Rasthaber - Hz. Fatıma'nın (a.s) koca evine taşınması, aynı zamanda risalet ve nübüvvet evinden imamet ve velâyet evine taşınması anlamına geliyordu. Her iki durumda da kutsallığın ve temizliğin egemen olduğu bir atmosferde yaşıyordu. Zühd ve sade hayat azameti sarmıştı her yanını. Din ve ahiret işlerinde kocasına yardımcı oluyordu.
Ali (a.s), Fatıma'ya (a.s) yaraşır bir saygı gösteriyordu. Sırf eşi olduğu için değil. Resulullah'ın en çok sevdiği insan olduğu için. Dünya kadınlarının efendisi olduğu için. Nuru, Resulullah'ın nurundan olduğu için. Bütün erdemleri ve değerleri şahsında topladığı için.
İmam Ali (a.s) ile Fatıma'nın (a.s) Harise b. Nu'man'ın evinde ne kadar kaldıkları kesin olarak bilinmiyor. Fakat Resulullah'ın (s.a.a), mescidine bitişik bir yerde ona bir ev yaptığını ve eşleri için yaptığı odalarda olduğu gibi bu evin bir kapısının mescide açılmasını sağladığını biliyoruz. Karı-koca Resulullah'ın gölgesinde, onun yanı başında yaşamlarını sürdürdüler.
Resulullah, Hz. Fatıma'nın (a.s) evlenmesinden sonra, hiç kimseye göstermediği sevgiyi ona gösterdi, başka hiç kimseye vermediği öğütleri verdi ve başka hiç kimseye yapmadığı tavsiyeleri yaptı.
Babası ona (a.s) hayatın anlamını öğretmişti. Ona, hayatın özünün insanlık olduğunu, mutlu bir evliliğin İslâmî ahlâk ve değerlere dayandığını ve bu mutluluğun maldan, saraylardan, ziynet eşyalarından, mobilya takımlarından, göz alıcı sanat galerilerinden çok daha değerli olduğunu fısıldamıştı.
Fatıma (a.s) kocasının himayesinde göz aydınlığını ve ruh mutluluğunu yaşıyordu. Sadelik ondan hiçbir zaman ayrılmaz, hayatın kaba ve haşin yanları eksik olmazdı. O ideal bir eşti. Müslümanların kahramanı Ali'nin (a.s) eşi. Resulullah'ın veziri, ilk danışmanı, zafer ve cihat sancağının taşıyıcısı. Bu yüzden Hz. Fatıma'nın (a.s) bu ağır sorumluluk düzeyinde olması bir zorunluluktu.
Annesi Hatice Resulullah'ın cihadına, sabrına katıldığı, hayatın acımasızlıklarına ve risaletin meşakkatli davetine katlandığı gibi, o da Ali'nin cihadına, sabrına katılmalı, hayatın acımasızlıklarına katlanmalı ve risaleti tebliğ ederken davetin zorluklarına sabretmeliydi.
Fatıma (a.s), Allah'ın kendisine biçtiği rolü hakkıyla yerine getirdi. O, risalete uygun yaşayan salih Müslümanın, örnek Müslüman kadının bir timsaliydi.
Ev İşlerinin ve Meşakkatli Hayatın İdaresi
İçinde masum, tertemiz kılınmış, günah işlemekten ve hata etmekten uzak tutulmuş, her türlü ahlâkî erdemle nitelenmiş ve her türlü insanî değerle bezenmiş bir karı-kocanın yaşadığı tek ev, Ali ve Fatıma'nın eviydi.
Ali (a.s) İslâm'da kâmil, ideal erkeğin örneği, Fatıma da İslâm'da kâmil ve ideal kadının örneğiydi. Her ikisi Resul-i Ekrem'in gölgesinde büyümüş, serpilmiş, onun ilminden ve diğer erdemlerinden beslenmişlerdi. Duyarlı kulakları ta çocukluktan itibaren Kur'an-ı Kerim'e aşinaydı. Resulullah'ın Kuran''ı gece-gündüz ve her zaman okuduğunu görüyor, dinliyorlardı. Böylece gaybin kaynaklarına dokunacak kadar yakın oluyor, İslâmî bilgi ve irfanı asıl kaynağından, tatlı membaından alıyorlardı.
