2025’te jeopolitik denge tersyüz olurken, dünya yeni bir
savaş tehdidi ile karşı karşıya kalır mı? Bu sorunun yanıtı, çeşitli çatışma
alanlarında ortaya çıkan yeni gerilimler ve ABD hegemonyasının Trumplı yeni
döneminde CIA-Pentagon-Wall Street-Senato ve elbette Amerikan halkı içindeki çatışmaların
şiddetiyle belirlenen şartlarla şekillenecek. Buna çanak tutacak esas etken,
yükselen ülkelerin yeni uluslararası düzenin müşterek bir şekilde
oluşturulmasında alacağı öncü rolde saklıdır.
EMPERYALİST ORDULARIN YENİLGİLERİ
Son dönemde ABD-NATO emperyalist ordularının, dünya
halklarını yenilgiye uğratma ve ezilen uluslara korku salma kapasitesinin
zayıfladığına tanık olduk. Hatta tam tersine ezilen halkların anti-emperyalist
direnişi zafere ulaşarak emperyalist orduları korkutuyor.
Afganistan’da afyon bağımlısı yapılmaya çalışılan ve Batı’da
“eşeğe binen mücahitler” diye küçümsenen Taliban, 20 yıllık savaş sonrasında
tepeden tırnağa teçhizatlı 500 bin Amerikan askerini “imparatorluklar mezarına”
gömdü ve Afganistan’dan utanç verici şekilde kaçmaya zorladı. “Terlikli Ordu”
diye aşağılanan Yemen’de Husiler, Kızıldeniz’i emperyalist askeri ve ticari
gemilere dar etti ve büyük bir başarı kazandı.
Batılı ticaret şirketleri “Ümit Burnu”nu yeniden keşfetti.
İsrail, Gazze’de sürdürdüğü insanlık dışı savaşta Hamas öncülüğünde
Filistinlilerin büyük direnişiyle karşılaştı. İsrail ordusu, her türlü insanlık
ve savaş hukukunu çiğnediği katliamlarına rağmen bir seneden fazladır belirgin
bir zafer elde edemedi.
Batı Afrika’nın zengin yer altı kaynaklarına sahip ülkeleri,
Fransız ve Amerikan emperyalizmine tokat üstüne tokat atmaya devam etti. Afrika
devletleri, milletiyle birlikte bağımsızlıklarını kurumsallaştırarak kendi
kaderini tayin etme mücadelesinde öne çıkıyor.
Bu örnekler, emperyalizmin askeri makinasının giderek daha
fazla direnişle karşılaştığını ve şiddet yoluyla hegemonyasını sürdüremediğini
gösteriyor. Ancak bu durum, ABD hegemonyasının tamamen etkisiz hale geldiği
anlamına gelmiyor.
ABD MERKEZLİ ULUSLARARASI DÜZENDE ÇÖKÜŞ
ABD merkezli uluslararası düzende çöküş yaşanıyor. NATO’nun
caydırıcılığı sıkıntıda; Ukrayna Savaşı bunun çarpıcı bir göstergesi. Aynı
zamanda, ABD hegemonyasının azalmasıyla birlikte, çok kutuplu bir düzenin
inşası hızlanıyor.
BRICS+ ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), bu yeni düzenin
kurumsal yapısını oluşturuyor. Şimdi bu kurumların önünde, gelişen ülkelerde
artan cazibesini de kullanarak Batı tipi sisteme tüm yönleriyle tam
alternatiflerin oluşmasını sağlayan (askeri, ekonomik ve kültürel) daha aktif
bir tutum alarak, dünya çapında siyasi ve ekonomik dengeyi yeniden
şekillendirme potansiyeli bulunuyor.
AVRASYA-ATLANTİK ARASINDA YALPALAYAN ÜLKELER
Başta Türkiye, Arjantin ve Hindistan olmak üzere bazı orta ve büyük güçteki ülkeler, Atlantik merkezli sistemden koparak ekonomik ve siyasi kazançlar elde etme potansiyeline sahip. Ancak bu ülkeler, şu anda ortayolcu bir tutum sergileyerek bu olanakları tam anlamıyla değerlendiremiyor.
Türkiye’nin Avrasya ile entegrasyonu konusundaki yetersiz
duruşu ve Asya ülkelerine güven vermeyen adımları, Hindistan’ın Batı
ittifakıyla olan karmaşık ilişkisi, bu ülkelerin Atlantik Sistemi’nden
kopuşları ile potansiyellerine ulaşmalarını engelliyor.
Arjantin de 2023’te tam üyelik şansına eriştiği BRICS’ten,
yeni sağ-neoliberal başkanı Milei’nin geri adım atmasıyla vazgeçerek bir
duraklama döneminde.
