. Resule, bazen göklerin elçileri tarafından vahyedilir ve gökteki elçiler, yerdeki elçilere ulaştırırlardı. Bazen yeryüzü elçilerinin Allah’la arasındaki sözü gökyüzünün elçileri tarafından gerçekleşmiyordu. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve âlih): “Ey Cebrail! Rabbini gördün mü?” Diye bir soru sordu. Cebrail (aleyhi selâm) “Rabbim görülmez.” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve âlih) “Öyleyse vahyi nereden alıyorsun?” Diye sordu. Cebrail: “İsrafil”den alıyorum” dedi. Resulullah: “İsrafil onu nereden alıyor.” Dedi. Cebrail: “Onu ruhanîlerden olan onun üstündeki bir melekten alır.” dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih): “Onu o melek nereden alır?” dedi. Cebrail: “Onun kalbine bir çeşit atışla atılır.” İşte bu vahiydir, Allah Azze ve Celle’nin sözüdür. Allah’ın sözü bir tarzda değildir. Bazen elçileriyle konuşur, bazen onların kalplerine atar, bazen peygamberler onu rüyalarında görür, bazen onlara gönderilen ve okunan vahiy ve tenzildir. İşte bu Allah’ın kelâmından sana vasfettiğim kelâmıdır ki bunlara iktifa et. Bu sebeplerden dolayı Allah’ın sözü bir tarz ve biçimde değildir. Onlardan bazılarını gökyüzünün elçileri yeryüzünün elçilerine ulaştırır.

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin. Allah mükâfatını arttırsın, ey Müminlerin emiri!” dedi.

İmam Ali (aleyhi selâm) sözlerine şöyle devam etti: “Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun?” bu ayetin tevili şu şekildedir: Acaba Allah Tebareke ve Teâlâ’dan başka ismi “Allah” olan birini tanıyor musun? Kur’an’ı ulemadan açıklamasını öğrenmeden kendi rey ve görüşüne göre açıklamaktan sakın. Şüphesiz vahiy beşerin sözüne benzer, ama Allah’ın kelâmıdır. Yaratıklarından hiç birinin Allah’a benzemediği, Allah’ın fiil ve eylemlerinin beşerin fiil ve eylemlerine benzemediği, O’nun sözünün beşerin sözlerine benzemediği gibi, Onun tevili de beşerin sözüne benzemez. Allah Tebareke ve Teâlâ’nın sözü O’nun sıfatıdır, ama beşerin sözü onların fiilleridir. Dolayısıyla Allah’ın sözünü beşerin sözlerine benzetme ki helâk olursun ve delâlete düşersin.” 

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin. Allah mükâfatını arttırsın, ey Müminlerin emiri!” dedi.

Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle devam etti: Allah’ın bu sözü: “Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz.” Böyledir, rabbimizden hiçbir şey gizli kalmaz. Eşyayı yarattığı ve ne yarattığını bilmediği halde nasıl yaratıcı ve her şeyden haberdar olabilir? Allah’ın: “Kıyamet günü Allah onlara bakmayacak” bu sözüyle onlara hayır ulaşmayacağının haberini vermektedir. İşte buradaki bakış Allah Teâlâ’nın kullarına olan bakışıdır. Dolayısıyla Allah’ın onlara olan bakışı Allah’tan onlara olan rahmetidir. Allah’ın: “Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalmışlardır.” Bu sözünün anlamı yani onlar kıyamet günü rablerinin mükâfatlarından mahrum kalacaklardır.”

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin. Allah mükâfatını arttırsın, ey Müminlerin emiri!” dedi. 

Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle devam etti: Allah’ın bu sözü: “Gökte olanın, sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır.” Ve bu sözü: “O, göklerde ve yerde tek Allah'tır.” Ve bu sözü: “Rahmân, Arş'a istivâ etmiştir. Ve bu sözü: “Her nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” Ve bu sözünün: “Biz ona şah damarından daha yakınız.” Anlamı şüphesiz Allah Tebareke ve Teâlâ, münezzeh ve mukaddestir. Mahlûklarda cari olan şeylerin O’nda cari olmasından münezzehtir. O lâtif ve haberdardır. Kullarına inen sıkıntıların O’na inmesinden daha yüce ve daha büyüktür. O’nun ilmi arşa istiva etmiştir. Tüm fısıltılara şahit, tüm şeylere vekildir. Tüm şeylere kolayca erişen, tüm eşyanın tamamına tedbiri olandır. Allah arşta olmaktan münezzehtir, uludur, büyüktür.

Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle devam etti: Allah’ın: “Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler saf saf durduğu zaman” ve Allah’ın: “Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz.” ve Allah’ın bu sözünün: “Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi beklerler.” Anlamı yani hakikaten bunların tamamı Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi haktır. O’nun gelmesi yaratıkların gelmesi gibi değildir. Ben sana öğrettim ki Allah’ın kitabının tenzili ile tevili farklı şeylerdir. Beşerin sözüne benzemez ve bunun dışında sana yetecek kadar olan şeyleri öğreteceğim inşallah. İbrahim’in şu sözü de aynı anlamdadır:  “Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir. (Saffat, 99)” sonra rabbine gitti. Onun Rabbine gidişi ibadet, çaba ve Allah Azze ve Celle’ye yakınlaşmasıydı. Görmüyor musun? Kur’an’ın tevili ile tenzili ayrı şeylerdir. Allah’ın şu sözü: “Kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik. (Hadid, 25)” yani silâh ve onun dışındaki şeyler için. Allah’ın: “Onlar, ancak meleklerin gelmesini mi beklerler.” Yani Hz. Muhammed’e müşrik ve münafıkların Allah’ı ve Resulünü kabul etmediklerinin haberini vermekte ve şöyle demektedir: “Onlar, ancak meleklerin gelmesini mi beklerler.” Çünkü onlar Allah’ı ve resulünü kabul etmemişlerdi. “veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar.” Yani ilk asırlarda azaba uğradıkları gibi dünya yurdunda onlara gelecek azaptır. İşte bunlar Allah’ın peygamberine onlar hakkında verdiği haberlerdir. Sonra şöyle buyuruyor: “Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz.” Yani bunlar gelmeden önceki alâmetlerdir. Bu alâmetler ise güneşin batıdan doğmasıdır. Akıl sahibi, zekâlı ve bilgi sahibi kişilerin perdelerin kaldırılacağı gün de vaat edilen şeyleri görüp bilmeleri onlara yeterlidir. Başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: “Böylece Allah(ın azabı) da, onlara hesaba katmadıkları bir yönden geldi. (Haşr, 2)” yani onlara azabını gönderdi. Aynı şekilde Allah Azze ve Celle’nin buradaki temelleri söküp alması gibi: “Allah(ın azab emri) onların kurdukları yapıların temellerine gelerek söküp aldı. (Nahl, 26)” evlerinin temellerine gelmesi, yani onlara azabını göndermesi demektir. İsmi kutlu olan Allah ahiret işlerini de aynı şekilde vasfetmektedir. O yücedir, büyüktür. Allah, miktarı elli bin yıl olan o gün de işlerini bu dünyada uyguladığı gibi uygular ne kaybolur ne de batanlarla birlikte batar. Allah Azze ve Celle’nin kitabında vasfettiği şeylerden kalbine koyduğu miktar kadar sana vasfettim, bunlarla yetin ve O’nun sözünü beşerin sözü gibi algılama. O kendisini burada tanımladığı gibidir: “O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir. (Şura, 11)” bu şeklin dışında tanımlayanlardan daha büyük, daha yüce, daha cömert, daha üstündür.”   

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, ey Müminlerin emiri! Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin.” dedi. 

