İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım ve bölgeyi yeniden
tamamıyla işgale hazırlanması, Binyamin Netanyahu hükümetine yönelik kınama ve
kamuoyu tepkisinin artmasına neden oluyor. Daha önce İsrail’in en sadık
müttefikleri olarak bilinen Batılı ülkelerde bile, kamuoyu desteği önemli
ölçüde azaldı. Bu durum, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin Filistin devletini
tanıma yönünde adımlar atmasına ve Almanya’nın İsrail’e silah ihracatını
durdurma kararı almasına yol açtı.
Stimson Center’ın Reimagining U.S. Grand Strategy
programının kıdemli üyesi Emma Ashford, Foreign Policy dergisindeki köşe
yazısında, İsrail’e karşı değişen uluslararası havanın nedenlerini ve
potansiyel sonuçlarını derinlemesine inceliyor. Öne çıkan bölümleri
aktarıyoruz.
“Temmuz ayında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron,
ülkesinin Filistin devletini tanıyacağını açıkladı. Böylece Fransa, Filistin’i
tanıyan çoğu Avrupa dışındaki 100’den fazla ülkenin arasına katıldı. Macron’un
kararı, İsrail’in Gazze’deki tutumuna karşı Başbakan Benjamin Netanyahu’ya açık
bir uyarıydı. Ertesi gün, İngiltere’nin de ateşkes sağlanmadığı takdirde
Filistin’i tanımayı planladığı yönündeki haberler bu mesajı daha da
güçlendirdi.
Fransa ve İngiltere için bu karar sembolik bir jest gibi
görünebilir. Ancak Netanyahu üzerindeki baskıyı artırması bakımından önem
taşıyor. Aynı zamanda, haftalarca süren küresel kararsızlık ve kayıtsızlığın
ardından, dünya kamuoyunun ve hükümetlerin Gazze konusunda daha sert bir
çizgiye geçtiğini gösteriyor. Halkın İsrail’e yönelik öfkesi ve eleştirisi
artık açıkça görülüyor. İsrail yanlısı görüşleriyle bilinen Amerikalı gazeteci
Bari Weiss’in kurduğu The Free Press isimli medya kuruluşu bile, “kesin kanıt
olmadığını” vurgulamakla birlikte, Gazze’de insanlığa karşı suç işlendiğini öne
süren bir makale yayımladı.
İsrail vatandaşlarını potansiyel suçlardan peşinen aklama
çabaları bile tartışmanın yön değiştirdiğinin bir göstergesi. İsrail’in en
sadık Batılı destekçileri bile artık ülkenin uluslararası imajına uzun vadeli
zarar verileceğinden endişe ediyor. Haziran ayında Batı Avrupa’daki tüm büyük
ülkelerde İsrail’e verilen kamuoyu desteği yüzde 40’ın altına düştü. Fransa,
Almanya ve İngiltere’de halkın sadece yüzde 15’i, İsrail’in Gazze’deki
operasyonlarını Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırılarına orantılı ya da makul bir
yanıt olarak görüyor. İsrail’in en güçlü kalesi sayılan ABD’de bile anketler,
Amerikalıların yaklaşık üçte ikisinin İsrail’in savaşı yürütme biçimini
onaylamadığını gösteriyor.
Yine de, bu değişimin Netanyahu hükümetinin politikasını
köklü biçimde etkileyeceği ya da Gazze’deki yıkımı hafifleteceği kesin değil.
Daha kritik olan, kamuoyundaki tepkinin ötesine geçerek hükümetlerin giderek
artan kınamalarına dönüşmesi. Filistin’i tanıyacağını açıklayan ülkelerin
sayısı artarken Almanya da İsrail’e tepki gösteren ülkeler listesine eklendi.
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, ülkesinin İsrail’e silah ihracatını
durduracağını açıkladı. Bu karar, sadece altı ay önce İsrail’in varlığını
modern Almanya’nın temel bir yükümlülüğü olarak tanımlamasının ardından geldi. Avrupa
Birliği ile İsrail arasındaki ortaklık anlaşmasının tamamen askıya alınmasına
hâlâ karşı çıkan Avrupa Komisyonu da söylemini sertleştirdi ve kısmi askıya
alma seçeneğini tartışmaya açtı.
