İnsanın Tekâmüle Ulaşması

GİRİŞ: 21.05.2025 14:06      GÜNCELLEME: 21.05.2025 14:06
Rasthaber -  İnsanoğlunun yeryüzüne geliş gayesi; hamlıktan kurtulup kemalata ermesidir. Bunun için de bir takım manevi ve pratik yöntemleri uygulaması gerekmektedir. Bu yazımızda ise tekâmül için uygulamalı bir programdan bahsetmek istiyoruz. Bu program pratikte uygulanması gereken ve buna karşın uzak durulması gereken birtakım talimatlar içeriyor. Uygulanması gereken talimatlar şöyledir:

1- İbadetlerimizi, özellikle farz namazları zamanında, ihlaslı bir şekilde ve tam bir kalp huzuruyla yerine getirelim.

 قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ ! الَّذِينَ هُمْ فِي صَلاتِهِمْ خاشِعُونَ 

“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler.”[1]

Gün içinde belli bir vakti kalbi olarak Allah’a yönelmeye ayıralım ve bunun için belirli bir vakit ve belirli bir mekân seçelim.

 وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالاْصالِ وَلا تَكُنْ مِنَ الْغافِلِينَ 

“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an ve gâfillerden olma.”[2]

Hiç kuşkusuz bir şeyin alışkanlık haline gelmesi ve insanın günlük hayatının bir parçası olması insanın fıtrî ve iradî eğilimlerini yönlendirmek açısından oldukça etkili olacaktır. Örneğin belirli bir hazza alışmak diğer hazlardan vazgeçmek için yeterli bir sebeptir; her ne kadar diğer hazlar daha üstün ve daha derin olsa bile. Belirli hazlara alışmış olmak insan için zararlı olabileceği gibi değerli ve kurtarıcı da olabilir. Öyleyse iyi işleri öylesine alışkanlık edinelim ki olur da bir gün bu işleri yapamazsak bundan rahatsızlık duyalım. Örneğin gece teheccüdünü alışkanlık edinen bir insan bir gece bu ibadeti yerine getiremediğinde bundan rahatsızlık duyuyor ve büyük bir sermayeyi yitirdiğini hissediyor. Bütün hazlar içinde en üstün ve en değerli haz Allah’a kalbî olarak bağlanmak ve onunla dostluk kurmaktır. Kalbî olarak Allah’a bağlanıp da bunu tekrarlamak ve sürekli Allah’ı anmak, insanın, kalbinde Allah ile dostluk kurmanın hazzını hissetmesine sebebiyet vermekle kalmayıp dünyevî değersiz hazlara sırt çevirmesine de sebep oluyor. Aynı zamanda Allah’la bağlantılı olan işleri ihmal etmemeliyiz. Örneğin hacca gitmek, kutsal mekânlara gitmek ve din âlimleriyle oturup kalkmak. Bu tür işler insanın Allah’la olan dostluk ve yakınlığını artırıyor.

2- İnfak ve ihsanda bulunmayı unutmayalım.

Hiç kuşkusuz infakta bulunmak, diğer insanların ihtiyaçlarına öncelik tanımak ve genel olarak diğer insanlara iyilik yapmak, dünyevî hazlardan kopup kalpteki maddî kirliliklerden arınmak için en güzel araçtır.

Kur’an-ı Kerim bu gerçeğe işaretle şöyle buyuruyor:

 وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 

“Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[3]

Diğer bir ayet-i kerime şöyledir:

 لَنْ تَنالُوا الْبِرَّ حَتّى تُنْفِقُوا مِمّا تُحِبُّونَ 

“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça (gerçek) iyiliğe asla erişemezsiniz.”[4]

Kur’an-ı Kerim, diğer bir ayet-i kerimede düşündürücü bir tabir kullanarak şöyle buyuruyor:

 خُذْ مِنْ أَمْوالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِمْ بِها 

“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al.”[5]

Yüce Allah bu ayet-i kerimede peygamberini (s.a.a) zekât almakla görevlendirirken alınan zekâtın bu insanların mallarını temizleyeceğini söylemiyor, yani bu insanların mallarında fakir hakkı, çalıntı mal ve benzeri kendilerine ait olmayan mal varsa bu şekilde temizleyeceğini söylemiyor aksine verilen zekâtın bu insanların kendisini temizlediğini ifade ediyor. Belki de bu ayet-i kerimede saklı olan ince nokta, mal sevgisinin insanın kalbini kirletmesi ve verilen zekâtın malın kendisindeki kirliliklerle birlikte mal sahibinin kalbindeki bu kirliliği de gidermesidir. Bu açıklama zekât için söylenen hikmetle yani zekâtın maldaki kirlilikleri giderme yönüyle çakışmıyor.

Namaz ve infak birbirini tamamlıyor ve belki de bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de genellikle namaz ve infak bir arada anılmıştır.

