Koruma mı kontrol ve tasallut mu?

Paralel devletin hüküm sürdüğü dönemde bir bürokrat bana: “şu gördüğün korumalar var ya bunların asıl görevi mensubu oldukları örgüt adına beni gözetim ve denetim altında tutmaktır. Beni korumak görünümü altında gün boyu yaptıklarımı örgütlerine rapor ediyorlar. ‘Koruma’ dedikleri aslında kontrol altında tutmaktır. Memleket yararına ama örgütleri aleyhine olacak en ufak bir icraatımın bana neye mal olacağını çok iyi biliyorum.” Demişti.

Türkiye 1952 yılından beri sözde NATO koruması, gerçekte kontrol denetimi altındadır. Bu güne kadar NATO’nun korumasına dair bir icraatına şahit olmadık. NATO’nun bizi korumak gibi bir derdinin olmadığını 5 Haziran 1964 yılında Amerika başkanı Johnson’un İnönü’ye gönderdiği mektuptan net olarak anlaşılmaktadır. O mektupta Kıbrıs’a müdahale edildiği taktirde Sovyetler’e karşı NATO’nun 5. Maddesinin işletilmeyeceği ve Türkiye’ye verilmiş bulunan askeri malzemenin kullanılmasına izin verilmeyeceği belirtilmiştir. Bu onur kırıcı aşağılayıcı mektuba karşılık Başbakan İnönü şöyle bir cümle sarfetmiştir: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyada yerini alır.”

Yeni bir dünya için Merhum Erbakanın D 8 girişiminden başka bir teşebbüs olmamıştır. Amerikan üsleri ilk defa O’nun tarafından kapatılmıştır. Erbakanın bu girişimleri partisinin parçalanması ve kendisinin hapsedilmesi ile sonuçlanmıştır.

Türkiye üyesi olduğu bu savunma teşkilatının patronları olan ABD ve İngiltere’nin murakabe ve denetimi hatta fiili esareti altındadır. Başta sınır komşuları olmak üzere dış politikasının tamamında patronlara bağımlı hareket etmek mecburiyetinde bırakılmaktadır. Dini ve milli çıkarlarımız Irak ve Suriye halkının yanında durmamızı gerektirdiği halde Irak’ın Amerika ve İngiltere tarafından talanına destek olmak zorunda kaldık. 1 Mart tezkeresini meclisten geçirmesek de başta incirlik olmak üzere Amerika üslerini emperyalizmin hizmetine sunduk. Suriye’nin parçalanmasına ve İsrail için kolay lokma olmasına yardımcı olduk.

ABD ve İngiltere bir yandan gölge vali gibi hareket eden büyük elçileri  bir yandan nüfuz ettikleri askeri ve sivil bürokrasi diğer yandan kontrol ettikleri beşinci güç olan medya vasıtası ile hükümetlerimizi sağcı, solcu, ‘İslamcı’ ayrımı yapmadan kendi politikalarına hizmet ettirmektedirler.

Türkiye, Aksa Tufanı sonrası Gazze’de yaşananan katliamlar karşısındaki çaresizliğini iliklerine kadar yaşamıştır. Türkiye’nin bu onur kırıcı zilletten kurtulması gerekir. Bunun yolu hiç zaman kaybetmeden NATO’dan çıkmak Amerikan üslerini kapatmaktan geçer. Kuşkusuz bunun hem iktidara hem de millete ağır maliyetleri olacaktır. İktidar bu bedeli ödemeye razı olmazsa halk onu iktidardan uzaklaştırma baskısı ile buna razı etmelidir.

Millet genel olarak bu zillet ortamından çıkış arıyorsa seçimlerde partilerin ABD ve NATO karşıtlığını öne çıkarmalı ve bu hayati meseleyi ekonomik kaygıların önüne geçirmelidir. Açlığa yoksulluğa razı olduğunu ama esarete asla razı olmadığını her fırsatta yönetime talip olanlara deklere etmelidir.

Siyasi ve ekonomik bağımsızlığı olmayan bir devlet esaret altındadır. Kendisi esaret altında olan birinden başka esirleri kurtarmasını beklemek abestir.

Dünyanın sayılı ordularından birine sahip olmamıza rağmen Yemen kadar Gazze’ye yardımcı olamayışımızın başka izahı var mı?!Yemen tam bağımsız olmasaydı İşgalciye füze fırlatabilir miydi?!

Bir ülke küresel emperyalizmin tasallutunda kurtulma iradesini ortaya koyduğunda kurtulmuş olanların tam desteğini alacağından kuşkumuz olmasın!

Şüphesiz her zorluğun ardında kolaylık vardır.(inşirah 5)

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın