Rasthaber - “Biz onlara, kendinizi öldürün, yahut ülkenizden çıkın diye emretseydik, bunu onlara farz etmiş olsaydık, ancak içlerinden pek azı bunu yapardı. Hâlbuki kendilerine verilen öğüdü tutsalar, deneni yapsalardı, bu hem onlara daha hayırlı olurdu, hem de inançlarını kökleştirirdi.” (Nisâ / 66)
Resulallah’ın (s.a.a) İsmail’inin akıbeti, İbrahim’in (a.s) İsmail’inin akıbetinden daha acı olmuştur. Allah Teâla tüm peygamberleri (Allah’ın selâmı hepsinin üzerine olsun) sınadığı ve tekâmüllerini nihayetlendirdiği musibetlerin tümünü, Resulallah’ın (s.a.a) hayatı içerisine yaymıştır ki, Allah, O’nun (s.a.a) zamanında vuku bulmayan olayların acısını bile O’na (s.a.a) kendi zamanında yaşatmıştır. Mütevatir düzeye ulaşmış, “Cebrail’in (a.s) Kerbela toprağından getirip, İmam Hüseyin’in (a.s) şahadetini müjdelediği” rivayetlerde olduğu gibi. Ve Ehl-i Beyt’e Allah’ın Habib’inden miras kalan şey, O’nun (s.a.a) ve atalarının hayatları boyunca hakikate tutunmalarından kaynaklanan, Allah düşmanlarının biriktirdiği kinin, kusulması sonucu, uğrayacakları musibetler olmuştur. “Allah’ın, dostlarına gönderdiği musibetler, Allah’ın onlara ihsanıdır.” hadisi bu musibetlerin, görünen yüzünün acı amma batın yüzünün de, ne kadar tatlı olduğunun açıklayıcısıdır.
“Çocuk kendisinin yanı sıra yürümeye başlayınca, ‘Ey oğulcuğum! Doğrusu ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?’ dedi. ‘Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap. Allah dilerse beni sabredenlerden bulursun.’ İkisi de teslim olunca, onun alnını yere koymuştu. Ve biz, ona ey ‘İbrâhim!’ diye nida etmiştik, ‘Rüyanı gerçekleştirdik. Şüphe yok ki biz, böyle mükâfatlandırırız iyilik edenleri.’ Şüphe yok ki bu, elbette apaçık bir imtihandı.” (Sâffât / 102-106)
Ehl-i Beyt (a.s) bu hakikati Resulallah’tan (s.a.a) duyduklarında, şüphesiz sabredeceklerini vaat etmişlerdi ki, onların (a.s) büyük imtihanı (ihsanı), bıçak boğaza dayandığında sona ermedi, gelecek olanın (Allah O’nun gelişini bizim amellerimizle hızlandırsın) gitmesine kadar da sürecek, Allah-u A’lem.
“Her gün Aşura, her yer Kerbela” diyen İmam Cafer Sadık (a.s) da bu sözle, “Biz onlara, kendinizi öldürün, yahut ülkenizden çıkın...” ayetinin işaretlerini genelleştirmiştir. Bu ayet Allah ile ahitleşen her insanın günlük olarak karşısına çıkan bir emir oluvermektedir. Ve fakat bu emrin insanların kanları ile hiçbir alakası yoktur. Ve dahi, zahir olarak bilinen küçük cihatla da. Bu ve benzeri vakıalar, kâinat varolduğundan bu yana münferit yani tekil olarak varolmuşlardır. İmam Ali’nin (a.s), “Allah’a andolsun ki, fitnenin gözünü çıkardım.” demesi ve oğlu İmam Hasan’a (a.s) kendisinden sonra bunlara (Nakisiyn, Marıkiyn, Qasıtiyn) asla bulaşmamasını istemesi ve İmam Hüseyin’in (a.s) kendisi ile beraber gitmek isteyen insanlara, kendilerince daha efdal olan imtihanlarını vermek durumunda olduklarını ve “hüzün ve bela” yerinin musibetini ise ancak kendinin ve birkaç dostunun kaldırabileceğini söylemesi gibi. Hatta bir borçlunun onunla Kerbela’ya gitme isteğini duyduğunda, geri dönüp borcunu ödemesi gerektiğini söylemesi, bu emrin “Biz onlara, kendinizi öldürün, yahut ülkenizden çıkın...” günlük olarak karşımıza çıkmasındaki hikmeti de bir nebze olsun derk etmemizi sağlamış olur.
Her Kerbela’nın zemininin insanın kendisi olduğu, Aşura’nın ise verilecek nefsanî tavizlerle süslenilmesi gerektiği algılanırsa bu eylem, Kerbela’nın bugünkü adı, yansıması ve yaşatılması anlamına gelecektir. Âlimlerden de aktarıldığı gibi, her nefsanî amelini kendi İsmail’i edinmiş olan bizler, her Aşura’da bir İsmail kurban edersek, Kerbela’yı ihya etmiş oluruz. Bir de her günü Aşura edinmiş olanları düşünürsek, bu, Allah’a takvaca en yakın olunan makamdır ki, “nurun alâ nur”dur.
Şehitlerin, Allah’ın mükâfat olarak ne istediklerini sorduğunda, dünyaya geri dönmeyi ve tekrar, tekrar şehit olmayı istemeleri, boğazlanacak İsmaillerin boğazlanması (nefsanî tavizler) olayından alınan hazzın, Allah katındaki mükâfatlardan alınan hazdan, anlaşılmayan derecede büyük olduğu hakikatindendir. Nefsanî bir amelin terkinde de karşılık olarak en basitinden, o kötü amelin terkinin verdiği ilâhî haz yeterlidir. Bu ilâhî haz şekil ve şemail olarak çözümlenemezse dahi bu böyledir. Bu da işin içinde Allah’ın mükâfatlarının değil de, Allah’ın rızası, nazarı ve muhabbetinin söz konusu olduğunun en büyük delilidir. Bir arifin de dediği gibi:
Ey dost! Eğer gözün O’nun ihsanındaysa,
Sen kendine bağlanmışsın,
Dost’a (Allah’a) değil.
ehlader