Tüm bunlar şu soruyu akla getiriyor: Neden şimdi? Sonuçta
Gazze’deki katliam neredeyse iki yıldır sürüyor.
Bu dönüm noktasına gelinmesinin birkaç nedeni var.
Birincisi, İsrail’in saldırılarını haklı çıkarmak için öne
sürdüğü gerekçeler giderek ikna edici olmaktan çıkıyor. Hamas hâlâ Gazze’deki
sivil toplumun bir bölümünü kontrol ediyor. Hamas’ın Sağlık Bakanlığı’nın
açıkladığı kayıp rakamları her zaman yüksek bulunmuştu. Ancak bölgede can
kayıplarının arttığını gösteren çok sayıda bağımsız kanıt var. Bu veriler
zamanla, sahte katliamlar ya da uluslararası medyayı manipüle eden
fotoğrafçılar gibi yarı komplocu teorilerle iç içe geçirilerek
değersizleştirilmeye çalışıldı.
Uluslararası gazetecilerin Gazze’ye girip durumu yerinde
görmeleri ideal olurdu. Fakat İsrail hükümetinin bunu sistematik biçimde engellediği
biliniyor. Ağustos ayında Sky News ekibinin Gazze’ye havadan yardım bırakma
operasyonunu görüntülemesine izin verildi, ancak çekim yapmaları yasaklandı ve
görüntü kaydedilmesi halinde gelecekteki yardımların kesileceği açıkça
söylendi.
Böylesi kısıtlamalar olmasa bile Gazze’deki insani felaket
artık inkâr edilemez boyutta. Uluslararası yardım kuruluşlarından doktorlar,
çocukların kasıtlı olarak hedef alındığını ve hastanelerde en basit ağrı
kesicilerin dahi bulunmadığını bildiriyor. İspanyol asıllı ünlü şef ve insani
yardım gönüllüsü José Andrés’in kurduğu World Central Kitchen gibi kuruluşlar
ise İsrail’in ablukası nedeniyle bölgeye yeterli gıda ulaştıramıyor.
Yardımların yer yer çalındığı ya da en muhtaçlara ulaşmadığı doğru olabilir,
ancak bu durum İsrail’in en güçlü savunucularının öne sürdüğü gibi
Filistinlilerin kendine özgü bir “insanlık dışı” tutumunun değil, artık tüm
dünyanın tanık olduğu bir çaresizliğin göstergesidir.
Küresel algıyı değiştiren bir başka etken de İsrail
hükümetinin inkâr politikaları ve Batı Şeria ile Kudüs’te yerleşimcilerin
giderek artan şiddeti oldu. En aşırı bakanlardan Bezalel Smotrich, defalarca
Gazze’nin ilhakını ve Gazze ile Batı Şeria’daki Filistinlilerin “gönüllü göç”
yoluyla sınır dışı edilmesini savundu. Bir diğer bakan, Amichai Eliyahu ise
“Filistinlileri beslemek zorunda olmadıklarını” ve “bu insanların bölgeden
çıkarılması gerektiğini” açıkladı. Buna karşılık Dünya Gıda Programı gibi
uluslararası saygın kuruluşlar artık açıkça “halkın acı çektiğini”, “açlık” ve
“akut kıtlık” yaşandığını raporluyor. Bu da İsrailli bakanların argümanlarını
gerçeklerle bağdaştırmayı giderek imkânsız hale getiriyor.
Bu değişimin bir diğer boyutu, ABD’de kampüs protestolarının
ve antisemitizm tartışmalarının büyük ölçüde sönümlenmesi oldu. 2024’teki
öğrenci eylemlerinin çoğu başlangıçta iyi niyetliydi; ancak taleplerin
radikalliği ve kampüslerdeki kaos görüntüleri, birçok Amerikalı tarafından
olumsuz algılandı. Yaz tatilinin başlamasıyla eylemler zaten zayıflamıştı;
ardından üniversite yönetimlerinin, polisin ve hatta Trump yönetiminin doğrudan
baskısıyla daha da geri çekildi.
