Türk hükümetinin yetkilileri, İran İslam Cumhuriyeti'nin
barbar ve çocuk katili Siyonist rejime (Haçlıların kalıntıları) karşı yıllardır
örnek bir otoriteyle durduğunu ve bölgenin ve dünyanın denklemlerini İslam
lehine değiştirdiğini ve Siyonistlerin çöküşünü sağladığını biliyor ve açıkça
görüyor.
Türk hükümetine ve bölgedeki diğer bazı hükümetlere
cevabımız, güçlü İran'ı kendileriyle karşılaştırmamaları ve İran İslam
Cumhuriyeti’nin kendileri gibi sahte ve cani İsrail rejimiyle uzlaşacağını asla
beklememeleridir.
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei’nin defalarca söylediği
gibi, Siyonistlerin ve Batı hegemonyasını destekleyenlerin korkakça saldırılarına
karşı ülkelerin ya direnişi seçmesi ya da uzlaşmaya boyun eğmesi gerektiğine
inanıyoruz. İkinci seçenek aşağılayıcı ve maliyetlidir, birincisi ise onur
vericidir ve uzlaşmadan daha az maliyetlidir.
Bu iki hareket, İsrail rejiminin kuruluşundan bu yana hep
iki paralel akım olarak devam etti. Çatışma hattı merhum İzzettin Kassam'ın
zamanından itibaren başladı ve büyük Arap şahsiyetlerden olan merhum Cemal
Abdünnasır tarafından devam ettirildi. Öte yandan, uzlaştırıcıların başında
bulunan İran Kralı, Suudi hükümeti ve Ürdün Kralı gibi kişiler, Abdünnasır'ı
fiilen durdurdu ve onu ikna etmeye çalıştı ve onun çabalarını Amerika ve
Siyonistlerin lehine boşa çıkardılar ve Nasır'a indirdikleri en önemli darbe, çoğunlukla
Ürdün Nehri'nin Batı kıyısında yaşayan Filistinlilerin katledilmesi oldu. İngilizlerin
damadı Kral Hüseyin'in işlediği bu cinayette 4 binden fazla Filistinli
katledildi ve şehit oldu ve Filistinlilere destek için ayağa kalkan 600
Suriyeli de şehit edildi ve bu iki paralel çizgi devam etti.
Ancak 7 Ekim'deki kahramanca savaş, Hamas ve İslami Cihat
güçlerinin 14 aydan fazla bir sürede oluşturduğu ve devam eden ciddi ve benzeri
görülmemiş bir direniştir ve Filistinlilerin bu düzeydeki direnişinin, çağdaş
savaşlarda benzeri yoktur ve bir mucizeyi andırmaktadır. Öte yandan Siyonistlerin
saldırılarının ve savaş suçlarının şiddetinin de tarihte eşi benzeri yoktur. İslam’ın
bu değerli örnekleri, şu ayetin pratik bir örneğidir: “Ey inananlar, içinizden
kim çıkar da dininden dönerse Allah onlara bedel öyle bir kavim getirecektir
yakında ki o onları sevecek, onlar da, onu sevecek, inananlara karşı alçak
gönüllü, kafirlere karşı yüce olacak o kavim. Allah yolunda savaşacaklar ve
hiçbir kınayanın kınamasından korkmayacaklar. Bu, Allah'ın lütfü ve inayetidir
ki dilediğine verir ve Allah'ın lütfü boldur, o her şeyi bilir” ve en önemli
nokta ise şu ki, bu defa İran İslam Cumhuriyeti gibi güçlü ve büyük bir ülke,
küresel yayılmacılara (Haçlıların alıntıları) ve onların gayri meşru çocukları
Siyonistlere karşı ayağa kalkmaya ve direnmeye kararlı grup ve ülkeleri
destekleyen bir direniş eksenidir.
Bu arada küresel müstekbirlerin zelil destekçileri ve dünyada
küfrün ve yayılmacılığın kimliksiz propagandacıları, İran İslam Cumhuriyeti'nin
salih destekçilerini bölgeye vekil güç olarak tanıtmakta ısrar etmektedir. Öte
yandan bölgedeki bazı gerici ve kukla yönetimler, müstekbir güçlere sorgusuz
sualsiz itaat etmekte ve onların izni olmadan su içmemektedir. Bu hükümetler
sadece İslam düşmanlarının vekili değil, aynı zamanda efendilerinin iradesiz
hizmetçileridir.
İran İslam Cumhuriyeti, İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei’nin
açıkça ve cesaretle ilan ettiği gibi, direniş güçlerine yardım etmekten
çekinmemekte ve hak yolunun savaşçılarına ve İslam bayrağını taşıyanlara mümkün
olduğu kadar yardım etmektedir ve daha da önemlisi, bölgenin Sünni ve Şii yiğit
gençleriyle birlikte İslam düşmanlarının karşısında onlarla birlikte
savaşmaları için gençlerini cepheye göndermiştir.
Ancak Suriye ile ilgili olarak birkaç noktaya değinmek
gerekir;
Suriye, , merhum Hafız Esad'ın iktidara gelmesinden günümüze
(Beşşar Esad’a) kadar 50 yıl boyunca Siyonistlerin ve onların destekçilerinin
karşısında durdu.
1-Cemal Abdülnasır'ın göreve gelmesinden sonra, bir nevi
federal cumhuriyet haline gelmiş olan bu iki ülke, bir arada durdu ve merhum
Nasır'ın ölümüne kadar da böyle devam etti.
