17 ve 18 Eylül tarihlerinde Mossad’ın Hizbullah’ın iletişim
sistemlerine ve elektronik cihazlarına yönelik sabotaj operasyonlarından sonra,
Beyrut-Tel Aviv arasındaki gerilimler yeniden arttı. Siyonist rejimin terör
eylemlerinin ardından, Lübnan İslami Direnişi, İsrail’in işgali altındaki
kuzeydeki Şumire askeri üssü, 810. Tümen’in komuta merkezi, Mutele yerleşkesi,
Edamit ve Liman üssünü hedef aldı.
Öte yandan, İsrail ordusu da Lübnan genelinde 50 noktaya
saldırıda bulundu. Güney Lübnan’da geniş çaplı bir savaşın başlayabileceği
ihtimali artarken, Amerikalılar yeniden "arabulucu" rolünde görünmeye
çalıştı. Taraflardan, kuzeydeki krizi diplomatik kanallar aracılığıyla
çözmelerini istedi. Ancak bu "insani" görünümün aksine,
Amerikalıların son bir yıl içindeki sicili, Tel Aviv’in savaş politikalarıyla
tam bir uyum içinde olduklarını ve Siyonist rejimin ordusuna sınırsız silah
yardımı sağladıklarını gösteriyor. Bu nedenle, Washington, Gazze ve Lübnan'daki
halkın katledilmesinde Siyonist rejimin ilk suç ortağı olarak kabul
edilmektedir.
Silah Desteğinden Arabuluculuğa
Biden yönetimi, son bir yıl içinde Lübnan-Siyonist rejimi
anlaşmazlığında "arabulucu" rolünde bulunmaya çalışıyor. Washington,
görünüşte bölgedeki gerilimin artışını önlemeye çalışmaktadır. Bu süreçte, Beyaz
Saray’ın Orta Doğu Özel Danışmanı Amos Hochstein, arabulucu olarak sadece
İsrail tarafının taleplerini Beyrut’a iletmektedir. Diğer bir deyişle,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararının uygulanması ve
seçkin güçler Rıdvan Birliği’nin Litani Nehri’nin yukarısına çekilmesi,
Siyonist rejimin göç edenlerin geri dönüşü için tek talebidir.
Oysa ki, şimdiye kadar Amerikalılar, direniş ağının ve İslam
ülkelerinin Gazze’deki savaşın sona ermesi ve kapsamlı bir ateşkes ilan
edilmesi taleplerini yerine getirmemiştir. Bu konu, bölgesel ve uluslararası
tüm aktörler için kesindir. Hizbullah’ın tek talebi, Gazze’deki savaşın sona
ermesi ve bu bölgedeki soykırımın durdurulmasıdır.
Amerika, diplomatik ve medya alanında kendini bölgede iyi
niyetli ve barış yanlısı bir aktör olarak göstermeye çalışırken, pratikte
farklı bir politika izlemektedir. 18 Ekim 2023’te, Amerikan Kongresi, İsrail’e
14.3 milyar dolarlık bir yardım paketi onaylamıştır. Nisan 2024’te, İran ve
direniş eksenine karşı İsrail’e yardım amacıyla 17 milyar dolarlık bir başka
yardım paketi, Amerika’nın iki ana partisinin oylarına sunulmuştur. Doğrudan
mali yardımların yanı sıra, Washington, işgal altındaki Filistin’e önemli
askeri teçhizat da göndermiştir.
Bu silahlar arasında F-35 savaş uçakları, F-15 bombardıman
uçakları, Patriot füze savunma sistemleri ve çeşitli mühimmat bulunmaktadır.
"JDAM" ve "GBU" yönlendirilmiş bombalar, Hellfire füzeleri,
155 mm’lik top mermileri, "MQ-9 Reaper" insansız hava araçları, jet
yakıtı ve diğer lojistik malzemeler, Siyonist rejime yardım için yapılan
ihraçların içindedir. Ekim 2023 ile Mart 2024 arasında Amerika’nın İsrail’e
100’den fazla askeri malzeme gönderdiği bildirilmektedir. Bu süreç, Biden’ın
İsrail ordusunun Rafah’a saldırmaması gerektiği yönündeki uyarısının ardından
da devam etmiştir.
Bu nedenle, bazı analistler, Siyonist rejimin, Amerika’nın
istihbarat ve teknik yardımları olmaksızın Hizbullah’a ciddi bir güvenlik
darbesi vurma kapasitesine sahip olmadığını düşünmektedir. Lübnan’daki telsiz
ve çağrı cihazları patlamasının ilk saatlerinde, bazı güvenlik uzmanları
Mossad’a "GCHQ" ve "NSA" tarafından olası bir yardım
yapılmış olabileceğini bildirmiştir. Bu operasyonun gerçekleştirilmesinden
yaklaşık 10 gün önce, Centcom Komutanı General Michael Kurilla, işgal altındaki
Filistin’e seyahat etmiş ve Hizbullah’a karşı son operasyon planları hakkında
bilgi almıştır. Daha önce, Siyonist rejimin terör eylemleri sırasında, örneğin
şehit komutan İmad Muğniye’nin suikastinde, Amerika’nın güvenlik organlarının
Mossad ile aktif iş birliği yaptığı açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Eski CIA
çalışanı Edward Snowden da bu tür operasyonların CIA’nın özel uzmanlık
alanlarından biri olduğunu iddia etmiştir.