8 Aralık'ta Şam'ın
düşmesinde etkili olan faktörleri inceleyecek olursak, ilk akla gelen “Sezar
Yasası” ve onun sonuçlarıdır. Suriye'de yaşanan olaylarda bu yasanın en az
yüzde 50 oranında etkili olduğu söylenebilir.
Carter Araştırma ve
Çalışmalar Merkezi, Eylül 2020'de yayınlanan “Suriye'ye Yönelik ABD ve Avrupa
Yaptırımları ve Cezaları” başlıklı çalışmasında şunları vurguladı: “Sezar
Yasası'nın yürürlüğe girmesiyle Suriye dünyada en çok yaptırım uygulanan üçüncü
ülke olacak.” Buna rağmen ABD, yaptırımlarını sadece bu yasayla da sınırlı
bırakmadı.
ABD'nin Suriye'ye
uyguladığı yaptırımların kökeni yıllar öncesine değil, onlarca yıl öncesine,
yani 1970'lere dayanıyor. Aslında ABD'nin Suriye'ye yönelik ilk yaptırımları
1970'li yıllarda “Filistin terörizmini destekleme” bahanesiyle uygulanmıştı.
Bu yaptırımlar,
1980'lerden 2003'e kadar uzatıldı ve Suriye'nin Lübnan ve Irak'taki
gelişmelerdeki rolü bahane edilerek “Suriye’nin Cezalandırılması Yasası”
çıkarıldı. ABD, bu yaptırım paketi kapsamında Suriye'nin iki merkez bankası ile
Suriye Ticaret Bankası'na ikişer yıllık yaptırım uyguladı.
Ardından 2011'de Suriye’de yaşanan gelişmeler ve peş peşe uygulanan yaptırımlara sıra geldi ve ABD, 2019 yılında Sezar Yasası'nı kabul edinceye kadar Şam'a yaptırım uyguladı ve ertesi yıl yasayı uygulamaya koydu. ABD sadece Sezar Yaptırım Yasası’nı yürürlüğe koymakla kalmadı, 2020’den Şam’ın düşüşüne kadar her gün Suriyeli şahsiyetlere ve şirketlere yeni yaptırımlar uygulayarak baskı çemberini daha da sıkılaştırdı.
Beşşar Esad'ın Mart
2022'de Birleşik Arap Emirlikleri'ne gerçekleştirdiği ziyaret, 2011
olaylarından sonra dönemin Suriye Cumhurbaşkanı’nın bir Arap ülkesine yaptığı
ilk bölgesel ziyaret olma özelliği taşıyordu ve siyasi olmaktan çok ekonomik
hedefler barındırıyordu. Esad'ın bu ziyaretteki en önemli hedefi, ABD
yaptırımlarının azaltılması hatta kaldırılması yönünde adımlar atmaktı. Bu
hedef, Suriye yetkililerinin Suudi Arabistan da dâhil olmak üzere bölgedeki
diğer ülkelere yaptığı diğer ziyaretlerde takip edildi. Ancak Arapların bu
alanda karar alma gücü yoktu. Arapların istediği olsaydı yaptırımları kaldırıp
2018 yılında Suriye ile ilişkilerini yeniden başlatabilirlerdi. Bu nedenle
Esad'ın ziyaretlerinin asıl amacı Amerikalılar tarafından anlaşılınca, dönemin
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo bu yöndeki her türlü eylemi ABD'ye karşı
düşmanca bir eylem olarak nitelendirdi ve Arapları uyardı.
8 Aralık 2024'te
Şam'ın düşmesinden sonra, Tahrir-i Şam ile ilişkileri göz önüne alındığında,
üst düzey Katar ve Türk heyetlerinin yeni Suriye yöneticileriyle görüşmek için
acele etmesi şaşırtıcı değildi. Dünyayı şaşırtan şey, özellikle Suudi
Arabistan'dan gelen yardımlar olmak üzere insani yardım konvoylarının Şam'a
gitmek için sıraya girmesiyle birlikte, Arap ve Avrupa ve ABD heyetleriydi.