Bu ayetlerden birisi Kur’an-ı Kerim’de yer alan Hz İsa’nın şu ifadesidir:

 وَجَعَلَنِي مُبارَكاً أَيْنَ ما كُنْتُ وَأَوْصانِي بِالصَّلاةِ وَالزَّكاةِ ما دُمْتُ حَيًّا 

“Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.”[6]

3- Her günün belli bir bölümünü düşünmek için ayıralım ve bu zaman dilimi içinde yüce Allah’ın sıfatları, Allah’ın ayetleri, nimetleri, bize olan ihsanı ve yaratılışın gayesi üzerine düşünelim.

Doğru yolu seçebilmek için gerekli faktörler, önümüzdeki yolun uzunluğu, elimizdeki fırsatlar ve gücümüzün sınırlı olması, önümüzdeki engellerin çokluğu, dünyevî hedeflerin değersizliği ve dünyevî hazların sıkıntılarla iç içe olması düşünmemiz gereken diğer konulardır.[7] İrfân yolunda yürüyen sâliklerin genel olarak günlük programlarından birisi günün belirli bir vaktini insanı kendisine ve dünyaya kul olmaktan koparıp da Allah’a kul olmaya yönelten konular üzerine düşünmeye ayırmalarıdır. Konunun önemli olması hasebiyle Kur’an-ı Kerim’in birçok ayet-i kerimesinde farklı tabirlerle ele alınmıştır. Al-i İmran suresinin son ayetleri bunun bir örneğidir. Bu ayetlerde bir insanın üzerinde düşünmesi gereken konular kapsayıcı bir şekilde açıklanmıştır.

 إِنَّ فِي خَلْقِ السَّماواتِ وَالأَْرْضِ وَاخْتِلافِ اللَّيْلِ وَالنَّهارِ لآَيات لاُِولِي الأَْلْبابِ ! الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِياماً وَقُعُوداً وَعَلى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّماواتِ وَالأَْرْضِ رَبَّنا ما خَلَقْتَ هذا باطِلاً سُبْحانَكَ فَقِنا عَذابَ النّارِ ! رَبَّنا إِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النّارَ فَقَدْ أَخْزَيْتَهُ وَما لِلظّالِمِينَ مِنْ أَنْصار ! رَبَّنا إِنَّنا سَمِعْنا مُنادِياً يُنادِي لِلإِْيمانِ أَنْ آمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَآمَنّا رَبَّنا فَاغْفِرْ لَنا ذُنُوبَنا وَكَفِّرْ عَنّا سَيِّئاتِنا وَتَوَفَّنا مَعَ الأَْبْرارِ ! رَبَّنا وَآتِنا ما وَعَدْتَنا عَلى رُسُلِكَ وَلا تُخْزِنا يَوْمَ الْقِيامَةِ إِنَّكَ لا تُخْلِفُ الْمِيعادَ 

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru! Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, «Rabbinize inanın!» diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamber’i, Kur’an’ı) işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz! Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vâdettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil-rüsvay etme; şüphesiz sen vâdinden caymazsın.”[8]

4- Dinî değerleri tekrar tekrar düşünmek insanın yaptıklarına yön vermesi yönünde oldukça etkilidir. Bu nedenle davranışlarımıza, hal ve hareketlerimize çeki düzen verip de daha uygun davranışları seçebilmek için günün belli bir bölümünü Kur’an okumak, Kur’an ayetleri üzerinde düşünmek, Kur’an ezberlemek, hadis okumak, İslamî öğütlerden yararlanmak ve İslam’ın fıkhî ve ahlakî hükümlerini gözden geçirmek çok uygundur. Bu tür bir program insanın kemâlini esas alan yönü için bir uyarıcı görevini yapabilir ve doğru hedefi ve bu hedefe giden doğru yolu Kur’an’dan, hadislerden ve büyüklerin sözlerinden bulup aklında tutmasına yardımcı olabilir. Özellikle anlamı üzerinde düşünerek Kur’an ayetlerini okumak bu yönde oldukça etkilidir ve bu nedenle önemle tavsiye edilmiştir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِر 

“And olsun biz Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?”[9]

Zaten bu nedenle okuyabildiğince Kur’an okumamız tavsiye edilmiştir.

