Rasthaber - Ehlibeyt'in Kerbela'ya Girişi
Hüseyin'in (a.s) Ehlibeyti Şam'dan Irak'a geldiler. Kafile kılavuzuna dediler: "Bizi Kerbela yolundan götür!"
Kerbela'ya geldiklerinde Hüseyin'in (a.s) mezarını ziyarete gelen Cabir b. Abdullah-i Ensarî'yi, Haşimoğulları'ndan birilerini ve Peygamber (s.a.a) ailesine mensup bazılarını gördüler.
Herkes ağlamaya ve inlemeye başladı. Ciğer pareleyen ve yürek yakan bir yasa büründüler. Kerbela'nın yakınlarında bulunan Arap kadınları bir araya gelerek birkaç gün yas tuttu.
Nakledildiğine göre Ebu Habbab-i Kelbî, bazı alçı ustalarından şöyle rivayet etmiştir:
Biz geceleri Hibabe denen yere gittiğimizde cinlerin Hüseyin'e (a.s) ağladıklarını, yas tuttuklarını duyuyorduk.
Ehlibeyt Medine Yakınlarında
Hüseyin'in (a.s) kafilesi Kerbela'dan çıkıp Medine'ye taraf yol almaya başladı. Beşir b. Cazlem şöyle aktarır:
Medine'ye yaklaştığımızda Ali b. Hüseyin (a.s) inip çadırları kurdu. Kadınları da indirdikten sonra bana dedi:
Ey Beşir! Allah babana rahmet etsin; senin de baban gibi şairliğin var mıdır?
Dedim: "Evet, ey Peygamber (s.a.a) evladı! Bende de şairlik var."
Buyurdu:
Medine'ye git ve Hüseyin'in (a.s) şehit edildiğini duyur!
Atıma binip hızla Medine'ye gittim. Mescid'ün Nebi'ye (s.a.a) vardığımda yüksek sesle ve ağlayarak şu beyitleri okudum:
"Ey Medine ehli, artık burada duramazsınız.
Hüseyin (a.s) öldürüldü, bu yüzden gözlerimden yağmur gibi yaş akmadadır.
Hüseyin'in bedeni Kerbela'da kanlar içinde kaldı
Mukaddes başı da mızraklar ucunda şehir şehir dolaştırılmadadır!"
Sonra da şöyle dedim:
Medine halkı, Ali b. Hüseyin (a.s), halaları ve bacılarıyla birlikte sizin yakınınızda ve şehrin duvarının arkasındadır. Onun yerini size göstermek için onun tarafından gönderilmişim.
Bu sözlerimi duyan Medine kadınları yasa büründüler, ağlamaya ve inlemeye başladılar. O kadar insan ağlıyordu ve o kadar acı bir durum ortaya çıkmıştı ki, o güne kadar böylesini görmemiştim. Bir kadın, Hüseyin (a.s) için ağlıyor ve şöyle diyordu:
Bir haberci gelip efendimin şehit edildiğini söyledi
Bununla yüreğimi dağladı, hasta ve perişan etti beni.
O hâlde ey gözlerim, yaş dökmede cömert olun!
Musibetiyle arşı etkileyen, arşı sarsan Hüseyin'e durmadan ağlayın!
Onun şehit olmasıyla dindarlık ve yüceliğin azaları kopmuştur.
Şehirden uzak kalan Resulullah'ın (s.a.a) evladına, Ali b. Ebutalib'in (a.s) oğlu ve halifesine ağlayın!
Sonra da şöyle dedi:
Ey haberci! Hüseyin'in (a.s) şehadetini bildirmekle acımızı tazeledin ve henüz iyileşmeyen yaralarımızı deştin. Sen kimsin?
Dedim:
Ben Beşir b. Cazlem'im, İmamım Ali b. Hüseyin (a.s) göndermiştir beni. O hazret Hüseyin'in (a.s) Ehlibeyt'iyle birlikte filan yerde çadır kurmuştur.
Medineliler bunu duyunca beni bırakıp hızla şehirden çıkmaya başladılar. Atımı dörtnala koşturup İmam Zeynelabidin'in (a.s) çadır kurduğu yere vardığımda halkın kalabalığı yolları kapatmıştı. Atımdan inip insanların sırtına ayak basarak çadırlara ulaşabildim.
