1. Bir ülkenin caydırıcılık gücü, düşman saldırılarını
karşılıklı tehdit yoluyla önleme kabiliyetine bağlıdır. Bu son savaşta İran,
her türlü tehdide karşılık verebilme gücüne sahip olduğunu açıkça ortaya koydu.
Örneğin, saldırılara karşı balistik füzeler ve insansız hava araçlarının
kullanılması, bu caydırıcılığın göstergesiydi. Bu, İran yetkililerinin
ifadesine göre, ülkenin bu savaşta sadece askeri gücünün %30'undan azını
kullandığı ve ileri düzey askeri teknolojilerinin önemli kısımlarını henüz
açığa çıkarmadığı halde gerçekleşmiştir.
New York Times, İran’ın bu son savaştaki askeri gücüne değinerek
şöyle yazdı: ‘İran, Batı Asya'da bir askeri güç olarak, savunma kabiliyetini
geliştirmek için ileri teknolojilerden yararlanmayı başardı. Önemli bir diğer
husus ise Batı'nın propagandasına rağmen, Demir Kubbe, Davud'un Sapanı, THAAD
vb. sistemlerin İran’ın insansız hava aracı ve füze saldırılarını
engelleyememiş olmasıdır. Batılı kaynaklara göre, Siyonist rejim ilk kez Tel
Aviv ve Hayfa’daki bazı merkezî bölgeleri tahliye etmek zorunda kalmıştır ve bu
daha önce hiç yaşanmamıştır.
2. Bu son savaşın önemli kazanımlarından biri de İran’daki
ulusal birlik ve beraberliğin güçlenmesiydi. Bu savaş, halk arasındaki
dayanışma duygusunun güçlenmesiyle, ülke tarihinde bir dönüm noktasına dönüştü.
BBC World bu bağlamda yayınladığı bir haberde şunları vurguladı: “İran halkı,
silahlı kuvvetleri destekleyerek dış tehditler karşısında birlik olduklarını
gösterdi.”
Bu ulusal birlik, yalnızca silahlı kuvvetlerin moralini
artırmakla kalmadı, aynı zamanda İran toplumu ülke savunması ve bağımsızlığın
korunmasının önemini daha iyi anladı.
İran halkı, bu savaşta askeri, emniyet, güvenlik ve
istihbarat güçlerini kapsamlı şekilde destekledi ve dış tehditler karşısında
birleşik ve bir bütün olarak hareket etti. Bu destek, yürüyüşler, mitingler ve
büyük çaplı törenler şeklinde kendini gösterdi ve ülkeyi savunma yönünde milli
iradeyi açıkça ortaya koydu. Ayrıca, başta devlet televizyonu olmak üzere yerli
medya ve sosyal medya kullanıcıları bu birliği güçlendirmede önemli bir rol
oynadı ve halkı ulusal birlik ve dayanışmaya teşvik etti.
3. Bu son savaştan çıkarılacak diğer önemli ders, iç güce
güvenmenin önemidir. İran İslam Cumhuriyeti onlarca yıldır savunma ve askeri
teçhizat üretiminde önemli bir düzeyde kendi kendine yeterlilik kazanmıştır. Bu
kendi kendine yeterlilik, İran’ın dış ülkelere bağımlı olmadan savunma
ihtiyaçlarını karşılayabilmesini sağlamaktadır. Örneğin, 12 günlük savaş
boyunca İran, yerli füze sistemlerini etkili bir şekilde kullanmıştır. The
Guardian bu konuda yayımladığı bir yazıda şöyle demiştir: “İran, yerli
teknolojileri kullanarak savunma gücünü büyük ölçüde artırmış ve bölgenin
güvenilir bir askeri gücü olarak tanınmıştır.”
Bu çabalar, ekonomik yaptırımlar ve uluslararası baskılar
ortamında bile İran İslam Cumhuriyeti'nin bağımsızlık ve ulusal güvenliği
koruma yönündeki kararlılığını ortaya koymaktadır.
Şu habere dikkat edin: “ABD Savunma Bakanlığı kısa süre önce
“LUCAS” adlı yeni bir insansız hava aracını tanıttı. Bu İHA, İran yapımı
Şahid-136’ya son derece benzemektedir. F-35 savaş uçaklarını üretenler tarafından
tasarlanan bu İHA, İran’ın ileri askeri teknolojilerinin açıkça kopyalandığının
bariz bir örneğidir.
4. Kamuoyu hatırlayacaktır ki, İran’daki belli bir siyasi
akım, yıllar boyunca “geleceğin dünyası füze değil, diyalog dünyasıdır”
iddiasında bulunmuştu. Şimdi düşünün ki, eğer İran’da yönetim bu düşünceyi
hayata geçirse ve savunma gücünü zayıflatmış olsaydı, şu an ne durumda
olurduk?!