 فَاقْرَؤُا ما تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ 

“Öyleyse mümkün olduğu kadar (sıkıntıya düşmeyecek şekilde) Kur’an okuyun.”[10]

İnsan Kur’an’ın belirli bir suresini anlamını bilerek ezberlerse bu suredeki öğretiler ister istemez bu şahsın aklından gelip geçecektir ve zamanla bu şahsın kişiliğini etkileyecektir. Aynı şekilde sürekli ‘Allahu Ekber’ ve ‘La ilahe illallah’ gibi Allah’ın gücünü, yüceliğini, kapsayıcılığını ve onun övgüsünü içeren benzer zikirler insanın kalp kulağını okşarsa ve bu zikirlerin güzel kokusu insanın bütün kalbini kaplarsa kulluk çizgisi insanın önünde açık bir şekilde kendisini gösterecektir ve bu insan her zaman Allah’ın rızası doğrultusunda hareket etmeğe çalışacaktır. Konuyla ilgili olarak daha önce anlatıldığı üzere İmam Muhammed Bakır (a.s) sürekli ve her zaman, insanlarla konuştuğu zaman bile fırsat buldukça ‘La ilahe illallah’ zikrini ağzından düşürmez bu zikri hep söylermiş.[11]

Kendini ıslah etmekle ilgili burada açıklamaya çalıştığımız programda uzak durulması gereken önemli konular ise şöyledir:

1- Dünya ve maddiyata gönül bağlamak insanın iradesini zayıflatıyor, insanı dünya kölesi haline getiriyor, özgürlük ve özgürce düşünme kabiliyetini insandan alıyor ve âhiret konusunda düşünme fırsatını onda alıyor. Bu nedenle dünyaya ve maddiyata gönül bağlamamaya çalışmalıyız ve zâhitlik ve dünyaya değer vermeme ruhunu kendimizde güçlendirmeliyiz. İnsan, dünya ve dünyevî zevklere alışırsa dünya bağlılığını bu insanın kalbinden çıkarmak çok; ama çok çetin olacaktır ve ancak sayılı insanlar çok ağır sıkıntılar sonrasında bu işi başarabilirler. İşte bu nedenle insan, başından beri kendisini dünyaya gönül bağlamamak ve maddî hazlara alışmamak yönünde eğitmelidir. Gösterişlerden uzak durmak, sade bir hayat tarzı benimsemek ve çevredeki imkânlara gönül bağlamamak, bu imkânlara zarar geldiği durumlarda insanı muhtemel ruhî çöküntülere karşı koruyacaktır. Bu düzeni sürdürmek zamanla insana zahitlik ve dünyaya değer vermeme ruhu kazandıracaktır ve bunun bir getirisi olarak bu insan kalıcı ilahî nimetlerin tadına varacaktır.

Nudbe Duası’nın ilk bölümü şöyledir:

اللّهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ عَلى ما جَرى بِهِ قَضائُكَ في اَوْلِيائِكَ الَّذينَ اسْتَخْلَصْتَهُمْ لِنَفْسِكَ وَدينِكَ اِذِا اخْتَرْتَ لَهُمْ جَزيلَ ما عِنْدَكَ مِنَ النَّعيمِ الْمُقيمِ الَّذي لا زَوالَ لَهُ وَلاَ اضْمِحْلالَ بَعْدَ اَنْ شَرَطْتَ عَلَيْهِمُ الزُّهْدَ في دَرَجاتِ هذِهِ الدُّنْيَا الدَّنِيَّةِ وَزُخْرُفِها وَزِبْرِجِها فَشَرَطُوا لَكَ ذلِكَ

“Allah’ım, dinin için ve kendin için seçmiş olduğun veli kullarına uygun gördüğün takdirler için sana hamdolsun. Zira onlar için kendi katındaki kalıcı nimetleri, zevalsiz ve eskimeyen nimetleri uygun gördün. Ancak şu değersiz dünyanın tüm evrelerinde dünyanın süsüne, görünümüne gönül bağlamayıp da zâhitlik yapmayı onlara ön şart olarak belirledikten sonra ve onlar da buna söz verdikten sonra bunu onlar için uygun gördün.”[12]

Konuyla ilgili olarak İmam Muhammed Bakır’dan nakledilen bir hadis çok ilginizi çekebilir. Bu hadiste açıklandığı üzere Allah Resulü (s.a.a) yolculuğa çıkmak istediğinde son görüştüğü kişi, kızı Hz Fatıma’ydı (a.s) ve yolculuktan döndüğünde ise ilk olarak kızı, Hz Fatıma’nın (a.s) yanına giderdi. Savaşların birinde Hz Ali’nin (a.s) eline bir miktar ganimet malı geçti ve Hz Ali (a.s) bu malı Hz Fatıma’ya (a.s) hediye etti. Hz Fatıma bu ganimeti satıp evin girişine asmak üzere bir perde ve iki gümüş bileklik aldı. Peygamber efendimiz (s.a.a) daha yolcu iken Hz Fatıma (a.s) perdeyi evin girişine astı. Peygamber efendimiz (s.a.a) yolculuktan döndüğünde her zamanki gibi ilk önce Hz Fatıma’nın (a.s) yanına gitti; ancak bu defa her zamankinden çok daha kısa kaldı ve oradan ayrılıp camiye gitti. Hz Fatıma (a.s) babasının bu perde ve bileklikler yüzünden rahatsız olduğunu fark etti ve hemen oğulları Hz imam Hasan (a.s) ve Hz İmam Hüseyin’i (a.s) çağırıp, perdeyi ve bileklikleri onlarla birlikte babası Resulullah’a (a.s) gönderdi. Peygamber efendimiz (s.a.a) perdeyi ve bileklikleri görünce çok sevindi ve torunları Hz imam Hasan (a.s) ve Hz imam Hüseyin’i (a.s) kucağına oturtup onları öptü. Sonrasında ise bileklikleri ve perdeyi fakir insanlara verdi.[13]