İronik biçimde, bu protestoların sönmesi, ABD’de ana akım ve
muhafazakâr yorumcuların İsrail’i eleştirmesini kolaylaştırdı. Çünkü artık
aşırı bulunabilecek görüşlerle özdeşleştirilme riski kalmadı. Bu durum, MAGA
hareketine yakın televizyon sunucusu Tucker Carlson gibi isimler de dahil olmak
üzere bazı Cumhuriyetçilere, ABD’nin İsrail’in savaşını desteklemekten ne
kazandığını açıkça sorgulama fırsatı veriyor.
Asıl mesele, tüm bu gelişmelerin Gazze’deki yıkımı gerçekten
sona erdirip erdirmeyeceği. İsrail’de ve dünyadaki destekçileri arasında
ülkenin imajının bozulduğu yönündeki kaygılar büyüyor. İsrailli siyasetçiler ve
entelektüellerin bir bölümü, Gazze’nin topyekûn işgaline itiraz ediyor. Son
yapılan bir ankete göre, İsraillilerin yüzde 74’ü rehinelerin serbest
bırakılması karşılığında savaşın bitirilmesini destekliyor.
Ancak bu tablo, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun çatışmayı
sürdürme ve aşırı sağcı koalisyon ortaklarını memnun etme kararlılığını
değiştirmiş görünmüyor. Netanyahu, Gazze’nin yıkıcı işgaline devam etmeye
istekli. Bu tavır ne rehinelerin eve dönmesine ne de İsrail’in güvenlik
sorunlarının çözülmesine katkı sağlıyor. Fransa ve İngiltere’nin Filistin
devletini tanıma yönündeki adımları da İsrail’e daha somut baskılar olmadığı
sürece sonuç yaratmayacak.
Burada kilit mesele ABD’nin, özellikle de Cumhuriyetçi
Parti’nin tavrı. Demokratlar uzun süredir İsrail konusunda ikircikli bir
pozisyon alsa da son dönemde Kongre’de silah satışlarının engellenmesi gibi
somut adımlarla eleştirilerini daha açık dile getiriyor. Cumhuriyetçilerde ise
yeni yeni bir çatlak beliriyor.
Örneğin Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson, Kudüs’teki
Ağlama Duvarı’nda dua ederek “Amerika’nın her zaman İsrail’in yanında olmasını”
diledi. Buna karşılık aşırı sağcı Milletvekili Marjorie Taylor Greene,
“Gazze’deki soykırım, insani kriz ve açlık” ifadeleriyle İsrail’i eleştirdi.
İki isim de Evanjelik inançlarını ve eski Başkan Donald Trump’a olan
bağlılıklarını vurgulasa da İsrail konusundaki yaklaşımlarının farklılaşması
Cumhuriyetçi Parti’deki gerilimi yansıtıyor. Yine de bu kırılmanın yapısal olup
olmayacağı belirsiz.
Tüm gözler Donald Trump’ın tavrında. Trump, Gazze’nin
yeniden inşasında ABD’nin rolünü düşündüğünü söylerken, Netanyahu’nun ABD’yi
İsrail’in bataklığına çekmek istediğini de dile getirdi. Medyaya yansıyan
haberlere göre, İsrail’in Gazze’yi işgaline karşı değil; ancak açlık çeken
Filistinlilerin görüntülerini gördükten sonra Tel Aviv yönetimine daha fazla
yardım yapılmasına izin vermesi için baskı yaptı.
En büyük risk, Trump’ın ABD’nin Gazze’yi işgal ve yeniden
inşa sürecinde doğrudan rol alması gerektiğine karar vermesi. Bu, hem
Washington’un İsrail’in yıkıcı savaşının maliyetini üstlenmesi hem de ülkenin
uluslararası yalnızlığını artırması anlamına gelir. Daha da önemlisi, ABD’yi
insanlığa karşı suçlara ortak etme riski taşır.
Daha akılcı bir yol, İsrail’e silah tedarikini durdurmak,
ablukanın hafifletilmesi için baskı yapmak ve barış görüşmeleri konusunda
ısrarcı olmaktır. Şimdilik Trump bu kadar ileri gitmeye yanaşmıyor. Ancak kendi
tabanında İsrail’e verilen koşulsuz desteği sorgulayan sesler arttıkça, Trump
da bu desteğin sandığı kadar popüler olmadığını fark edebilir.”/fikirturu