Hz. Ali (aleyhi selâm) sözlerine şöyle devam etti: Allah’ın: “Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.” ayeti ile müminleri zikrettiği “Onlar Rableriyle görüşeceklerine inanır ve şüphesiz ona geri dönerler.” Ayeti, başkaları hakkındaki “Allah’a verdikleri sözünde durmadıkları için onunla görüştükleri güne kadar…(Tövbe, 77)”  ayeti ve “Her kim Rabbiyle görüşmeye ümit ederse salih amelde bulunmalıdır” “Onlar rableriyle görüşmeyi inkâr ederler” ayetine gelince… Maksat aziz ve celil olan Allah’ın kendisiyle görüşmek olarak adlandırdığı kıyamettir. Müminler hakkındaki “Onlar Rableriyle görüşeceklerine inanır ve şüphesiz ona geri dönerler” ayetinden maksat ise onların dirilmeye, haşrolmaya ve hesaba çekileceklerine sevap ve mükâfat göreceklerine yakin ettikleri anlamındadır. O halde ayette geçen zandan maksat yakin anlamındadır. Dolayısıyla “Her kim Rabbiyle görüşmeye ümit ederse salih amelde bulunmalıdır” ayeti ile “Her kim Rabbiyle görüşmeyi ümit ederse Allah’ın vadi gelecektir” ayetinden maksat ise dirilişe iman eden kimsedir. Zira Allah’ın mükâfat ve ceza hakkındaki vadi gerçekleşecektir. Buradaki görüşmek ise görmek anlamında değildir; diriliş anlamındadır. O halde Allah’la görüşme hakkında yer alan ayetleri anla ki bunların tümünde diriliş anlamındadır. Hakeza “Onunla görüştükleri gün sözleri selâmdır” ayetinden maksat, dirildikleri gün kalplerinden imanın asla çıkmayacağıdır.”

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, ey Müminlerin emiri! Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin.” dedi. 

Hz. Ali (aleyhi selâm) sözlerine şöyle devam etti: Allah’ın: “Suçlular (o gün) ateşi görünce, onun içine düşeceklerini iyice anlayacaklar.” Yani onlar, onun içine gireceklerine yakin edeceklerdir. Allah’ın: “Çünkü ben, hesabıma kavuşacağımı sezmiştim. (Hakka, 20)” ayeti de aynı anlamdadır, yani ben dirilip hesaba çekileceğime yakin ediyordum. Hakeza şu sözün: “O gün, Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah'ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir.” Anlamı da aynıdır. Münafıklar için söylediği bu söz: “Siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz.” Buradaki zan ise şek anlamındadır; yakin anlamında değil. (Az öncekilerin hepsi yakin anlamında kullanılmıştı.) iki türlü zan vardır; şek anlamına gelen zan ve yakin anlamına gelen zan. Zan eğer “mead” ve “ahiret işleri” için kullanılırsa yakin anlamına gelir, yok eğer “dünya işleri” için kullanılırsa şek anlamına gelir. Senin için açıkladığım şeyleri anla.”

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, ey Müminlerin emiri! Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin.” dedi.

Hz. Ali (aleyhi selâm) sözlerine şöyle devam etti: Allah Tebareke ve Teâlâ’nın: “Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez.” Bu sözündeki teraziler, kıyamet günü kurulacak ve mahlûklar onunla muhakeme olunacaklardır. Allah Tebareke ve Teâlâ bu terazi vesilesiyle insanların bazılarını bazılarından ayıracaktır.

Bu hadisin dışındaki hadislerde teraziler enbiya ve vasiler anlamında gelmiştir. (Yazarın kendi açıklaması)

Allah Azze ve Celle’nin: “Biz onlar için kıyamet gününde hiçbir terazi kurmayacağız.” Bu özel bir durumdur. Allah’ın: “işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.” Ayetinin anlamı hakkında Resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) şöyle buyurmuştur: “Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Beni –veya sevgimi demiştir- dikkate alan, celâl ve büyüklüğüme ilgi duyan kimseye cömertliğim haktır. Şüphesiz onların yüzleri, kıyamet günü nurdan olan minberlerin üzerinde nurdan ve elbiseleri de yeşil renktendir.”  Denildi ki: “bunlar kimlerdir? Ey Allah’ın Resulü!” buyurdu ki: “Gerçi bunlar enbiya ve şehitlerden olan bir topluluk değildir, ama Allah’ın celali hatırına bir birlerini severler ve hesapsız olarak cennete girerler. Allah Azze ve Celle’den kendi rahmetiyle bizleri de onlardan karar kılmasını istiyoruz.”