Hadiste görüldüğü üzere peygamber efendimiz (s.a.a) ve Ehlibeyt (a.s) dünyaya bulaşmama yönünde çok titiz davranıyor bu yönde hiç taviz vermiyorlardı. Bu yüce insanların bu tür kötülüklere bulaşacağı düşünülemez elbet; ancak bu tür davranışlar daha çok bizim gibi insanlara bir ders mahiyetindedir ve biz bu insanların bu davranışlarını örnek alarak dünyanın süslü görünümüne karşı nasıl bir tutum sergilememiz gerektiğini anlamalıyız.

2- Uzak durulması gereken ikinci konu dünyevî hazlardan yararlanmak konusunda aşırıya gitmemektir. Zira aşırı bir şekilde dünyevî hazlara dalmak insan nefsinin hayvanî hazlara meyletmesine sebep olacaktır. Tüm organlarımız ve özellikle midemiz her zaman bizim kontrolümüz altında olmalıdır. Zira insan yemek konusunda, içmek konusunda, hayvanî hazlardan yararlanmak konusunda, miktar ve kalite bakımından kendisi üzerinde bir denge kuramazsa isteklerini kontrol edemez hale gelir ve yaptıklarına yön veremez. Örneğin insan yiyecekler konusunda kendisini kontrol edemezse buradaki irade zafiyeti ve kabiliyetsizlik, kötü bir alışkanlık olarak insanın diğer işlerine de sıçrayacaktır ve sonuç olarak bu insan maddî ve nefsanî istekler karşısında doğru tutumu sergileyemeyecektir.

Ancak burada benimseyeceğimiz tüm programlar itidal ve denge esaslı olmalıdır. İfrat suretiyle aşırıya gitmek nefsin söz dinlemez bir hale gelmesine ve nefsânî isteklerin insana galip olmasına yol açması gibi Allah’ın bahşetmiş olduğu nimetleri hiç kullanmamak suretiyle yani tefrit suretiyle aşırıya gitmek de insanda güçsüzlük ve hastalık oluşmasına ve bunun doğal bir sonucu olarak, yapması gereken görevlerini yerine getirememesine sebep oluyor. Dolayısıyla tüm işlerde, ibadet konusunda, dinlenmek konusunda ve hayvanî hazlardan yararlanmak konusunda itidalli olmak ve aşırılıklardan kaçınmak önemlidir. Burada önemli olan dünya nimetlerinden yararlanırken, dünyevî hazlardan faydalanırken taşıdığımız niyetin Allah’a gitmek için yeni bir güç kazanmak olmasıdır. Yani vücudumuzun ibadet ve kulluk için güç ve canlılık kazanması hedef edinmelidir. Maddî hazlarda aşırıya gitmemek konusunda oruç tutmak, doyana kadar yememek, az konuşmak ve az uyumak, dengeli olması koşuluyla diğer yapılabileceklere nazaran daha etkili olan işlerdir ve hayvanîlikten uzaklaşıp da Allah’a yakınlaşmak için insana büyük yardımcı olan işlerdir.

3- Hayvanî içgüdülerimizi harekete geçirecek olan duyularımızı ve hayal gücümüzü kontrol etmeliyiz. Özellikle görme ve işitme duyularını cinselliği tahrik edebilen görüntülere bakmaktan ve bâtıl ve boş sesleri duymaktan uzak tutmalıyız. Yani genel olarak bizi Allah’tan uzaklaştırabilen tüm benzeri işlerden uzak durmalıyız. Kur’an-ı Kerim’de konuyla ilgili olarak birçok ayet-i kerime karşımıza çıkıyor. Örneğin yüce Allah İsra suresinde şöyle buyuruyor:

 إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤادَ كُلُّ أُولئِكَ كانَ عَنْهُ مَسْئُولاً 

“Kulak, göz ve gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludur­lar.”[14]

4- Akide ve inanç konusundaki sapmalar her zaman insanı tehdit eden tehlikelerdendir. Bu nedenle kendimizi kollamalıyız ve inancımızı hedef alan zehirli oklara karşı hazırlıklı olmalıyız. Örneğin cevap vermekte yetersiz kalacağımız akidevî şüphelerde tartışmalara girmemeliyiz ve bu konularda yazılmış olan yazılardan uzak durmalıyız. Bu tür şüphelere maruz kaldığımızda ise ilk fırsatta ikna edici, yeterli cevaplar bulmaya çalışmalıyız. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

 وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتابِ أَنْ إِذا سَمِعْتُمْ آياتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِها وَيُسْتَهْزَأُ بِها فَلا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّى يَخُوضُوا فِي حَدِيث غَيْرِهِ إِنَّكُمْ إِذاً مِثْلُهُمْ إِنَّ اللّٰهَ جامِعُ الْمُنافِقِينَ وَالْكافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعاً 

“O (Allah), Kitap’ta size şöyle indirmiştir ki: Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya geçinceye) kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, tüm münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.”[15]

Konuyla ilgili bir hadis şöyledir:

مَنْ اَصْغى اِلى ناطِق فَقَدْ عَبَدَهُ فَاِنْ كانَ النّاطِقُ يُؤَدِّي عَنِ اللّٰهِ فَقَدْ عَبَدَ اللّٰهَ وَاِنْ كانَ النّاطِقُ يُؤَدِّي عَنْ اِبْلِيسَ فَقَدْ عَبَدَ اِبْلِيسَ

“Konuşan birisini dinleyen şahıs ona kulluk etmiştir. Konuşan kişi Allah tarafından konuşuyorsa Allah’a kulluk etmiştir, İblis tarafından konuşuyorsa İblise kulluk etmiştir.”[16]

Son olarak önemle üzerinde durmak istediğimiz konu, pratikte uygulanan amelî nefis terbiyesi programlarında aşamalı olmak ve itidal ilkelerini ihmal etmemektir. Kesinlikle kapasitemizi aşan kaldıramadığımız çetin işleri kendimize yüklememeliyiz. Zira bunu yapmak nefsin asileşmesine ve söz dinlemez bir hale gelmesine yol açmakla kalmayıp birçok telafi edilemez ruhî ve fizikî tahriplere de yol açacaktır. Bu nedenle uygulamak istediğimiz programı güvenilir bir bilgin insana danışmayı ihmal etmemeliyiz. Ancak diğer yandan uygun programları uygulamak konusunda gevşeklik göstermemeli ve bu programların ağırlığından kurtulmak için olur olmaz bahanelerin arkasına saklanmamalıyız. Zira bu programların önemli etkisi ancak devamlı olması durumunda kendini gösteriyor.[17] Bütün hallerde şunu unutmamalıyız ki her zaman yaptıklarımıza değil de sadece yüce Allah’a güvenmeliyiz ve ondan başarı dilemeliyiz.

ehlader
- - - - - - - - - - - - - - -
[1]     Muminun, 1 ve 2.
[2]     Araf, 205.
[3]     Haşr, 9.
[4]     Al-i İmran, 92.
[5]     Tevbe, 103.
[6]     Meryem, 31.
[7]     İmam Humeyni konuyla ilgili şöyle yazıyor: Nefse karşı mücahede edip de hakka doğru yürüyebilmenin ilk şartı tefekkürdür. Ahlak âlimlerinin bir kısmı bunu ilk aşamadakilerin beşinci görevi olarak görüyor ve bu görüş kendi yerinde doğru bir görüştür. Burada ‘düşünmek’ derken kastettiğimiz şey her gün az da olsa belli bir vakit bu dünyayı insanın yaşaması için uygun bir ortam olarak yaratıp da insanı bu dünyaya getiren Allah’a karşı taşıdığımız sorumluluğun ne olduğu hakkında düşünmektir. Bize her biri kendi yerinde akılları hayran bırakan güzellikler taşıyan sağlıklı vücut ve sağlıklı akıl bahşetmiş olan Allah’a karşı taşıdığımız sorumluluğun ne olduğu hakkında düşünmektir. Bize bunca nimet bahşetmiş olan Allah’a karşı taşıdığımız sorumluluğun ne olduğu hakkında düşünmektir. Bize doğru yolu göstermeleri için bunca peygamber göndermiş olan Allah’a karşı taşıdığımız sorumluluğun ne olduğu hakkında düşünmektir.
Acaba bütün bunlar hayvanlarla ortak olduğumuz şu hayvanî hayatın idare edilmesi ve şehvetimize yön verilmesi için midir? Yoksa bunun arkasında başka bir amaç mı var?
Acaba insanları akıl ve dinin kurallarına davet edip de hayvanî arzular ve şu fâni dünyaya bağlanmaktan uzaklaştıran yüce peygamberler, Allah’ın veli kulları ve büyük âlimler insanlara karşı bir kin ve düşmanlık mı taşıyorlardı? Acaba bu değerli zatlar, bizim gibi nefsanî isteklerinde gark olmuş olan insanlar kadar doğru yolu bilmiyorlar mıydı? (Kırk Hadis sayfa: 6 ve 7)
[8]     Al-i İmran, 190-194.
[9]     Kamer, 17.
[10]    Muzzemmil, 20.
[11]    Usul-i Kâfi cilt: 2, Dua bölümü, Allah’ı çokça anmak alt bölümü, 1’nci hadis.
[12]    Mefatihu’l- Cinan, Nudbe Duası bölümü.
[13]    Bakınız: Biharu’l- Envâr, cilt: 43, sayfa: 83, 4’üncü bab, 6’ıncı hadis.
[14]    İsra, 36.
[15]    Nisa, 140.
[16]    Biharu’l- Envâr cilt: 26, sayfa: 239, 4’üncü bab, 1’inci hadis.
[17]    Burada büyük ârif Ayetullah Şeyh Muhammed Baharî Hemedani’nin vermiş olduğu bir irfân programını aktarmak istiyorum. Bu büyük zatın bir öğrencisine yazmış olduğu mektup şöyledir:

