Rakamlara karşı insan yüreği bir süre sonra nasırlaşıyor.
Bize ölenlerin tek tek yüzlerini gösterseler, ölen çocukları bir arada
ölmemişler de okula gidiyor gibi hayal ettirseler, öldürülen öğretmenleri,
öğretim üyelerini, sanatçıları, sağlıkçıları, gazetecileri anlatsalar nasıl bir
cinayet makinesi ile karşılaştığımızı daha iyi anlayacağız. Ayrıca günümüz
silahlarının korkunçluğu ile uzuvlarını kaybeden ve yaşamını o koşullarda
sürdürmeye çalışan insanlardan bahsetseler…
Sonuçta dünya halklarına karşı işlenen suçlarda NATO ve
İsrail birbirine yakışıyor.
Bu köşede NATO’ya ilişkin yaptığımız dizinin üçüncü kısmını
NATO-İsrail ilişkisine ayırmak yararlı olacak.
İsrail NATO üyesi mi?
İsrail doğrudan üye olmamakla beraber NATO’nun hep öncelikli
ortağı oldu.
İsrail ve NATO arasında 1970’li yılların sonuna doğru
istihbarat paylaşımı ve askeri eğitimi içeren bir anlaşma yapıldı.
Ancak İsrail daha fazlasını isteyecektir. NATO’nun
Brüksel’deki merkezinde kalıcı ofis açmak ve “İleri İşbirliği “programına dâhil
olmak isteyen İsrail 2010’da Türkiye’nin vetosu ile karşılaşır. İsrail’in
Gazze’ye yardım için giden Mavi Marmara gemisine yaptığı baskınla veto
gerekçelendirilir.
AKP’nin Batı emperyalizmiyle yaptığı pazarlıklarda İsrail
vetosu masada olacaktır. 2012’de Türkiye kısmen vetoyu çeker, İsrail’e NATO
seminer ve çalışmalarına katılma olanağı doğar. Karşılığında hükümet geçici
olarak NATO’dan Patriot Bataryaları alır.
2016’da ise Türkiye vetosunu tamamen çeker, İsrail halen
sürecek şekilde NATO merkezinde kalıcı bir ofis elde eder. Böylece İsrail bazı
NATO tatbikatlarına da katılabilen adı konmamış bir NATO üyesi haline gelir.
Örneğin, son dönemde İsrail-İran arasındaki düşük yoğunluklu
savaşta Türkiye’deki Kürecik başta olmak üzere NATO’nun bölgedeki tüm
radarlarından gelen bilginin İsrail’e servis edildiği düşünülmektedir.
Şimdi İsrail karşıtı kesilen AKP’nin bu yalpalamasını
halkımızın dikkatine sunuyoruz. İsrail özünde hep aynı İsrail’di, yalpalamayı
gerektirecek hiçbir unsur olamazdı.
Şunu hatırlatalım, İsrail’in değişmeden kaldığını söylemek
istemiyoruz. Tabi ki İsrail işçi sınıfı iktidardaki sermaye sınıfına karşı
direniyor, güç dengeleri bir değişim içinde. Örneğin, geçen gün savaşa karşı
gerçekleştirilen genel grevin bir anlamı vardı. Ancak iktidardaki tekelci
sermeyenin suça eğilimi ve kirliliği öylece değişmeden duruyor.
Bu yalpalamayı, zaten NATO üyesi olmayı kendine uygun gören
Türkiye sermayesinin ilkesiz pazarlıkçılığında aramak gerekiyor.
ABD ve İsrail askeri ilişkileri
Öncelikle NATO’nun ABD tekelci sermayesinin çıkarlarını
temsil ettiğini biliyor ve neredeyse ABD ile eş anlamlı olarak
kullanılabiliyoruz. NATO; ABD’den sonra İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya,
Hollanda vb. ülkelerin sermaye sınıflarının çıkarları için işbirliğini
anlatıyor bize. Bu yüzden İsrail ile ABD askeri ilişkilerine bakmak daha bütün
bir resim verecektir.
İsrail ve NATO hemen hemen aynı zamanda kuruldular. ABD’nin
1949’dan günümüze İsrail’e yaptığı askeri yardımın 300 milyar dolar civarında
olduğu söyleniyor.
Grafik dolar cinsinden çeşitli ülkelerin 1946-2022 yılları
arasında ABD’den aldığı askeri yardımı enflasyona dair düzeltme yapıldıktan
sonra gösteriyor. Bu sade grafik her ülke halkının başına gelen olayları
saklıyor, örneğin, Kore ve Vietnam savaşlarını, Afganistan ve Irak’ın işgalini,
Türkiye gibi ülkelerin bağımlı hale getirilmesini... Ancak İsrail’in aldığı
askeri yardımın şaşırtıcı büyüklüğü dikkatten kaçmıyor. Ayrıca İsrail miktardan
bağımsız olarak en üst düzey askeri teknolojiye kavuşmuştur bu destekle,
dolayısıyla ülkeler arasında askeri yardımın niteliği arasında da büyük fark vardır.