Bu dayatılmış savaş, bir kez daha gösterdi ki savunma
sanayinin geliştirilmesi ve bu alandaki araştırma ve geliştirme çok hayati bir
meseledir ve bu nedenle şöyle denilmektedir: “Barış istiyorsan, savaşa hazır
olmalısın.” Bu özlü söz tarih boyunca çeşitli kültürlerde tekrar edilmiş ve
uluslararası ilişkilerde, ülkelerin askeri ve savunma politikalarında temel bir
ilke olmuştur.
Örneğin, İHA’lar ve yapay zekâ destekli sistemler gibi yeni
teknolojilerin savaş operasyonlarında kullanılması, askeri kuvvetlerin isabet
oranını ve etkinliğini artırabilir. Bu nedenle, bu alanda sürekli araştırma ve
geliştirme yapılmalı, araştırma merkezleri kurulmalı, üniversitelerle iş
birliği sağlanmalı ve uzman insan gücü yetiştirilmelidir.
Burada düşünülmesi gereken husus şu ki, “geleceğin dünyası
diyalog dünyasıdır, füze değil” diyen o siyasi akım hâlâ aktiftir ve bu kez de
“her ne pahasına olursa olsun müzakere” iddiasıyla yine yanlış yönlendirme
yapmaktadır.
5. 12 günlük savaşın diğer en önemli sonuçlarından biri,
Batı Asya’daki güç dengesinin değişmesidir. Bu savaş gösterdi ki İran, bölgesel
bir güç olarak savunma ve askeri kapasitesini önemli ölçüde artırmıştır. Aslında
İran, ileri teknolojileri ve yerli kapasiteleri kullanarak Batı Asya’daki
güvenlik denkleminde kilit oyunculardan biri haline gelmiştir.
Bu savaş aynı zamanda küresel düzenin değişiminin en yeni
belgesidir. Son savaşta, her ikisi de nükleer silah sahibi olan terörist
Amerika hükümeti ve gayrimeşru Siyonist rejim İran’a saldırdı. Ancak sonunda, batı
ve İbrani medyası bile bu iki saldırgan ülkenin ateşkes için yalvardığını
itiraf etti.
Bu savaşta, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ikinci kez, Batı
Asya’da terör devleti Amerika’ya ait bir üs (Katar’daki Al-Udeyd Üssü), İran
tarafından saldırıya uğradı. Daha önce de Aynü’l Esed Üssü İran tarafından
füzelerle hedef alınmıştı. Şimdiye kadar hiçbir ülke Amerika'nın saldırılarına
karşılık olarak onun üslerini vurma cesareti göstermemişti.
Bu askeri cevaba karşı bölge halkları, İslam dünyası ve
hatta Doğu ile Batı’daki halklardan gelen olumlu tepkiler, İran’ın konumunu
daha da güçlendirdi. Bu savaş boyunca Batı medyası da İran’ın askeri gücünü
kabul etmek zorunda kaldı.
6. Bu son savaşın bir diğer kazanımı da toplum bilincinin
artması ve düşmanı tanıma yetisinin güçlenmesidir. Savaş başlamadan önce,
Batılı devletler özellikle de Amerika ile ilişkilere dair çeşitli ve bazen
çelişkili görüşler vardı. Bazı kişiler, bu devletlerin İran’a karşı sergilediği
kabul edilemez ve düşmanca davranışları göz ardı ederek onlara karşı olumlu
bakışa sahipti. Ancak Siyonist rejimin vahşi saldırısı başladığında, halk
Amerika liderleri ve Avrupa üçlüsünün (İngiltere, Fransa, Almanya) gerçek
yüzünü daha iyi gördü. Bu artan bilinç, 12 günlük savaşın kırılma noktalarından
biri sayılmaktadır.
7. Son 12 günlük savaş, Siyonist rejimin siyasi ve
uluslararası konumunu derinden etkiledi. Bu savaş ayrıca, küresel toplumun
İran’ın haklı konumunu daha iyi anlamasında da etkili oldu. Savaşta, Siyonist
rejim sivil altyapılara ve yerleşim bölgelerine saldırarak bir kez daha
uluslararası düzeyde yoğun protestolara maruz kaldı. Bu esnada İran, kendi
haklarını savunan bir ülke ve bölgesel güç olarak pozisyonunu güçlendirdi.
Bugün, devletlerin ve katil ve suçlu rejimlerin yıkıcı ve
câni eylemleriyle orman kanununun egemen olduğu bir dünyada, ancak askeri güç
ve onurlu diplomasi saygı uyandırır.
Mesud Ekberi/Keyhan