Saygıdeğer şeyh Ahmed’in bu aşamada yapması gereken şudur: Her şeyden önce düşünmelidir, hür mü kul mu olduğuna karar vermelidir. Hür olduğunu düşünüyorsa, kendisi bilir, istediğini yapabilir. Ancak kul olduğunu düşünüyorsa, başında bir mevla olduğunu düşünüyorsa, başıboş değildir ve her dilediğini yapamaz. Kolunu bile kıpırdatacak olursa bunu niçin yaptığı ona sorulabilir ve bunun için uygun bir cevabı olmalıdır. Bu nedenle bütün insanları karşısına alacak olsa bile yine de bütün çabasını mevlasının rızasını kazanmak yönünde harcamalıdır. Hakiki mevlanın rızasını kazanmak ise ancak ve ancak takvalı olmakla mümkündür.

Yaratılışın asıl gaye ve hedefi ancak ve ancak kul ile Mevla arasında marifet ve muhabbet bağı oluşmasıyla gerçekleşebilir. Takvaya ulaşabilmek için kaçınılmaz olarak birkaç konuya dikkat edilmelidir.

Birincisi günahlardan uzak durmaktır. Günahları detaylıca öğrenmelidir. Her birinden kendir yerinde uzak durmalıdır. Günahlardan birisi farzları yerine getirmemektir. Bu nedenle üzerine farz olan görevlerini, kendisini ilgilendirdiği kadarıyla imkanları dahilinde öğrenmelidir ve uygulamalıdır. Allah’a karşı gelmek, düşmanlık ve husumet için bir sebep oluşturmasa bile kesinlikle muhabbet ve marifet için bir basamak oluşturamaz.

Şeyh Ahmed derse ki: “Bir defada günahları bir kenara bırakamam, ister istemez günaha bulaşacağım”, cevabı şudur: Günah sonrasında tövbe edebilirsin ya, günahından dönen kul hiç günaha bulaşmamış kul gibidir. Dolayısıyla ümitsizliğe kapılıp da evde oturmak yanlıştır ve kul, yetmiş peygamberin başını vücudundan ayırmış olsa bile yine de tövbesi kabul edilebilir. Onun mevlası tüm şikayetçilerinin rızasını almaya kadirdir.

İkinci olarak olabildiğince mekruhlardan uzak durup müstehapları yerine getirmeğe çalışmalıdır. Mekruhları küçük görüp de “tüm mekruhlar caizdir” demesin. Belki de bir mekruhtan uzak durmak veya küçük bir müstehap ameli yerine getirmek insanı akına gelebilecek her şeyden daha çok Allah’a yakınlaştırır. Bunu halkın durumunu yakından inceleyerek anlayabilirsiniz.

Üçüncü olarak gerekmedikçe mubahlardan bile uzak durmak. Yüce Allah birçok şeyi zengin insanlar için mubah kılmış olabilir; ancak gerçekte kulunun, kendisinden başkasıyla ilgilenmesini istemiyor. Bu nedenle kul da mevlasının bu isteğini göz önünde bulundurarak, haram olmasa bile bu dünyevî fazlalıkların tamamından veya bir bölümünden uzak durmalıdır ve bunu peygamberler (a.s) ve masum On iki İmamlara (a.s) uyarak yapmalıdır.

Dördüncü olarak Allah dışındakileri bir kenara bırakmalıdır ve kalbinde onun dışında hiçbir şeye yer vermemelidir.

Saygıdeğer şeyh Ahmet derse ki: Geçim sıkıntısı, çoluk çocuk, arkadaşlar vesaire derken insan nasıl Allah dışındakileri bir kenara bırakabilir? Bütün bunlara rağmen nasıl kalbini Allah’a özgü kılabilir? Bu, normal şartlarda çok çetin ve belki de imkansız bir iştir.

Cevap olarak şöyle deriz: Senin uzak durman gerekenler, seni Allah’tan uzaklaştıranlardır. Bu kişilerle sadece gerektiği kadar birlikte olmalısın. Allah’ı sana hatırlatan kişilere gelince bu insanlardan uzak durmak doğru değildir. Hz İsa (a.s) şöyle buyuruyor: Kendilerini görünce Allah’ı andığınız insanlarla arkadaşlık yapın.