Bu yazı dizisinin beşinci ve son kısmında Türkiye’nin
ABD’den aldığı askeri yardımın hiçbir işe yaramadığını yazacağız. Ancak Türkiye
ve İsrail’in aynı kaynaktan, ABD-NATO’dan aldığı yardım bütün eşitsizliğine
rağmen halkımıza utanç veriyor.
İsrail’deki tek yabancı askeri üs(ler) ABD’ye ait bulunuyor.
Yine ABD’nin bir Ortadoğu savaşında kullanılmak üzere bu ülkeye çok büyük
miktarda askeri malzeme depoladığı biliniyor. ABD ve İsrail düzenli olarak
askeri manevraları diğer NATO ülkelerinin de katılımıyla gerçekleştiriyor.
Ayrıca ABD Gazze saldırısında gördüğümüz gibi, İsrail’e BM
Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisini kullanarak siyasi destek sağlıyor, daha
doğrusu İsrail’in işlediği suçların ortada kalması için elinden geleni yapıyor.
Şunu da eklersek resim bütünleşecek: İsrail’in Gazze’de
gerçekleştirdiği katliam esnasında Avrupa devletleri adeta ülkelerinde bir
sıkıyönetim ilan etti. İsrail’in eylemlerinden dolayı
eleştirilmesi anti-semitizm ile eş tutuldu. Böylesine bir
ideolojik aygıtın işlemesi için dizinin geçen haftaki kısmında bahsettiğimiz
gizli NATO’nun görev başında olması gerekir. NATO tarafından satın alınmış
sayısız gazetesi, yazar, siyasi ve akademisyen olmadan böyle bir ideolojik
baskı ortamını kuramazlardı.
Bir nükleer suç örgütü olarak NATO ve İsrail ilişkileri
ABD Japonya’da sivil halkın üzerinde ilk nükleer silahları
deneyerek dünya halklarına karşı halen yargılanmamış olan büyük bir suç
işlemişti. NATO 1949’da bu suçun üzerine inşa edildi, bu suça karşı sessizlik
ve yeni nükleer suçları ilave etme potansiyeli ile çalıştı.
Eğer NATO’nun kuruluşundan hemen sonra aynı yıl içinde
Sovyetler Birliği nükleer silah ürettiğini bildirmeseydi, muhtemelen çok daha
kitlesel ve acı olaylar yaşayacaktık. Buna rağmen NATO’nun Sırbistan saldırısında
kullanılan zayıflatılmış uranyumun halen kansere ve ölümlere yol açtığını daha
önce ele almıştık.
İsrail’in nükleer silahlara sahip olmasının ve tamamen
uluslararası denetimden serbest kalışının öyküsü doğal olarak ABD’nin ve sonra
NATO’nun sahip çıktığı gelenek içinde okunabilir.
İsrail kuruluşunun başından itibaren nükleer silah sahibi
olmak istedi. Fransa ile 1950’lerdeki kirli ilişkisi (Fransız sömürgelerinde
istihbarat desteği veya Süveyş Kanalının ele geçirilmesi gibi) sonucu nükleer
reaktöre kavuştu. 1960’larda atom, 1980’lerde hidrojen bombasına sahip olmasına
ABD ve müttefikleri göz yumdular, hatta el altından destek verdiler.
Sonuçta NATO Sovyetler Birliği’ne ve emekçi sınıfların
iktidar kavgasına karşı kurulmuş bir örgüttü. Ortadoğu bu anlamda bir sınıf
savaşına sahne oluyordu. Sovyetler Birliği’nin desteği ile burjuva devrimleri
olabileceğinden ileri çekiliyor, feodalizme ve emperyalizme karşı yoğun bir
mücadele veriliyordu. İsrail’in bölgede tek nükleer silah sahibi ülke olarak
kalması bu mücadeleye bütün Soğuk Savaş boyunca büyük zarar verdi.
İsrail; Irak, Suriye ve İran’da nükleer gelişmelere, çok
sayıda bilim insanına suikast yaparak veya tesislere saldırarak engel olmaya
çalıştı. Halen 100 civarında nükleer silaha sahip olduğu tahmin edilirken
ABD’nin koruyucu şemsiyesi altında asla uluslararası olarak denetime tabi
tutulamıyor ve hiçbir anlaşmanın parçası değil.
Gazze’de 40 bin kişiyi katleden bir devletin nükleer
silahlara davranmayacağının hiçbir garantisi bulunmuyor.
Sakın İsrail’i işlediği suçlardan dolayı protesto edip
NATO’yu savunmayın bize.
İkisinin birbirinden farkı yok, aynı lanet doku.
NATO’ya ve emperyalist savaşa hayır./ ERHAN NALÇACI/SOL