Ali b. Hüseyin Zeynelabidin (a.s) çadırın içindeydi ve ağlıyordu. Sonra elindeki mendille gözyaşlarını sildi ve dışarı çıktı. İmamın hemen birkaç adım arkasında hareket eden bir hizmetçi, elindeki sandalyeyi yere koydu. İmam Zeynelabidin (a.s) sandalyeye oturdu ve gözyaşlarına engel olamıyordu. Her yerden ağlama sesi geliyordu. İnsanlar dört bir yandan gelip İmam'a tesliyette bulunuyorlardı.
Bu esnada İmam (a.s) eliyle işaret ederek insanları susturdu ve konuşmaya başladı:
"Hamd, her iki cihanın Rabbi, ceza gününün sahibi ve bütün mahlûkların yaratıcısı Allah'a mahsustur. O ki, akıllar O'nu idrak edemez ve gizli sırlar O'nun nezdinde aşikârdır. Büyük musibetler, zamanın felaketleri, belaların acısı, üzücü hadiseler ve şiddetli gamlara karşılık hamd ederiz Allah'a. Ey insanlar! Bizi büyük musibetlerle ve İslâm'da açılan bir yarayla imtihana tâbi tutan Allah'adır hamd-u sena. Bilmiş olun ki Hüseyin (a.s) oğul ve akrabalarını katletti ve kadınlarını esir tuttular. Hüseyin'in (a.s) mukaddes başını kesip mızraklar ucunda şehir şehir gezdirdiler. Bu, eşsiz ve benzersiz bir musibettir!"
"Ey insanlar, bu musibetten sonra erkeklerinizin hangisi sevinecek? Hanginizin kalbi bu acı ve elemi taşımayacak? Hangi göz ağlamayacak? Oysaki yedi gökler ona ağladı. Denizler dalgalarıyla ağladı. Gökler ve yeryüzü ağladı. Ağaçların yaprakları, balıklar, denizlerin dalgaları, mukarreb melekler ve göklerin ehli bu musibete ağladı ve yas tuttular."
"Ey insanlar, hangi kalp ona yönelmedi? İslâm'a inen bu darbeyi hangi kulak duyup da sağır olmadı?"
"Ey insanlar, hiçbir suç ve günah işlemeksizin, İslâm dininde bir değişiklik yapmaksızın Türkistan ve Kâbul ehli gibi bizi darmadağın ettiler ve şehirlerimizden uzaklaştırdılar. Andolsun Allah'a, yüce Peygamber (s.a.a), bizim hakkımızdaki tavsiyeleri yerine bize karşı savaş emri vermiş olsaydı, bu yaptıklarının dışında bir şey yapamayacaklardı."
"Şüphe yok ki Allah'tanız ve dönüşümüz de O'nadır. Musibetimiz ne de büyük, ne de acı, ne de yakıcı ve çetindir! Yüce Allah'tan, bu musibet ve acılara karşılık bize mükâfat vermesini ve rahmette bulunmasını umuyoruz. Aziz ve intikam alıcı olan O'dur."
İmam Zeynelabidin'in (a.s) konuşması buraya vardığında, felç olduğu için Kerbela'ya gidemeyen Sûhan b. Sa'saa b. Sûhan yerinden kalkıp şöyle özür diledi: "Ey Allah Resulü'nün (s.a.a) evladı, ben felç ve sakat olduğum için size yardımda bulunamadım."
İmam (a.s) onun mazeretini kabul ve ona teşekkür ettikten sonra babasına da rahmet gönderdi.
Medine Evleri
İmam Zeynelabidin (a.s) ailesi ve beraberindekilerle birlikte hareket ederek Medine'ye girdi. Akrabalarının, yakınlarının ve kabilesinin evlerine bakındı. Sanki evler, kendi koruyucularını kaybettikleri için matemli kadınlar gibi ağlıyor, sızlıyorlardı. Âdeta İmam'a (a.s), sahiplerini soruyor ve böylelikle de İmam'ın (a.s) içindeki ateşi alevlendiriyorlar ve hüznünü arttırıyorlardı.