Böyle bir sahne, Şam'ın düşmesinden ve yeni yöneticilerin iktidara gelmesinden sonra, hatta yeni yöneticilere yönelik yaklaşımlar ihtiyatlı olsa bile Suriye için yıllardır bir rüyaydı. Örneğin, New York Times gazetesi 3 Ocak 2025'te “Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri Suriye'nin Yeni Yöneticileriyle Dikkatli Bir Şekilde İletişim Kuruyor” başlıklı bir rapor yayınladı ve Arapların Suriye'nin yeni yöneticilerine ilişkin kaygılarından söz etti.
Suriye'de “rejim
değişikliği” planı yeni bir konu değil ve bu, ilk kez doksanlarda ortaya atılan
Amerikan neoconlarının planlarından biridir ve dönemin ABD Başkanı George W.
Bush, Irak'taki rejim değişikliğinin hemen ardından, 2003'te Suriye'de bunu
uygulamaya çalıştı. ABD gazetelerinden The New York Times, 18 Kasım 2003
tarihinde, Amerikalı gazeteci John Cooley'in “Amerika Suriye'de Rejim
Değişikliğine Doğru İlerliyor” başlıklı yazısını yayınlayarak, açıkça ABD’nin
bu arzusuna ve beklentisine değindi.
Suriye'de “rejim
değişikliği” planı aslında Amerika'daki Siyonist lobinin bir planıydı ve bu
planın en önemli destekçilerinden biri de bu lobinin liderlerinden ve Suriye'yi
ateşe verme taraftarlarından olan Elliott Abrams'dı.
Şam'ın siyasi ve diplomatik
izolasyondan çıkarak rejim değişikliğine gitmesi, İsrail ve ABD'nin izni ile olmasa
bile, Şam'ın kapılarını İran'a kapalı tutmaya devam etmek için şüphesiz
Amerika'nın yeşil ışık yakması ve onayıyla gerçekleşti.
Ancak bu, Suriyelilerin ya da yeni Suriye yöneticilerinin umduğu gibi yaptırımların hemen kaldırılması anlamına gelmiyor. Şam'ı ziyaret edenler ve Türkler ve Katarlılar bile, yaptırımların kaldırılmasını, yerine getirilmesi halinde yaptırımların kaldırılmasıyla sonuçlanacak şartlara bağladı.
ABD ve Batı’nın
şartları nelerdir? Gerçekten Suriye'de azınlık haklarını vb. gözeten demokratik
ve çoğulcu bir devlet mi kurmayı hedefliyorlar?
Batı'nın söz ettiği,
demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve benzeri sloganlarında,
kendi stratejik çıkarları veya Siyonist rejimin çıkarları söz konusu olduğunda
Araplara asla yer olmadığı tecrübeyle sabittir. Bu iddianın kanıtı, Gazze'de
Filistinlilere karşı sadece sessizlik ve kayıtsızlıkla değil, aynı zamanda Batı
ve Amerika'nın işbirliği ve katılımıyla işlenen suç ve cinayetlerdir.
Çağdaş tarih bize
demokrasi ve insan hakları söyleminin, Batı'nın çeşitli darbeler, ayaklanmalar,
suikastlar, tekfirci terörizm, ayrılıkçı hareketler ve kanlı fitnelerle bağımsız
ülkelerde istikrar ve düzeni bozmak ve bu ülkelerde rejim değişikliği
gerçekleştirmek için kullandığı bir araç olduğunu öğretti.
Ebu Muhammed
el-Culani'nin İdlib'de kurduğu çoğulcu demokrasi modeli ve tekfirci terör
örgütlerinin saflarında geçirdiği uzun ve verimli geçmişi, ona Suriye'de
azınlık haklarının korunduğu demokratik ve çoğulcu bir hükümet kurma olanağı
tanımıyor. Bu iddianın kanıtı, intikam ve mezhepçilik eylemlerinin devam etmesi
ve yaygın ve kapsamlı ihlallerdir ve bunlar, Şam'ın düşmesinin üzerinden bir ay
geçmesiyle birlikte, Suriye'nin çeşitli şehir ve bölgelerinde, medyadan uzak
bir şekilde kendi adamları tarafından yürütülmeye devam etmektedir.
Culani, Suriye'de rejim değişikliği planının öncülüğünü yapan ABD, Siyonist Rejim ve Türkiye’nin planının liderliğini yapmış ve bunun karşılığında isminin ABD terör listesinden çıkarılmasıyla ödüllendirilmiştir.