Kısaca Allah’ı arayan sâlik, bu iddiasında sadık ise zamanla, aşamalı bir şekilde, yavaş yavaş her şeyden kopup Allah’a koşmalıdır. Ancak bu kutsal yolda ona yardımcı olacak kişiler hariç. Ama bu da sadece gerektiği kadar olmalıdır. Öyleyse bu insanlarla birlikte olmak yüce Allah’ı anmakla çakışmıyor ve bu insanların sevgisi ilahî muhabbetin bir yansıması olduğu için ilahî muhabbetle çelişmiyor.

Şeyh derse ki: Bütün bunlar doğru da, yalnız biz bunları yapamayız. Zira bütün insan ve cin türü şeytanlar etrafımızı sarmış durumda, hiç durmadan vesveseler yağdırıyorlar. Bu şeytanlar hiçbir zaman insanın yolundan çekilmezler ve biz de bir anda her şeyden kopamayız. Geçimimiz sıkıntıya girecektir, bir başımıza kendimizi bile idare edemez hale geliriz. Nasıl sadece kendi işimizle ilgilenip kimseyle işimiz olmasın? Bu işler bizi aşar.

Cevap olarak şöyle deriz: Bu işler bir anda gerçekleşecek olursa dediğiniz gibi ve hatta daha büyüktür. İlk bakışta büyük bir dağ gibi görünüyor. Kolay değildir. Ancak gerçek şu ki yapamayacağımız işi bizden istememişlerdir. Yapmamız gerekenler aşamalıdır. Aşamalı olunca bu sorunlar kalkıyor. İnsanlar aşamalı olarak atmaca ve şahin gibi vahşi kuşları bile ehlileştirebiliyorlar.

Kısaca, hangi aşamadaysan, sahip olduğun azıcık güç var ya, kolaylıkla yapabileceğin ne varsa, tembellik yapmayıp onu yapmalısın. Bunu yaparsan o, senin gücüne güç katacaktır. Zira kendisi buyurmuştur: Sen bir karış gel ben bir arşın gelirim.

Tembellik yapacak olursan, o sahip olduğun azıcık güç de yok olmaya yüz tutacaktır. Örneğin akşam sabaha kadar uyudun diyelim, gece teheccüt için uyanmak istiyordun; ama olmadı, şimdi sabah namazı vaktidir, farkına varır varmaz kalk. Fecir vaktini uyanık geçirmek bile başlı başına Allah’ın bahşetmiş olduğu büyük nimetlerden birisidir. Tembellik yaparak bu fırsatı da kaçırma. Şeytanın “daha vakit var, biraz daha uyu” demesine inanma. Onun niyeti malum. Arkadaşlarınla birlikte oturup bir sürü boş boş konuştun diyelim. Kalbinin karardığını hissediyorsun. Ancak bir yolunu bulup yarım saat önce kalkabilirsin. Bu yarım saati kaybetme işte. Yarım saat önce kalk ve “yarım saat önce kalkarsam ne fark eder ki, sabahtan beri bu çirkefliğin içindeyim” deme. Allah’ın izniyle bu küçük işlerle çok büyük işler başarabilirsin.

Dolayısıyla Şeyh Ahmet, burada yazacağım şekilde hal ve hareketlerine çeki düzen vermelidir:

Her şeyden önce yaptığı iş her ne olursa olsun, vaktini ziyan etmemeğe çalışmalıdır. Bütün işleri için bir vakit belirlemelidir. Zamanını bölmelidir. Vaktinin bir kısmını ibadet için ayırmalıdır ve bu vakitte sadece ibadet etmelidir. Vaktinin bir bölümünü çalışmak ve helal kazanç için ayırmalıdır. Vaktinin bir bölümünü ailesiyle, çoluk çocuğuyla ilgilenmeye ayırmalıdır. Vaktinin diğer bir bölümünü ise dinlenmek ve şahsi ihtiyaçlarını gidermek için ayırmalıdır. Düzenlediği bu programı düzgün bir şekilde uygulayarak vaktinin ziyan olmasını önlemelidir.