Hüseyin'in (a.s) sahipsiz evi haykırırcasına, ey insanlar, böyle ağladığım için beni mazur görün ve bu büyük musibette bana yardımcı olun diyordu, adeta. Benim, hasretlerinden yakındığım insanlar yüce ahlak sahipleriydi. Gecemle, gündüzümle benimleydiler. Karanlıklarımın ve seherlerimin nuruydu; şeref çadırının ipleri, benim iftiharım, güç ve kuvvetimin sebebiydi onlar. Benim ay ve güneşimdi onlar. Nice geceler kendi yücelikleriyle üstümdeki korkumu attılar, ihsanda bulunarak hürmetimi artırdılar. Seher vakitlerindeki yakarışlarını bana duyurdu ve değerli sırlarıyla beni kıymetli kıldılar. Nice günler varlıklarıyla beni süsledi ve erdemleriyle güzel kokulu kıldılar. Benim kuru tahtalarım onları görmekle can bulup filizlendiler. Onlar uğurlarıyla benim uğursuzluğumu ortadan kaldırdılar. Benim arzu tarlalarıma nice menkıbe fidanları dikti ve musibetlerden korudular.
Nice sabahlar onların varlığıyla kendimi saraylardan üstün gördüm. Onlarla iftihar ediyordum ve onlarla mutluydum. Nice ümitsizliklerimi diriltip ümide dönüştürdüler. çürümüş bir kemik gibi varlık eşiğime saklanmış nice korkularımı çıkarıp dışarı attılar. Fakat zaman beni kıskanıp onları ölüm oklarının hedefi kıldı ve beni düşmanlar arasında kimsesiz bıraktı. Onların parmak işaretleriyle işleyen yücelik dairesi parçalanmış, erdemler abidesi onları kaybetmekle şikâyete başlamış ve iyilikler anıtı, o yüce insanların bedenlerinin parçalanmasıyla darmadağın olmuştur bugün. Allah'ın hükümleri, onların yüzünü göremedikleri için bugün inlemektedir.
Bu savaşta kanı dökülen o yüce insan hani? Bu musibetlerde bayrağı yere düşen olgunluk ordusu nerde? Ağlamada insanoğlu bana eşlik etmez ve bu acıda cahil insanlar beni yalnız bıraksa şayet, eski toprak yığınlarının, viran olmuş evlerin duvarlarının bana eşlik etmesi de yeterlidir. Çünkü onlar da benimle birlikte ağlıyor, benimle birlikte matemdedir. Şayet duyacak olursanız, namazlar da o hak yolu şehitlerine ağlamakta ve yas tutmaktalar. Yücelik ve keramet, onları görmek için can atmakta! İhsan ve kerem, onları görmekle neşe bulmayı ve mutlu olmayı dilemektedir. Mescitlerin mihrapları, onların ayrılığında ağlamaktadır! Dilek sahiplerinin dilekleri, onların iyiliklerini anıp sızlanmaktadır!
Bunları duyacak olsaydınız, elbette hüzün ve elemle dolar ve bu büyük musibette ihmalkâr olduğunuzu anlardınız. Hatta sadece benim yalnızlığımı ve ezikliğimi görseniz, bende kurulan meclislerde onların yokluğunu hissetseniz, sabırlı kalpleri bile inciten ve göğüslerdeki hüznü coşturan bir görüntü canlanır gözünüzün önünde.
Beni kıskanan evler şimdi beni kınamakta ve benimle alay etmekte. Zamanın tehlikeleri beni bozguna uğrattı. Tekrar onların yerleşip uyudukları ev olmayı ne kadar da özlemişim! Keşke insan olsaydım ve göğsümü kılıçlara siper ederek, onların yaşaması için kendimi feda etseydim! Onlara kılıç çeken, mızrak yönelten düşmanlardan intikam alabilseydim ve onlara taraf gelen okları savabilseydim keşke! Madem bu iftihardan yoksun kaldım, en azından o bedenleri ihtiva eden yer olsaydım ve onların tertemiz bedenlerini korusaydım keşke!
Ah, ah! Eğer o yüce ve fedakâr insanların makberi ben olsaydım, var gücümle onları korur, eski borçlarımı ödemeye çalışırdım. O bedenlerin üstüne taş düşmesine engel olur ve itaatkâr köleler gibi onların huzurunda dururdum. O nurani yüzlerin ve parelenmiş bedenlerin altına ihsan ve ikram halısı sererdim. Onlarla beraber olma arzusuna kavuşmuş olur ve karanlıklarda onların nurundan faydalanırdım.