Ancak Suriye'ye
yönelik yaptırımların kaldırılması ve bu ülkenin yeniden inşası için sermaye
akışının sağlanması konusu tamamen farklı bir konudur. Çünkü Suriye'de rejim
değişikliğinde etkinliğini kanıtlamış olan ekonomik kuşatma, ABD ve Batı'nın
arzuladığı hedeflere ulaşmak için yeni yöneticilerin başına kakılan bir çomak
olmaya devam etmelidir.
Eğer Suriye'deki yeni
yöneticiler, Suriye'nin ulusal kaynaklarının ve zenginliklerinin paylaşılması
ve Türkiye'nin onlardan uzak tutulması gibi ABD ve Siyonist tarafın taleplerini
yerine getirirlerse, yaptırımların hepsi bir anda değil, bazıları kademeli
olarak gelecekte kaldırılabilir.
Öte yandan eğer
Erdoğan, Trump'ın 8 Aralık'ta dile getirdiği “Suriye'den çıkış” yaklaşımına
güveniyorsa, şunu bilmelidir ki buna ne Trump’ın ekibi ne ABD’nin derin devleti
ne de Siyonist lobisi izin vermeyecektir ve bu, BBC'nin 13 Aralık tarihinde
“Trump, Suriye savaşının bizim savaşımız olmadığını söylüyor ama ondan uzak
durmak çok zor” başlıklı haberinde açıkça değindiği bir konudur.
Trump, 16 Aralık'ta düzenlediği basın toplantısında Türkiye'nin Esad'ı devirmedeki rolünü takdir etti ve övdü ancak ABD'nin Suriye'den çekilme niyetine dair hiçbir şey söylemedi ve pratikte ABD'nin Suriye'deki varlığını güçlendirdiğini görüyoruz.
ABD'nin, 2003 yılında
kabul edilen Suriye’nin Cezalandırılması Kanunu'nda açıkça yer alan Suriye'ye
yönelik yaptırımların kaldırılmasına ilişkin en önemli talepleri ve şartları şu
üç maddede özetlenebilir:
- Filistin, Lübnan ve
Irak'taki direnişe destek verilmemesi
- Suriye'nin füze
programının tamamen durdurulması
- İsrail ile
ilişkilerin tamamen normalleşmesi, ABD'nin Suriye'ye yönelik yaptırımları
kademeli olarak kaldırması için öne sürdüğü en önemli şartlardan biridir.
9 sayfalık Suriye’nin
Cezalandırılması yasasında Suriye'deki demokrasi ve insan hakları hakkında tek
bir kelime bile söylenmiyor. Güçlü bir şekilde vurgulanan şey, Siyonist rejimin
güvenliğinin sağlanması ve bu rejimle ilişkileri normalleştirme ve uzlaşmadır.
Ayrıca, Demokrat ve
Cumhuriyetçi Kongre Komitesinin 2019 yılında yayınlanan raporunda, ABD'nin
Suriye'deki en önemli hedef ve planlarının, SDG’yi destekleyerek Suriye'nin
kuzeydoğu ve doğu bölgelerine hâkim olmak, yaptırım programı ve Suriye’nin
yeniden inşası konusunda Suriye ve destekçilerine yolu tıkamak ve siyasi ve
diplomatik izolasyonun devam etmesinin olduğu belirtiliyor.
8 Aralık’tan ve
Şam’ın düşmesinden sonra yaşananlar ve yaşanmaya devam edenler, sadece Culani
Suriye’sini siyasi ve diplomatik izolasyondan kurtarmak ve buna paralel olarak
ABD’nin doğu ve kuzeydoğu Suriye’deki varlığını güçlendirmek içindir.
Bu arada, Suriye'ye yönelik bazı yaptırımların gelecekte kademeli olarak kaldırılması konusundaki ön şartların listesi de Culani'ye gönderildi ve bu listeye göre, Siyonist rejime Güney Suriye'de tam yetki verilmesinin yanı sıra, SDG'nin kendi bölgelerinde herhangi bir zarar görmemesi gerekiyor ve Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de Suriye'nin yeniden inşasına katılabilir. Bu listede Türkiye'ye yer verilmediği gibi, Culani'den Ankara'nın SDG'ye karşı herhangi bir eylemde bulunmasını engellemesi isteniyor.
