İsrail’in Lübnan’daki saldırganlığının tetiklediği çatışma
senaryoları karşısında bölgedeki aktörler korkularına göre pozisyon alıyor.
Lübnan düşerse sıradaki ülke Suriye.
Suriye’nin çatışmaya sürüklenmesi en başta bu ülkede işgalci
konumunda olan, muhalif Suriye Milli Ordusu’nu besleyen ve IŞİD artığı Heyet
Tahrir el Şam’a (HTŞ) kalkan olan Türkiye’yi yeniden hesap kitap yapmaya
itiyor. Bunu Cumhur İttifakı’nın değişen tutumundan da anlıyoruz. Bir tarafta
Suriye ile ilişkileri normalleştirmeye dönük çağrılar artıyor. Diğer tarafta
teröre karşı 6 yıldır Pençe operasyonlarının kilidini kapatacağını müjdelerken
birdenbire İmralı-Kandil hattını açıyor, DEM Parti’ye kucak açıyor. Temellendirilmesi
namümkün “İsrail Türkiye’ye saldırabilir” iddiasını bir korkuluğa çeviriyor.
Belki içeride Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı yeniden seçtirme ya da anayasa
değişikliğiyle ilgili yol temizliği yapmak için bu korkuyu kullanıyor.
Suriye’de de siyasi ve diplomatik flörtle etkileyemediği Beşşar el Esad’ı
İsrail korkusuyla koşulsuz normalleşmeye teşvik ediyor. Bütün aksi çıkarımlara
rağmen Esad, Türk askerinin çekilmesi ve terör örgütlerine verilen desteğin
kesilmesini garanti etmeyen bir diyaloğa girmeyeceğini söylüyor. Bunu 25
Ağustos’ta Halk Meclisi’nin açılışında da tekrarladı.
Olası normalleşmede hedef olarak Amerikan destekli Suriye
Demokratik Güçleri (SDG) ve özerk yönetimin dağıtılmasını belirleyen Erdoğan,
15 Ekim’de Balkan turundan dönüşte “Rusya, İran ve Suriye'nin daha etkili
tedbirler alması elzemdir” dedi. Halbuki...
Yazının devamı için linki tıklayınız...