Ne kadar da bu arzulara kavuşmak istiyorum ve onların ayrılığında ne kadar da yanıp tutuşuyorum. Dünyadaki hiçbir nale benimki kadar olamaz ve bu yarama onların vücudundan başka hiçbir ilaç şifa veremez. şimdi onları kaybetmekle matemde ve yastayım; sabır ve tahammülden ümidimi kesip şöyle sızlandım: "Ey feleğin huzuruna neden olanlar, görüşmemiz kıyamete kaldı!"
İkn-i Kutaybe, o sahipsiz evlere bakıp ağlarken ne de güzel demiştir:
Âl-i Muhammed'in (s.a.a) evlerinden geçerken
Onların bulunduğu günkü evler olmadığını gördüm.
Allah bu evleri de sahiplerini de rahmetinden uzak salmasın!
Bu evlerin sahiplerinden boş ve yoksun olduğunu düşünüyorum bugün.
Bilmiş olun ki onların Kerbela'da şehit düşmesiyle,
Müslümanlar zillet yükünün altına girmiş oldu.
Bu zilletin izleri şimdiden görülmektedir.
Peygamber'in evlatları her zaman halkın sığınağı olmuştur.
Şimdi ise kalpler için büyük bir musibet olmuşlardır.
Hüseyin'in (a.s) şehit olmasıyla hastalar gibi
Güneşin yüzünün sarardığını ve yeryüzünün sarsıldığını görmedin mi?
Ey Hüseyin'in (a.s) musibetini duyan insan!
Bu acı ve matemde Resulullah'ın (s.a.a) evlatları gibi olmalısın!
İmam Zeynelabidin'in (a.s) Ağlaması
Rivayet edilmiştir ki: İmam Zeynelabidin (a.s), vasfedilemez o hilim ve sabrına rağmen bu musibet karşısında çok ağlıyordu ve acısı sonsuzdu.
İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir:
"İmam Zeynelabidin (a.s) babasının musibetinde kırk yıl ağladı. Gündüzleri oruç tuttu ve geceler de ibadet ederek uyanık kaldı. İftar vakti geldiğinde hizmetçisi su ve yemek getirirdi önüne ve 'Yemeğe buyurun, efendim!' derdi. O hazret de, 'Resulullah'ın (s.a.a) oğlu aç öldürüldü, Resulullah'ın (s.a.a) oğlu susuz öldürüldü!' buyururdu. Hep bunu der ve ağlardı. çnüne gelen su ve yemek gözyaşlarıyla karışırdı. Ölünceye kadar da böyle devam etti."
İmam Zeynelabidin'in (a.s) hizmetçisi şöyle nakleder:
Bir gün İmam (a.s) çöle gitti ve ben de ardı sıra gittim. Düz olmayan bir taşın üzerine alnını koyduğunu görünce durdum. Ağladığını ve nale ettiğini duyuyordum.
İmam (a.s), "La ilahe illellahu hakken hakken la ilâhe illellahu teabbuden ve rikken, la ilâhe illellahu imanen ve tasdiken ve sidken" zikrini etmeye ve ben de saymaya başladım. Tam bin kez bu zikri tekrarladı. Alnını secdeden kaldırınca yüz ve sakalının göz yaşlarıyla yıkandığını gördüm.
Dedim ki: "Efendim, hüznünüzün sonu yok mu, ağlamanız son bulmayacak mı?"
Buyurdu ki:
Ne diyorsun sen?! Yakub b. İshak b. İbrahim, hem peygamberdi, hem peygamber oğluydu ve hem de on iki oğlu vardı. Allah, oğullarından birini gözünden uzaklaştırınca, hüznünden saçları ağardı; beli büküldü ve ağlamaktan gözleri görmez oldu. Hâlbuki onun oğlu yaşıyordu. Ben babamın, kardeşimin ve Ehlibeyt'imden on yedi kişinin öldürüldüğünü, topraklar üzerinde kaldığını gözlerimle gördüm. Nasıl ağlamam, hüznüm nasıl son bulsun?
(Kerbela Şehitlerinin Ardından) kitabından alıntıdır.