ABD Kongre Araştırma
Servisi'nin Şam'ın düşmesinden 5 gün sonra, 13 Aralık 2024'te yayınladığı rapor
çok ilgi çekici. Raporda, Suriye'ye uygulanan yaptırımların dikkatlice gözden
geçirilmesi ve yeniden değerlendirilmesi ve bunların kaldırılması için acele
edilmemesi ve bu aşamada, Suriye'yi teröre destek veren ülke listesinden
çıkarmanın ve Tahrir-i Şam’ı terör listesinde tutmanın yeterli olacağı
öneriliyor.
Raporda dikkat çeken
bir diğer nokta ise Suriye'de Tahrir-i Şam Terör Örgütü ve silahlı grupların
kontrolünde kalması gereken bölgeleri gösteren ve rapora eklenen harita oldu.
Bu haritaya göre, Tahrir-i Şam'ın kontrolü altındaki alanlar İdlib, Halep,
Hama, Humus ve Şam'ı içeriyor ve Suriye'nin güneyi, kuzeyi ve doğusu Tahrir-i
Şam'ın kontrolü dışında kalıyor. Suriye’nin merkez bölgeleri de aralarında
IŞİD'in de bulunduğu, sürekli birbirleriyle savaş ve gerginlik halinde olan
diğer silahlı gruplara ayrılmış. Bu harita, ABD'nin Suriye'nin bölünmesine
zemin hazırladığını göstermektedir.
Foreign Affairs
dergisi 3 Ocak'ta “Amerika'nın Yeni Suriye'ye Verebileceği En İyi Yardım”
başlıklı bir araştırma yayınladı ve bu makalede, Amerika'nın Suriye'deki
hedeflerinin neredeyse tamamına ulaştığı bir durumda Suriye'de pazarlık ve
diplomatik anlaşma imzalama gücüne sahip birleşik, tek bir hükümetin
kurulmasını engellemesi gerektiği, çünkü böyle bir hükümetin iktidara gelmesinin,
uzun vadede Suriye'de ve bölgede istikrarın temellerini güçlendireceği
vurgulandı.
Rapora göre, Culani’den şu aşamada istenen, Ankara'dan uzaklaşmasına yol açsa bile Kürtleri desteklemesi ve onları iktidara getirmesi, aksi takdirde Suriye'nin yeniden inşası için sermayenin girmesine izin verilmeyeceğidir.
Ayrıca Culani’nin,
ABD’nin Suriye'den kademeli olarak çekilmesinin önünü açmak için, özellikle
İran ve Lübnan'ın Suriye'den iletişim hatlarının ve doğu ve kuzey Suriye'deki
petrol kuyuları ile sahalarının kesilmeye devam etmesi konusunda sınır
güvenliğini sağlaması gerekiyor. ABD bu alanda Suriye'nin petrol üretimini
artırması için Suudi Arabistan ve BAE'yi düşünüyor ancak bunun için Culani'nin
Kürtlerle onları memnun edecek bir anlaşmaya varması gerekiyor.
Raporda, Suriye
sahasında yaşanabilecek herhangi bir Türk-Siyonist çatışmasına karşı sert
uyarılarda bulunuluyor ve böyle bir çatışmanın önlenmesi için altı aylık
yaptırımların kaldırılması geçiş döneminde yeni Suriye'nin güçlendirilmesi
çağrısı yapılıyor.
Raporda, yeni
yöneticileri Türkiye'den, Türkiye'yi de Suriye'den uzaklaştırmak ve ayrıca
Rusya ve İran'ın nüfuzuna karşı mücadele edilmesi ve Şam'ın Moskova ve
Tahran'dan uzaklaştırılması için yeni Suriye’yi güçlendirmek adına
yaptırımların kaldırılmasının gerekli olduğu ifade ediliyor.
Kısacası, ya Culani teslim
olmaya ve normalleşmeye boyun eğecek ya da Suriye’ye yönelik yaptırımların yanı
sıra, Suriye'yi parçalama ve Culani ile Tahrir-i Şam'ı sahneden uzaklaştırma
planı devreye sokulacaktır.
(Farsnews’den tercüme
edilmiştir)