2- Ali Sabri ve Enver Sedat Abdülnasır'ın yardımcılarındandı
ve Ali Sabri direniş ruhlu bir kişiydi ve Nasır'la aynı görüşteydi ama
Batılılar Sedat üzerinde çalıştı. Nasır'ın Eylül 1971'deki ölümünden sonra
çeşitli yollarla ve sahte propagandayla onu meşhur edip onu Nasır'ın ılımlı
halefi olarak tanıttılar, Ali Sabri'yi Mısır solcularının başı olarak
tanıttılar, Sedat'ın aksine Sabri aleyhine olumsuz propaganda yaptılar.
3- Amerikalılar tarafından Enver Sedat lehine çok karmaşık
bir gösteri ekrana getirilmiştir, öyle ki 1967 savaşında Siyonistler Sina
çölünün tamamını işgal etmişti ve Sina çölünün işgalini kesinleştirmek için
Kızıldeniz'in yanına çok yüksek ve geniş bir duvar ördüler, ancak Mısırlılar,
Amerikalıların zımni anlaşmasıyla 1973 yılında Ramazan ayında (Yom Kippur)
savaş başlattı ve Suriye de sağladığı imkânlarla Mısır'a yardım etmek için
savaşa girerek Golan'ın bir kısmını geri aldı, ardından Siyonistler ilerleyerek
Kahire'nin 102 kilometre yakınına yerleştiler.
Bundan sonra Cyrus Vance (eski ABD Dışişleri Bakanı) başkanlığındaki
ABD delegasyonları Kahire'den Tel Aviv'e gidip geldi ve nihayetinde Enver Sedat
ve Siyonist İsrail eski Başbakanı Menahem Begin, Camp David'de, Sina çölünün, o
ülkenin ordusunun o bölgede (Sina çölü) ağır silah taşımasına izin verilmemesi
şartıyla Mısır'a iade edilmesini öngören bir barış antlaşması imzaladılar ve
iki taraf da resmi bir ilişki kurdu ve sahte İsrail rejiminin Kahire'de büyükelçiliği
açıldı. Bu komplonun ardından Nobel Barış Ödülü'nü bu iki ülkenin başkanlarına
verdiler.
Ama cesurca durup anlaşma imzalamayan tek kişi merhum Hafız
Esad'dı ve el-Samud ve el-Tassadi cephesini kurmuştu ve bu cephe o dönemde
Suriye, Libya, Güney Yemen, Cezayir ve hatta Sudan'dan oluşuyordu.
1979 yılına kadar Camp David anlaşmasına karşı çıkan
ülkelerin başında Suriye geliyordu. İran'da ise İslam inkılabının zaferinden
sonra İmam'ın (ra) emriyle Enver Sedat'ın Davut Haritasındaki ihaneti nedeniyle
Mısır ile ilişkiler kesildi ve o günden bu yana İran, en güçlü ve kapasiteli İslam
ülkesi olarak Filistin'i korumak için Suriye'nin yanında yer aldı ve
Filistin'in özgürlüğü için sonuna kadar çaba harcadı. Bazı cahil kişiler
İran'ın Suriye'ye yaptığı yardımın tek taraflı olduğunu söylüyor.
Ancak herkes şunu bilmelidir ki, rahmetli Hafız Esad
döneminde döviz geliri açısından ciddi maddi ihtiyaç olmasına rağmen Suriye,
transit olarak Suriye üzerinden geçen Irak petrol boru hattını engellemişti ve
varil başına yaklaşık 3 dolar transit ücreti talep etti ve bu hattan günde bir
milyon varil geçti ve İran'ın talebi olmadan ve İran'a yardım etmek için Saddam’ın
hayat damarını kesti.
Öte yandan Ronald Dumas (eski Fransa dışişleri bakanı) bir
röportajında şöyle diyor: Beşşar Esad, 2009'da Katar'dan Türkiye'ye doğalgaz
boru hattını kabul etmemiş, önce Rusya'ya, ardından İran'a giderek, İran
gazının Irak üzerinden Suriye'ye, oradan da Rusya'ya ihraç edilmesi konusunda
İran Gaz Şirketi ile mutabakat zaptı imzalamıştı. Ama en önemli ve mühim olan
konu, Suriye’nin direnişin taraflarından biri olmasıdır ve son dönemde
Suriye'ye yönelik küstah plan bu açıdan planlanmış ve uygulanmıştır. Esad
hükümetinin düşüş hikâyesi şu ayetlerin bir örneğidir: “İşte (iyi veya kötü)
günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz.
İslam'ın ve inkılâbın yayılması, zorba sistemlerin yıkılması
gibi büyük gelişmelerin yolundaki bu iniş çıkışlar ve değişimler beklenmedik
bir olay değildir ve kesinlikle işin sonu olmadığı gibi aynı zamanda işin
başlangıcının bir parçasıdır.
Şimdi Türk yetkililere tavsiyem, İran'a uzlaşmayı tavsiye
etmek yerine, gittiğiniz yoldan dönmenizdir. Türkiye gibi on milyonlarca
Müslümanın yaşadığı bir ülkenin, İslam dünyası ve bölgedeki Müslüman
milletlerle birlikte olmak ve onlarla aynı safta yer almak yerine, barbar ve
çocuk katili Siyonist rejimle uzlaşması doğru değildir.
(farsnews’den tercüme edilmiştir)