Ali ve Fatıma'nın evi; saflığın, ihlâsın, sevginin ve merhametin en göz kamaştırıcı örneklerinin yaşandığı bir mekândı. Ali ve Fatıma, tam bir uyum ve şefkatle evin idaresi ve ev işlerinin yerine getirilmesi hususunda yardımlaşıyorlardı.
Resulullah efendimiz evin iç idaresini gerçekleştirmeyi ve ev içi işleri görmeyi Fatıma'ya, dış idaresini gerçekleştirmeyi ve ev dışı işleri görmeyi de Ali'ye tevdi etmişti. (Kapının beri tarafı Fatıma'ya, öte tarafı Ali'ye aitti.)
Hz. Fatıma (şöyle der: "Resulullah'ın beni erkeklere özgü görevleri üstlenmekten muaf tutmasından dolayı ne kadar sevindiğimi ancak Allah bilir." (1)
Fatıma (a.s) vahiy okulundan mezun olmuştu. O, kadın kalesinin İslâm'da en önemli ve stratejik mevkilerden olduğunu biliyordu. Bu kaleyi terk ettiği ve başka meydanlarda yer aldığı zaman, çocukların terbiyesini gereği gibi yerine getiremeyecekti. Bundan dolayı, Resulullah'ın kendisiyle ilgili görev bölümü, onun sevinmesine ve yüzünün sevinçle parlamasına neden olmuştu.
Resul-i Ekrem'in kızı, ailesinin mutluluğu için gücünün son noktasına kadar harcıyordu. Onca zorluğa ve meşakkate rağmen ev işlerini savsaklamaz, ağırdan almazdı. Hatta Emirü'l-Müminin Ali (a.s), onun bu hâline acımış; bu soylu davranışlarından övgüyle söz etmişti. Benî Sa'd kabilesinden bir adama şunları söylemişti:
"Sana, kendimden ve Fatıma'dan söz etmemi ister misin? O, Peygamber'in (s.a.a) ailesinde en çok sevdiği bir kişi olarak benim yanımda ve benim eşimdi. Tulum ile o kadar çok su taşımıştı ki, göğsünde izleri çıkmıştı. El değirmeniyle o kadar çok un öğütmüştü ki, üstü başı toz-duman içinde kalmıştı. Tencerenin altındaki ateşi tutuştururken elbiselerine is duman bulaşmıştı. Bundan dolayı da çok yıpranmıştı. Ona dedim ki: "Babana gitsen, sana bir hizmetçi verse ve bu ağır işlerden dolayı yıpranmanı engellese olmaz mı?"
Fatıma, Hz. Peygamber'e (s.a.a) gitti. Yanında kendisiyle sohbet eden bir grup insan olduğunu görünce, utandı ve geri döndü.
Ali (a.s) devamla şöyle der: "Hz. Peygamber (s.a.a), onun bir ihtiyacı için geldiğini anlamıştı. Ertesi sabah Resulullah evimize geldi. Yanımıza oturur oturmaz dedi ki: "Ey Fatıma! Dün ne ihtiyacın vardı ki Muhammed'e gelmiştin?"
Ali (a.s): "Fatıma'nın cevap vermeden Peygamber'in kalkıp gitmesinden korktum. Dedim ki: "Ya Resulallah! Onun neye ihtiyacının olduğunu ben sana anlatırım. Tulum ile su taşımaktan göğsünde izi çıktı. El değirmeniyle un öğütmekten elleri nasır bağladı. Ev süpürmekten üstü başı toz-duman içinde kaldı. Tencerenin dibindeki ateşi tutuşturmaktan elbiseleri ise-dumana bulandı. Ben de ona dedim ki: "Babana gitsen, ondan bir hizmetçi istesen ve bu işleri yapmaktan dolayı yıpranmanı önlese olmaz mı?"
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Size, hizmetçiden daha iyi olan bir şeyi haber vereyim mi? Uyumak üzere olduğunuz zaman otuz üç kere "Suphanallah", otuz üç kere "Elhamdülillah" ve otuz dört kere "Allah-u Ekber" deyin."
İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Emirü'l-Müminin (a.s) eve odun, su getirir ve evi süpürürdü. Fatıma'da (a.s) buğday öğütür, hamur yoğurur ve ekmek pişirirdi." (2)
Hz. Zehra'nın (a.s) hayatına irdeleyici bir gözle baktığımız zaman, onun zorluklarla iç içe geçen hayatının, çok mala ve geniş hayat imkânlarına kavuştuktan sonra da özellikle Beni'n-Nadîr ve Hayber fetihlerinden ve Fedek arazisine sahip olmasından sonra değişmediğini görürüz.
Gelirinin yüksek meblağlarda olmasına rağmen Fatıma'nın hayatı değişmeden devam etmiştir. Rivayet edilir ki, Fedek'in yıllık geliri yirmi dört bin, bir diğer rivayete göre yetmiş bin dinar tutuyordu. (3)
Çünkü Fatıma (a.s), bu gelirlerle evler yapmıyor, saraylar, köşkler kurmuyordu. İpek ve atlas elbiseler giymiyor, göz alıcı mücevherler takıp takıştırmıyordu. Bilakis bu gelirin tümünü yoksullara, miskinlere dağıtıyor, Allah'a davet ve İslâm'ı yayma uğruna harcıyordu... Kocası Ali (a.s) de öyleydi. O da sulak bir yerden yüz pınar çıkararak bunları hacılara vakfetmişti. (4)
İmam Ali'ye (a.s) İyi Bir Eş Oluşu
Hz. Zehra (a.s), Resulullah'tan (s.a.a) sonra, bu ümmetin istisnasız en büyük şahsiyetinin evinde yaşadı. Tek amacı İslâm sancağını taşımak ve onu savunmak olan adamın.
Siyasal koşulların son derece hassas ve gayet tehlikeli olduğu bir dönemdi. İslâm orduları daima teyakkuz hâlindeydi. Her yıl kanlı savaşlara tutuşmak durumundaydı ve Ali (a.s) de bu savaşların çoğuna katılıyordu.
Hz. Zehra (a.s), bu müşterek hanede gerekli atmosferi, sıcaklığı ve istenen şefkati fazlasıyla oluşturuyordu. O, bu hâliyle Ali'nin (a.s) cihadına da ortak bulunmuş oluyordu. çünkü bir hadiste de vurguladığı gibi: "Kadının cihadı iyi bir eş olmasıdır." (5)
Hz. Zehra (a.s), eşini yüreklendiriyor, cesaretini ve fedakârlığını övüyordu. Gelmekte olan çatışmalar öncesinde onu güçlendiriyordu, kalbini teskin ediyor, acılarını dindiriyor, yorgunluğunu gideriyordu.
İmam Ali (a.s) şöyle der: "Fatıma'ya bakardım. Ona baktığım anda bütün kederler ve hüzünler bir anda beni terk ederdi." (6)
Fatıma (a.s), eş olmanın kendisine yüklediği görevleri eksiksiz yerine getirmeye büyük bir özen gösterirdi. Eşinin izni olmadan bir gün dahi evinden çıkmadı. Bir gün olsun ona kızmadı, evinde yalan söylemedi, ona ihanet etmedi, hiçbir emrine karşı çıkmadı. Hz. Ali (a.s) de ona aynı hürmeti gösterir, sevgisini eksik etmezdi. Ali (a.s), Fatıma'nın (a.s) yüksek makamını ve derecesini bilirdi. Bir keresinde şöyle demişti:
"Allah'a yemin ederim ki, Allah onu katına alıncaya kadar, onu hiç kızdırmadım, üzmedim. O da beni hiçbir zaman kızdırmadı, hiçbir emrime karşı çıkmadı." (7)
İmam Ali (a.s), ömrünün son demlerinde kendisine vasiyette bulunmak isteyen Fatıma'ya (a.s) hatırlatır.
Hz. Fatıma (a.s) şöyle der: "Ey amcamın oğlu! Benden yalan bir söz işittin mi? Bir ihanetimi gördün mü? Benimle beraber olduğun günden beri bir kere olsun sana karşı çıktığıma şahit oldun mu?"
Ali (a.s) şu karşılığı verir: "Allah'a sığınırım. Sen, Allah'ı en iyi bilenlerden birisin. En çok iyilik eden, en fazla O'ndan korkan ve en çok O'ndan sakınansın. Allah'a yemin ederim ki, Resulullah'ın (s.a.a) vefatıyla başıma gelen musibeti yeniden yaşattın bana. Senin vefatın, benim seni yitirmem, büyük bir musibettir benim için. "Biz Allah'tan geldik ve O'na döneceğiz." (8)
Anne Rolünde Fatıma
Annelik, Hz. Zehra'nın (a.s) omuzlarındaki görevlerin en hassası ve en ağırı idi. Beş çocuk dünyaya getirmişti. Hasan, Hüseyin, Zeyneb, ümmü Gülsüm ve bir de düşük yaptığı Muhsin.
Yüce Allah, Resulullah'ın (s.a.a) soyunun, zürriyetinin Fatıma (a.s) kanalıyla devam etmesini takdir etmiştir. Nitekim Resulullah (s.a.a) da bunu şöyle haber vermiştir:
"Allah, her peygamberin soyunun kendi sulbünden devam etmesini sağlamış, benim soyumu ise Ali b. Ebu Talib'in sulbünden devam etmesini dilemiştir."
Vahyin ve nübüvvetin eğitiminden geçmiş Hz. Zehra (a.s), İslâm eğitim metodunu, terbiye yöntemini çok iyi biliyordu. Bunu, Hz. Hasan'ın (a.s) şahsında gerçekleştirdiği örnek terbiyede gözlemleyebiliriz.
Onu, Müslümanların önderliği sorumluluğunu üstlenecek, risalet tarihinin en zor zamanlarında kederini yutkunacak, İslâm dinini ve mümin toplumu korumak için Muaviye ile içinde derin acılar hissetmesine rağmen anlaşma imzalayabilecek sağlam karakterli biri olarak yetiştirmişti.
Hz. Zehra'nın (a.s) rahle-i tedrisinden geçen İmam Hasan (a.s), bu tavrıyla dünyaya şu mesajı vermişti:
"İslâm barış dinidir. Düşmanlarına, iç meseleleri; dine darbe vurmak, dini zayıflatmak için kullanma fırsatını vermez..."
O, bu davranışıyla Muaviye'nin tüm kozlarını boşa çıkarmıştı. Plânını geçersiz kılmış, cahiliyeyi yeniden canlandırma amaçlı komploların başına geçirmişti. Bir süre sonra dahi olsa, onun sapıklığını bütün dünyaya göstermişti. Muaviye'nin, Müslümanlara oynamak istediği oyunu bozmuştu.
Hz. Zehra, Hüseyin (a.s) gibi birini yetiştirmişti. Hüseyin ki, canını, bütün ailesini ve en sevdiği arkadaşlarını Allah yolunda zulümle ve zalimlerle vuruşma uğruna feda etti. O, kanıyla, henüz yeşeren İslâm ağacını sulamıştı.
Zalime, onun gücüne karşı eğilmesinler, boyun eğmesinler diye, görkemli bir cesaret ve açıklıkla ümeyyeoğulları zorbalarına karşı hakkı haykırsınlar diye, dine ve resuller efendisinin (s.a.a) ümmetine karşı kurulan tuzakları ortaya çıkarsınlar diye Zeynep ve ümmü Gülsüm gibi zirve kadınları yetiştirmiş, onlara, fedakârlık, serdengeçtilik ve zalimler karşısında direniş derslerini vermişti.
_________________________________________________________________________________
1- Biharu'l-Envar, 43/81
2- age. s.151
3- Sefinetu'l-Bihar, 7/45
4- el-Menakıb, 2/123; Biharu'l-Envar, 41/32
5- Vesailu'ş-şia, 20/221, Âlu'l-Beyt Müessesesi basımı
6- el-Menakıb, Harezmî, s.353, en-Neşru'l-İslâmî Müessesesi
7- age.
8- Ravzatu'l-Vaizin, 1/151