Fakat uluslararası düzenin gidişatı, bu ülkeleri Atlantik ve
Avrasya arasında önünde sonunda seçim yapmaya zorlayacak. Bu ülkeler için
durum, Marx’ın 19. yüzyılda “burjuvazi ile işçi sınıfı arasında yalpalayanlar”
olarak nitelendirdiği orta sınıflar gibidir.
Kapitalist sistemde büyük bir yığın olan bu sözde “orta
sınıflar” nasıl ki sermayeden mahrum kalarak merkezden kovularak görece
avantajlı “ücretli işçilere” dönüştüyse, bu ülkelerin kaderi de budur.
Çünkü bunlar; İtalya, Almanya veya Japonya gibi ABD tarafından
“öç alma savaşı” başlatmamaları için Batı sisteminde kendilerine merkezde yer
edinen, ekonomik kalkınmalarına izin verilen ülkeler statüsünde değillerdir.
Batı tarafından “zenci” olarak nitelendirilen ve kendi sistemlerinde çevrede
yer almaya mahkûm Asyalı, Afrikalı ve Latin Amerikalılardır.
Rusya, Ukrayna’daki savaşta bu sene zafer elde edebilir. Bu
ihtimal, hem Batı’nın Ukrayna’ya verdiği desteğin sınırlarını hem de Rusya’nın
askeri ve siyasi kararlılığını test edecek. Ukrayna Savaşı’nın Rusya lehine
sona ermesi, NATO’nun ve Batı ittifakının caydırıcılığını başta Avrupa olmak
üzere dünya genelinde daha da sorgulanabilir hale getirecek.
Çin, jeopolitik kırılmada bir başka kilit oyuncu. Geçen yıl,
çok sayıda yedek kuvvet oluşturma kararını da içeren bir askeri bütçe artışına
gitti. Bugün dünyanın en büyük donanmasına sahip olan Çin, Asya-Pasifik
bölgesinde teorik olarak en büyük güç.
Ancak Çin’in askeri deneyiminin son olarak 70 yıl önce Kore
Savaşı’nda sınandığı göz önüne alındığında, Trump’ın “küresel daralma
stratejisi” gereği Asya-Pasifik’te yürüteceği kuşatma politikası ciddi riskler
taşıyor.
Rusya, 2011’de Libya’da Kaddafi’nin yıkılmasına çekimser
kalarak büyük bir hata yaptığını fark ederek Suriye’ye yönelik emperyalist
müdahaleye karşı 2015’te Esad’ın yanında yer alarak aktif olarak katılmıştı.
Sonuç ne olursa olsun burada bir içtihat oluştu. Çin’in
önünde duran yol ayrımı da budur. Ya “ekonomik gelişmeye önem veren sessiz ve
pasif siyasi destek” stratejisine devam edecek, ya da “Kaddafi’nin, Esad’ın
düşüşü de bir anlamda benim çevrelenmemdir.” diyecek ve dış politikada yeniden
daha aktif ve devrimci bir rotaya evrilecek.
Bu dinamikler, şiddetin ve çatışmanın sınıflı toplumun temel
yapısıyla yakından bağlı olduğunu bir kez daha gösteriyor. Sınıflı toplumun ilk
ortaya çıkışından bugün emperyalist döneme kadar herhangi bir toplum, artığın
çıkarılması, dağıtılması ve kullanılması etrafında örgütleniyor. Bu bağlamda
şiddet, sadece bir iktidar aracı değil, aynı zamanda özgül bir toplumsal
yapının devamını sağlamak için kullanılan bir mekanizma olarak karşımıza
çıkıyor.
Özellikle savaş bağlamında askeri şiddet, gerekçesiz ortaya
çıkmadığı gibi, mevcut çıkar yapılarının korunması ve yeniden üretimi amacıyla
sürdürülüyor. Burada, Amerikan savaş makinasının bunu sürdürmesinin mevcut askeri
ve ekonomik yapısında yaşadığı zorluklar, dünya halklarına sağladığı
avantajların 2025’te artacağını görmek gerekir.
2025’teki jeopolitik gelişmeler, bu temel dinamiklerin çarpışma alanı haline geldiği bir yıl olarak şekillenmeye devam edecek. Emperyalist hegemonyanın gerileyişi kadar, bu gerilemeye verilen tepkilerin niteliği de belirleyici olacak. BRICS ve ŞİÖ burada ortaya çıkan öncü kurumlardır. İnisiyatif, ezilen dünya ülkelerinin elindedir ve bu, emperyalist sistemi ortadan kaldırmanın topyekûn ve omuz omuza olmasıyla mümkündür/orçun göktürk/teori