Bunun, dama oyununun kuralı olduğunu oynayanlar bilir. Maksadı rakibinin taşlarını yemek olan oyuncu bir taşını neden bilerek ve isteyerek rakibine yedirir! Çünkü o bir taşı karşı tarafa yedirmekle ne kadar taş toplayacağını çok iyi hesaplamıştır. Oyundan anlamayanlar yedikleri taşı kazanç sayıp sevinirken anlayanlar karşı hamleyi tedirginlikle beklerler. Hiç kimse yenilen taşın bir başarı olmadığını söyleyemez.
Büyük Orta Doğu Projesi (BOP), ilk kez 2000 yılındaki Davos Zirvesi’nde Dick Cheney tarafından dillendirildikten sonra bize bu taşları çeyrek asırdır yediriyorlar. Yediğimiz ilk taş “Arap baharı” olmuştu. Çok sevinmiştik, çünkü diktatörlerden kurtuluyor demokrasiye(!) kavuşuyorduk. Gerçi Irakta Basralı Ömer mektubunda bize:
“Ben Basralı Ömer
Belki Haberin Yoktur Diye Yazıyorum Mr. Franks.
Önce Demokrasi Yağdı Göklerimizden
Sokaklarımızda Kan Ve Et
Sonra Özgürlük Geçti Üzerimizden Palet Palet
Ve İnsan Hakları Namlularında
Yüzü Maskeli Adamların
Saniyede Bilmem Kaç Adet
Demokrasi Bizim Eve de İsabet Etti
Bir Gün Sonra Anladım Koptuğunu Ayaklarımın
Tam On sekiz Adet İnsan Hakları Saymışlar Vücudunda Babamın ….”
Diyerek gelecek DEMOKRASİYİ tarif etmişti ama yine de sevinmek zorundaydık. Çünkü Diktatörlerin gidişine sevinmeye mecburduk.
Diktatörlerin yerini daha acımasız olanları aldı. Ülkeler harabeye döndü. Mısır, Libya ve Tunus’ta zindanlar ümmetin umudu gözüyle bakılan İhvan üyeleri ile doldu.
Bize yedirilen okkalı taşlardan biri de “çözüm süreci” idi. Bu taşı yediğimize de sevinmeli idik. Çünkü terör belasından “konuşarak, anlaşarak ve kan dökmeden” kurtulacaktık. Barış gelecek, anaların ağıt ve gözyaşları dinecekti. Oysa bize bu taşı yedirdiklerinde Türkiye komşularının da başına bela olan PKK’ya karşı ortak operasyon odası kurmuş, örgüt dört devletin ortak istihbarat ve askeri faaliyetleri ile felç edilmiş ve dağılma sürecine sokulmuştu.
Süreç, can çekişen örgüte can suyu oldu, birçok il ve ilçe harabeye, anaların gözyaşları sele döndü. 6/8 Kobani olayları, çukur olayları, YDGH yapılanmaları, yol kesmeler, çadır mahkemeler ve vergi dairleri yediğimiz taşın belası idi.
Şimdi de bize Türk, Kürt, Arap kardeşliği taşını, hatta Colani ve Aliyev muhabbetine bakılırsa buna Şii, Sünni, Selefi kardeşliğini de ekleyerek ümmetin birliği taşını yediriyorlar. Sevinmeyelim mi! 45 yıldır dökülen kanın son bulmasına, ırkçılık ve mezhepçiliğin yerinin ümmet kardeşliğine bırakmasına sevinmeyelim mi?!
Yemek zorunda bırakıldığımız bu taşla elimizde kalan bütün taşlarımızı kaybedeceğimizi bile bile nasıl sevinelim! Ama sevinmesek de belli etmemek zorundayız. Çünkü Şii, Sünni, Selefi, Türk, Kürt, Arap kardeşliğine sevinmesek ne ile itham edileceğimiz belli.
Bunun bir benzerini merkezi Cidde olan “İslam Ordusu” kurarak hayata geçirmek istemişlerdi. Büyük şeytan bu ordu ile kendisine silah çekenlere gözdağı vermek istemişti ama tutmadı.
Şii, Sünni, Selefi, Türk, Kürt, Arap ittifakı şöyle bir çağrıda bulunsa: “Batı Asya’da silahlı örgütler PKK’yı örnek almalı silahlarını teslim etmelidir. Silahlı örgütleri ümmetimiz(!) için tehdit kabul ediyoruz. Silahlarını devletlerine teslim etmeyen örgütlere karşı dünya ile uyumlu ümmet olarak, ortak hareket edeceğiz” Bu çağrının kim için ve kime karşı olduğu belli değil mi? Büyük Şeytanda tuzak bitmez amma, Vallâhu hayrul mâkirîn…
Dama oyununun izleyicileri içerisinde kendi takımının yediği her taşa sevinen ‘avam’ bir kitle olabilir. Ama takım oyuncusu yemek zorunda olduğu taş nedeniyle ne kadar taşının gideceğini bu taşın bedava verilmediğini bilmez mi!? Bilir elbette. Ama o bunun için oyun kurucular tarafından seçilmiştir. Oyunu da oyuncuyu da oyunun kurallarını da hatta hakemi de belirleyen güç aynıdır.
Oyuncuya kaybedeceğini bile bile bu oyunu neden oynuyorsun dediğimizde, (kulağımıza, aramızda kalsın!) “oynamak zorundayım” diyor. “Çünkü onların oyununu oynamamak, oyunlarına gelmemek, tuzaklardan kurtulmak imkânsız. Oyunlarını ve kurallarını kabul etmeyenlerin tüm taşlarını (zenginliklerini) B 52’lerle ellerinden almaya çalışıyorlar. Öyle vermektense böyle vermeyi tercih ederim” diyor. Biz de “sen vereceğine onlar alsın bu senin ahiretin için daha iyidir, yine de sen bilirsin” diyoruz.