Bu nedenle toplumsal bellek bir sınıf mücadelesi alanıdır.
Emekçi sınıfların siyasi temsilcisi kendi tarihine sahip çıkmaya, sermaye
sınıfı ise unutturmaya ve bulandırmaya çalışır. Sınıfın örgütlülüğü, politik
hedefleri ve sınıf kini bu tarihsel belleğe dayanan bilinçten doğar.
Bir test yapalım hemen:
Bologna size ne ifade ediyor?
İtalya’da bir kent, eski ve önemli bir üniversite?
Yoksa Avrupa Birliği’nin yükseköğrenim programı mı?
Yani Avrupa tekelci sermayesinin belleğiyle oynanmış,
istenilen şekilde yoğrulmuş beyinleri ile kendini sömürtmeye hazır kalifiye
emekçi yetiştirme programı mı?
Eğer aklınıza ilk gelen Bologna yükseköğrenim süreci ise
sermaye sınıfına karşı ideolojik cephedeki savaşı kaybetmiş ve belleksiz
kalmışız demektir.
Çünkü tarih bilincine sahip her emekçi Bologna Tren
İstasyonu Katliamını hatırlamak zorundadır. 2 Ağustos 1980’de saat ayarlı
bombanın patlaması ile İstasyon binası yıkılır, 85 kişi ölürken 200 kadar kişi
yaralanır.
Bu olay bize İtalya’nın geçen yüzyılın ikinci yarısında
nasıl büyük çaplı bir emperyalist müdahale ile karşılaştığını ve NATO’nun
emekçi sınıflara karşı bir terör örgütü olduğunu gösterir.
Aynı zamanda karşılaştırmalı tarih açısından da öğreticidir.
Bir ay kadar sonra Türkiye’de NATO tarafından düzenlenen bir askeri darbe
olacaktır. Her iki olay da aynı örgüt tarafından tezgâhlanmıştır.
Ama olayın anlaşılması için işi başından alalım:
Ulusal bütünlüğünü geç sağlayan ve kapitalizme geç giren
ülkelerin tekelci burjuvazisi oluşur oluşmaz faşizme yönelmiştir: Almanya,
İtalya ve Japonya…
Artık bir iktidar hedefi ile davranan işçi sınıfına karşı
duyulan korku ve yeniden paylaşım savaşının gerektirdiği militarizm bu benzer
zamanlarda beliren faşizmleri açıklamaktadır.
İkinci Dünya Savaşı sadece bir emperyalist paylaşım savaşı
değil, şiddetli bir sınıf savaşıydı. Bu boyutu kavramazsak Batı emperyalizminin
propaganda tuzağına düşeriz. ABD ve İngiltere’nin Normandiya, İtalya ve
Yunanistan çıkarmaları Nazilere karşı değil, bu ülkelerde komünist partilerin
öncülüğündeki anti-faşist ve yurtsever partizan savaşına karşıydı. Çünkü
Sovyetler Birliği’nin Nazilere karşı artık kesinleşen zaferi ile birlikte
halkın büyük sempatisini kazanmış olan bu direnişler emekçi iktidarlarıyla taçlanabilirdi.
İtalya’da Mussolini rejiminin yıkılması ile İtalya Komünist
Partisi cumhuriyete razı olup silah bıraktı. Burada ayrıksı örneği silah
bırakmayan Yunanistan Komünist Partisi’nin verdiğini biliyoruz.
Ancak ABD bu ülkeleri ve devletlerini hiç bırakmadı.
Özellikle İtalya’da faşist devlet görevlileri korundu ve komünistler tasfiye
edilirken anti-komünist bir devlet inşa edildi.
1949’da NATO’nun kurulması ile birlikte NATO’ya katılan her
devlete gizli bir anlaşmaya imza attırdılar. Bu anlaşmaya göre devletin içinde
ve NATO’ya bağlı emekçi sınıfların ayaklanma olasılığına karşı bir yer altı
örgütü inşa edilecekti. Bu örgütün İtalya’daki ismi Gladio oldu ve CIA’nın en
üst düzey kadroları tarafından öncelikli olarak örgütlendi.
Gladio Sardunya adasında kara yolu olmayan gizli bir kamptan
yönetiliyordu ve hücre şefleri burada sabotaj, bombalama, suikast, bilgi
çarpıtma gibi konularda eğitim alıyordu. Benzer şekilde Türkiye’de 60’lı
yılların sonuna doğru gazeteler “Komando Kampları”ndan bahsediyordu ama ne
anlama geldiği tam olarak çözülemiyordu. İtalya’ya yasa dışı yollardan büyük
hacimli askeri mühimmat sokularak çeşitli yerlerde toprak altına gömüldü.