Allah’ın: “Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse” ve “Kimin de tartıları hafif gelirse” ayetlerinin anlamı ise hesap demektir. İyilikler ve kötülükler tartılır; iyilikler terazinin ağır tarafını, kötülükler hafif tarafını sembolize eder.” 

Hz. Ali (aleyhi selâm) sözlerine şöyle devam etti: Allah’ın bu sözü: “De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” Hakeza bu sözü:  “Allah, ölüm anında canları alır.” Ve bu sözü: “Elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.” Ve bu sözü: “Kendilerine haksızlık ederlerken meleklerin canlarını aldıkları kimseler.” Ve bu sözü: “Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selâm size" derler.” Şu anlama gelmektedir: Allah Tebareke ve Teala işleri nasıl isterse öyle idare eder. Yarattıklarından kimi isterse onu yapmak istediği şeye görevlendirir. “meleku’l-Mevt”a (ölüm meleğine) gelince Allah, yaratıklarından her kimi isterse ona has olarak onu görevlendirir. Meleklerinden olan elçilerini yaratıklarından her kimi isterse ona has olarak onları görevlendirir. Zikri üstün olan Allah’ın adlarını andığı melekleri ise yaratıklarından her kimi isterse ona has olarak onları görevlendirir. O, yüce ve münezzehtir işleri nasıl isterse öyle idare eder. İlim sahibi kişiler tüm ilimleri insanlara açıklamaya güç yetiremezler. Çünkü onların arasında zayıf ve güçlü olanlar vardır ve bazı ilimler tahammül edilerek yüklenilebilinir ve bazı ilimler tahammül edilerek yüklenilmez. Ancak Allah’ın yüklenilmesini kolaylaştırdığı ilimleri, kendisine yardım da bulunduğu has evliyaları yüklenebilir. Senin için Allah’ın dirilten ve öldüren olduğunu, melekleri ve onların dışındaki yaratıklarından istediklerinin elleriyle canları aldığını bilmen sana yeterlidir.”  

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, Allah da seni rahatlığa çıkarsın, ey Müminlerin emiri! Allah seninle Müslümanları yararlandırsın.” dedi.

Hz. Ali (aleyhi selâm) soruyu soran adama şöyle buyurdu: “Eğer sana açıkladığım şeyler konusunda Allah göğsünü açsa, tohumu yaran ve insanı yaratan Allah’a yemin ederim ki hakikî müminlerden oldun.” Adam dedi ki: “Ey Müminlerin Emiri! Nasıl bilebilirim hakikî müminlerden olduğumu?” buyurdu ki: “Allah’ın, nebisinin diliyle bildirdiği, Resulullah’ın onun için cennete şahadet ettiği veya Allah Azze ve Celle’nin resul ve nebilerine gönderdiği kitapları bilmesi için göğsünü açan kimselerin dışında kimse bilmez.” Dedi ki: “Ey Müminlerin Emiri! Buna gücü yeten var mı?” buyurdu ki: “Allah’ın göğsünü açtığı ve bunun için başarı ve muvaffakiyet verdiği kişi. Bundan dolayı Allah’a gizli ve açık işlerinin tümünde amel etmek zorundasın. Hiçbir şey amelin ölçüsü ve karşılığı olamaz.”      

*Bu hadis, Şeyh Saduk’un (r.a) yazdığı “Tevhid” adlı kitapta yer almıştır.  
abna

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM