DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Sinop’ta yaptığı açıklamada, 25 Eylül’de yapılması beklenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump görüşmesine ilişkin sert eleştiriler yöneltti. Babacan, görüşmenin hem düzenlenme biçimini hem de olası gündemini sorguladı.
GÖRÜŞME TRAFİĞİ KURUMSAL DEĞİL, ŞAHSİ
Babacan, uluslararası diplomatik görüşmelerin devlet mekanizmaları üzerinden yürümesi gerektiğini belirterek, Erdoğan ve Trump görüşmesinin detaylarının Trump’ın oğlunun İstanbul ziyareti üzerinden ayarlanmasını eleştirdi. Babacan, bu durumun, görüşmelerin içeriği hakkında “şahsi ticari meselelerin mi yoksa ülkeler arası konuların mı” konuşulacağı yönünde gereksiz soru işaretleri oluşturduğunu söyledi. Türkiye’nin güçlü bir diplomasi geleneği olduğunu vurgulayan Babacan, bu geleneğe uygun yöntemlerle hareket edilmesi gerektiğini ifade etti.
“İÇİMİ YARALIYOR”
Babacan, açıklamasının devamında İsrail-Filistin çatışmasına değinerek, Erdoğan’ın bu konudaki tutumunu sert bir dille eleştirdi. İsrail’in “tam gaz soykırım yaptığı” bir dönemde, İsrail’in en büyük destekçisi olan ABD yönetimine yönelik Erdoğan’ın yaklaşımını sorguladı.
Babacan, “İsrail’in tam gaz soykırım yaptığı bir dönemde Sayın Erdoğan’ın bu konu hiç yokmuş gibi davranması, Trump’la olan ilişkilerinde, görüşmelerinde bu konuya ağırlık verilmemesi, İsrail’in en büyük destekçisine her iki lafın başında ‘dostum, dostum’ diye hitap etmesi benim içimi yaralıyor” dedi. Babacan, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve bir Müslüman olarak bu durumun kendisine yakışmadığını söyledi.
Babacan, şunları söyledi:
“BU TÜR RANDEVULAR KURUMSAL YAPILAR ÜZERİNDEN İLERLER”
“Yılda bir kez her sene eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları yapılır. Ben de yıllarca toplantılara katıldım ve Türkiye’yi temsil ettim. Dolayısıyla bu ayın önemli uluslararası etkinliği Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları. Öyle anlaşılıyor ki, genel kurul toplantılarından sonra Sayın Erdoğan, Washington’da Trump ile bir görüşme gerçekleştirecek. Her iki taraftan da gelen açıklamalar bize bunu gösteriyor. Bu gayet doğaldır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nın Amerika Başkan’yla burada görüşür, uluslararası toplantılarda görüşür. Bu görüşmeler gayet doğaldır. Ancak, görüşme trafiğinin nasıl geliştiğine bakacak olursak Trump’ın oğlunun İstanbul ziyareti bu görüşmenin detaylarının önce oğluyla görüşüyor olması, Dışişleri Bakanlıkları ya da devlet mekanizmalarının dışında bir kanalla bu randevuların ayarlanması işin içinde ticari ilişkilerin de yoğun olduğu bir gündemle ve üstelik aile fertleri üzerinden bu görüşmelerin, randevuların ayarlanması bizim bildiğimiz devlet geleneklerine çok uymuyor açıkçası. Eğer, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir devlet yapısı varsa, kurumları varsa bu tür görüşmeler, bu tür randevular kurumsal yapılar üzerinden ilerler. Görüşmelerin içeriği kurumsal yapılar üzerinden gider.
“TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN ÇOK ÖNEMLİ BİR DİPLOMASI GELENEĞİ VARDIR”
Aksi halde işin gerçekten ülkeden ülkeye devletten devlete meseleleri görüşüleceği mi yoksa şahsi ticareti meselelerin görüşüleceği toplantılar olmadığı konusunda gereksiz soru işaretleri oluşur. Onun için buna ben ülkemiz adına üzülüyorum. Keşke, Türkiye Cumhuriyeti bir zamanlar olduğu gibi güçlü devlet kurumlarının iyi çalıştığı, o kurumlardan istifade edildiği yöntemlerle yürütülse. Türkiye Cumhuriyeti’nin çok önemli bir diplomasi geleneği vardır. Bu diplomasi geleneğine uygun yöntemlerle bu ilişkiler sürdürülürse çok daha isabetli olur kanaatindeyim. Maalesef dünyada siyasetle, devlet yönetiminin şahsi ticari ilişkilerle iç içe geçtiği bir dönemi de görüyoruz. Bu sadece Türkiye’de değil, başka ülkelerde de yoğunlaşıyor. Bundan kazanan bir avuç insan olur, kaybeden milyonlarca insan olur. Eğer bir ülke topyekün zenginleşecekse, bir ülkede yaşayan vatandaşlar topyekün zenginleşecekse o zaman devletten devlete olan ilişkilerin o ülkenin tümünün çıkarı için, o ülkenin tümünün zenginleşmesi için, o ülkenin ülke olarak, devlet olarak menfaatlerinin konuşulduğu, görüşüldüğü bir süreç içerisinde yürütülmesi çok daha isabetli olur.
“‘DOSTUM, DOSTUM’ DİYE HİTAP ETMESİ BENİM İÇİMİ YARALIYOR”
Kritik dönemlerden geçiyoruz. Özellikle yanı başımızda bir Rusya, Ukrayna savaşı var. Bu savaşı Trump ‘Ben gelip durduracağım’ dediği halde yapamadı, durduramadı. Savaş halen devam ediyor. Her gün insanlar ölüyor. Belki de daha önemlisi Gazze’de savaş halen devam ediyor. Gazze’de her gün, her saat sivil insanlar, kadınlar, çocuklar ölüyor. Öyle bir İsrail hükümeti var ki şuanda her gün soykırımı, suçunu işlemeye devam ediyor. Bu İsrail hükümetinin en büyük destekçisi Amerika Birleşik Devletleri’nin yönetimi. Yani, Başkan Trump. İsrail’in tam gaz soykırım yaptığı bir dönemde İsrail’e tam destek veren ve bu desteği vermemesi durumunda İsrail’in adımını bile atamayacağı bir katliamın yaşandığı dönemde Sayın Erdoğan’ın bu konu hiç yokmuş gibi davranması, Trump’la olan ilişkilerinde, görüşmelerinde bu konuya ağırlık verilmemesi, İsrail’in en büyük destekçisine, İsrail’in yaptığı katliamın, İsrail’in yaptığı soykırımın en büyük destekçisine her iki lafın başında ‘dostum, dostum’ diye hitap etmesi benim içimi yaralıyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak ve bir Müslüman olarak benim içimi yaralıyor. Soykırımcıya, katliamcıya, en büyük desteği verene ‘dostum’ demesi sayın Erdoğan’a yakışmıyor. Bu ülkenin cumhurbaşkanına yakışmıyor.”