Çin'in Sun Yat-sen Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
Profesörü Dr. Şahir el-Şahir'in el-Meyadin sitesinde yazdığı makalede, bölgenin
mevcut koşulları ile İran İslam Cumhuriyeti'nin stratejisi ve davranışı ele
alındı.
Bu makalenin başında Batı Asya'daki krizin mahiyeti ve
kökenine değinilmektedir:
"Ortadoğu her zaman dünyanın en az istikrarlı ve en
ilgi çekici bölgesi olmuştur. Bölgedeki çatışmalar sadece iç ve bölgesel
kaygılardan kaynaklanmıyor. Öyle ki bu bölgenin işlerine yabancı müdahalenin
miktarı en etkili faktör olarak değerlendirilebilir. Kesin olan şey, Siyonist
rejimin bölgede uyumsuz bir yapı olarak ortaya çıkmasından bu yana dünyanın
herhangi bir istikrara tanık olmadığıdır.
Büyük güçler, gerçekleri gizlemek ve çarpıtmak amacıyla
bölgedeki istikrarsızlığın nedeninin çatışmanın, yani mezhepsel çatışmanın
niteliğinden kaynaklandığını, krizin kökeni ise hak sahibi ile gaspçı
arasındaki hukuki uyuşmazlıkla ilgili olduğunu iddia ediyor."
Profesör Dr. Şahir el-Şahir, makalesini şöyle sürdürüyor:
Batılı ülkeler İran'a ve İran'ın bölgedeki rolüne dair her
türlü tartışmayı ve konuyu rasyonellik ve objektiflikten uzaklaştırmayı ve
izleyiciyi yanıltmayı başardılar ve bu, İran alanında uzman olmasalar bile tüm
uzmanlar için açık olan bir şeydir.
Fırtınanın Kalbideki İran
ABD ve Batılı ülkeler, İslam Devrimi'ne kadar İran'ı
"asi bir devlet" olarak ya da uluslararası hukukun dışında
görmüyordu. Ancak İslam devriminden sonra İran'ın dış politikasında yeni
yönelimler oluştu ve bunların en önemlisi Filistin meselesi oldu.
İran'ın Filistin'e yönelik tutumu ne taktik ne de
propagandadır; etkinliği ve dürüstlüğü yıllar içinde kanıtlanmış, kararlı ve
ilkeli bir tutumdur. İran'da İslam devriminin ortaya çıkışı, Mısır'ın o dönemde
geri çekilmesinin dengesizliğe neden olduğu Arap-Siyonist çatışma denklemindeki
dengeyi yeniden sağladı. İran'ın bölgedeki rolünü ve etkinliğini artırmak
İran'ın hedefi değil. Daha ziyade İran'ın sahnedeki direniş hareketlerine
verdiği desteğin bir yansımasıdır.
ABD'den, Batı'dan ve İsrail'den duyulan korku, özellikle de
"bölgedeki sözde İran nüfuzunun" artması şüphesiz İran'ın nerede
durduğunu, hangi ekseni desteklediğini gösteriyor. İran, düşmanlarını kızdıran
ve onları kendisine karşı harekete geçmeye zorlayan güçlü ve etkili bir
bölgesel ülke haline geldi.
Dolayısıyla İran'a saldırı yeni bir şey değil, İslam
devriminin üzerinden henüz bir yıl bile geçmeden, aynı zamanda bir yıpratma
savaşı yaratarak Arapların ve İran'ın gücünü tüketmeye çalıştılar. Ancak
direniş eksenini desteklemek İran'ın etkinliğini artırmış ve bu ülkenin
Siyonist düşman ve destekçileriyle karşı karşıya gelmesini sağlamıştır.
İran'ın pozisyonları, ABD ve İsrail'in, geniş bir medya ve
propaganda kampanyasında sürekli olarak İran'ı "şeytan" olarak
göstermeye çalışmasına neden oldu. İran halkının reddettiği gerici hükümetler
ve paralı ve muhalif gruplar da bu konuda onlara yardım ediyor.
Aksa Tufanı ve İran Üzerindeki Baskı
Çin'in Sun Yat-sen Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
Profesörü, makalesinde Aksa Tufanı operasyonuna ve İran'ın etkisine de
değinerek şöyle yazdı:
İran'ın direniş fikrine ve Filistin meselesine verdiği fikri
destek, direniş eksenine verdiği lojistik destekten daha az değildir. İran'ın
Hamas hareketini destekleme ve Filistin halkının haklarını destekleme tutumu da
dünya güçlerinin bölgede anlaşmaya varılması için İran'a baskı yapılmasının
gerekliliği veya onunla uğraşmanın kaçınılmazlığı hakkında konuşmalarına sebep
oldu.
Tahran'ın Hamas hareketine verdiği destek, "Sünni-Şii
çatışması" fikri ve Tahran'ın Şii direniş hareketlerini desteklediği
yönündeki suçlamalar konusundaki kısır ve saçma tartışmaya son verdi. Bu da pek
çok kişiyi Filistin meselesine ve İran'ın bu alandaki rolünün ilerlemesine ve
gelişmesine ilişkin "Şii" İran ile "Sünni" Türkiye'yi
karşılaştırmaya zorladı.
Pek çok insanın anlamak istemediği gerçek şu ki, bugün İran,
Irak'tan başlayıp Lübnan ve Suriye'ye, oradan da Yemen'e kadar girdiği birçok
davayı kazanmış durumda. Bu gerçek İran'ın konumunun gücünü ve müzakeredeki
kartlarını artırdı. Sonuç olarak bölgede ve dünyada "İran'la müzakere
edilmesi ve İran'la ilişkilerde politika dikte etmekten kaçınılması
gerektiği" düşüncesi yerleşmiştir.