Gladio sadece askeri bir örgüt değildi, en azından açığa
çıkmış 34 gazeteci bu örgütten fonlanıyordu. Bunun dışında siyasiler, mason
locası mensupları, mafya liderleri, sendikacılar, yönlendirilen bazı sol
gözüken örgütler vb. hep Galdio’ya bağlıydı.
1949’dan günümüze gördüğü işleve göre NATO tarihini
sınıflandırma denemesi yaptığımız yazıya bakabilirsiniz.
NATO 1990’a kadar hemen hemen hiç savaşmadı, işi gücü dünya
emekçi sınıflarının eşitlik ve özgürlük mücadelesini her türlü insanlık dışı
yöntemle engellemekti. İtalya’da Bologna Tren İstasyonu’na gelene kadar
defalarca terör eylemi gerçekleştirdi Gladio. Örneğin, 1969’da Ulusal Tarım
Bankası’na yerleştirilen bomba patladığında arkasında çoğu tarımsal kredi için
bekleyen köylüler olan 17 ölü, 84 yaralı bırakmıştı.
Terör eylemlerinde hep sol örgütler suçlandı, devlet
eylemden önce başlayarak suçluları koruyacak önlemler aldı. Amaç halkın İtalya
Komünist Partisi’ne olan sempatisini ve desteğini kesmeye dönüktü. Ayrıca işçi
eylemlerine doğrudan saldırılar düzenleniyordu. Örneğin, 1963’te inşaat
işçileri mitingine polis üniforması giydirilmiş Gladio üyeleri saldırmıştı.
Türkiye’deki 1977 1 Mayıs katliamının faalini başka yerde aramıyoruz tabi.
Bologna 1980’e gelebiliriz artık.
Bu yazıda altını doldurmamızın mümkün olmadığı bir başka
sürece sadece değinip geçeceğiz. 1970’lerin başında İtalya Komünist Partisi
Avrupa komünizmi denen sınıf uzlaşmacılığına yattı ve bu şekilde tarihsel
olarak kendini ortadan kaldıracak süreç başlamış oldu.
Ancak halen çok kitleseldi, genel seçimlerde oy oranı %30
ile %40 arasında değişiyordu. Tarihsel uzlaşma açılımı ile Hıristiyan
Demokratlarla koalisyon hükümeti kurma ve reformlar dalgasını siyasi
programlarına işlemişlerdi.
Konuyu kavramamız için şu gerekli, İtalya Komünist Partisi
uzlaşma yoluna girmişti ama ABD halen onlardan korkuyordu ve kesinlikle hükümet
üyesi olarak görmek istemiyordu komünistleri.
Hıristiyan Demokratların lideri Aldo Moro ABD’den izin
alamadı ancak koalisyonu kurma kararı almaktan başka çaresi kalmamıştı. ABD
Dışişleri Bakanı Kissinger Aldo Moro’yu “Bunun bedelini ödeyeceksin” diye
telefonda azarladı. Aldo Moro “Tarihi Uzlaşma” anlaşmasının imzalanacağı 16
Mart 1978’de kaçırıldı, 55 gün sonra cesedi bulundu. Suç birçok kez olduğu gibi
silahlı sol bir örgütün üzerine yıkıldı.
Bu olay emperyalizmin ülkeleri ve halkları nasıl kendine
bağlı olarak yönettiğinin çok ibret verici bir örneği olarak tarihe geçti.
1979 seçimlerinde İtalya Komünist Partisi hala yüksek oy
oranına sahipti ve koalisyon fikri çekici ve gündemdeydi.
Ve Gladio o günlerde Bologna Tren İstasyonu katliamını
gerçekleştirdi.
1990’dan sonra NATO yeni bir aşamaya geçecek ve NATO’ya
bağlı ülkelerdeki örgütlerini kısmen tasfiye edecekti. İtalya’da da sanki
namuslu bir savcı işi gibi lanse edilen tasfiye operasyonu gerçekleşti. Ancak
Gladio üyeleri tam olarak hiçbir zaman deşifre olmadılar. Çünkü düzenin bu
deşifrasyonla birlikte gitmesi mümkün değildi, geride düzeni sürdürecek kadar
temiz siyasi kadro kalmıyordu.
Bugün Türkiye’de de 1990 öncesi Kontrgerilla üyeleri
milletvekili, parti lideri, belediye başkanı vb. düzenin yeni gereksindiği
rolleri oynuyorlar.
Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi’ne Eylül ayında başlayacak
“NATO’ya ve emperyalist savaşa hayır” kampanyasında başarılar diliyoruz.
Erhan Nalçacı/sol