Olabildiğince erken uyumaya çalışmalıdır. Akşam vaktini boşu boşuna oturarak geçirip de gecenin son bölümünü (teheccüt yerine) uykuyla geçirmemelidir. Abdestli uyumalıdır. (uyku öncesinde) hadislerde nakledilen dualardan okumalıdır. Özellikle Hz Fatıma’nın tesbihatını ihmal etmemelidir. Karnı tok iken cinsellikten uzak durmalıdır. Fecir vaktinden biraz önce uyanmalıdır ve uyanır uyanmaz şükür secdesi yapmalıdır. Kendi kendine uyanamıyorsa uyanabilmek için gerekli hazırlığı yapmalıdır. Uyandıktan sonra gökyüzüne bakıp da anlamını düşünerek başında “Gökler ve yerin yaratılışında” olan ayetleri “kuşkusuz sen vadine vefasızlık yapmazsın” bölümüne kadar okumalıdır. Sonrasında ise temizlik yapıp abdest almalıdır, dişlerini fırçalayıp, koku sürmelidir ve seccadede oturup “Allah’ım, semadaki yıldızlar sönmüştür” duasını okumalıdır. Ardından fakihlerin açıkladığı şekle uygun olarak gece namazına durmalıdır. Örneğin Şeyh Bahaî’nin Miftahu’l- Felah kitabında açıklandığı gibi veya Mesabih kitabındaki gibi ve diğer fakihlerin kitaplarındakine uygun olarak. Yerine göre namazın uzun veya kısa şeklini seçmelidir.

Kısaca gün doğumuna kadar olan vakti ibadete ayırmalıdır. Bu vakitte ibadetten başka bir şey yapmamalıdır. İbadet dışı işlerini bu zamana bırakmamalıdır. Daha düşünce işiyle uğraşmamışsa bu vaktin tamamını zikirlerle geçirmelidir. Düşünce vadisine ayak basmış ise eğer, elindeki düşünceye uygun amel etmelidir. Düşünce pınarı canlı ise bu vakti namaz ve zikir yerine düşünmekle doldurmalıdır. Düşüncesi duruk ise düşünmeyi bırakıp zikir peşine gitmelidir ve o anda kendisi için daha etkili gördüğü ibadetlere öncelik vermelidir. Bu, Kur’an okumak olabilir, dua olabilir, zikir, namaz veya secde olabilir.

Evet, bundan sonra evin işleriyle ilgilenmelidir ve gerektiği kadar ev halkıyla ilgilenmelidir. Daha sonra çarşıya çıkmalıdır ve gördüğü insanlara selamdan başka bir şey söylememelidir. Çarşıya girene dek kendi zikriyle ilgilenmelidir. Çarşıya girmeden önce söylenen zikri söyleyip çarşıda yerini almalıdır ve tezgahını kurmalıdır. İşiyle ilgilenirken tezekkür halinde olmaya özen göstermelidir. Çarşıda zikir halinde olmak çok büyük sevap taşıyor. Çarşıda zikir halinde olan şahıs karanlık bir evdeki ışık kaynağı gibidir. Kendisini ilgilendirmeyen diğer insanların dünya işlerine karışmamalıdır. İnsanları kendi etrafına toplamamalıdır, onlara nasihat bile etmemelidir. Evet, birisinden bir yanlış görürse, uygun bir şekilde bu yanlışın önünü alabiliyorsa bunu yapmalıdır. Ancak etkili olmayacağını ve hatta daha kötü olacağını düşünüyorsa karışmamalıdır ve kendi haline bırakmalıdır. Namaz vakitlerine dikkat etmelidir ve olabildiğince abdestli olmaya çalışmalıdır.

Sabah namazından sonra yüz defa istiğfar etmeyi, yüz defa kelimeyi tevhidi söylemeyi, on bir defa Tevhid Suresini okumayı ve yüz defa “Allahumme salli ala Muhammedin ve âl-i Muhammedin ve accil ferecehum” demeyi ihmal etmemelidir. İkindi namazı sonrasına özgü istiğfarları okumalıdır ve ayrıca on defa Kadir Suresini okumalıdır. Elinden geldiği kadar oruç tutmaya çalışsın. Özellikle her ayda üç gün olmak üzere ayın ilk ve son perşembesi ve orta çarşambası. Sağlık durumu buna müsaade ediyorsa tabi. Sağlık durumu müsait değilse sağlığı korumak daha önceliklidir. Zira insanın vücudu, insanın bineğidir. Zarar görürse tamamen yıkılabilir. Ancak her zaman da onun istediği gibi olmamalıdır. Zira bu durumda asileşebilir ve artık söz dinlemez bir hale gelebilir. “En hayırlı olan orta olandır” kuralı burada da geçerlidir. İfrat veya tefrit suretiyle aşırıya gitmek her yerde yanlıştır. Bu nedenle hadislerde “iki kötü arasındaki iyi olanı alın” tavsiyesi yer alıyor. Gecenin herhangi bir vaktinde uzun bir secde yapması da uygundur. Bunu yorulana kadar yapmalıdır ve secde halinde söylediği zikir ise “subhane rabbiyel âla ve bihamdih” olmalıdır. Okuduğu, söylediği şeyler olabildiğince kalp huzuruyla olmalıdır ve aklı diğer yerlerde olmamalıdır. Ayrıca bunu sürekli yaparak ibadeti kendisinde meleke haline getirmelidir.

YORUMLAR

REKLAM