Zeynep Gürcanlı kaleme aldığı yazıda Erdoğan’ın Suriye
politikasındaki değişimi seçime ve Rusya’nın politikasına bağlamış.
Gürcanlı’nın yazısı şu şekilde:
Dünya yakın tarihine baktığınızda karşınıza çıkan bir olgu,
bugünlere de ışık tutacak nitelikte;
En kritik uluslararası adımlar hep bunu “en yapmayacak kişi”
olarak görülen liderler tarafından atıldı.
Örnekleri çok;
Mesela Komünist Çin Devleti, ABD Başkanları arasında en
anti-komünist olarak adlandırılabilecek olan Nixon döneminde tanındı. Kapitalist/liberal
ekonomik düzenin temsilcisi olan Tayvan, Başkan Nixon’un imzasını taşıyan
politikalar sonucunda “devlet” olma vasfını yitirdi. komünist Pekin yönetimi
Birleşmiş Milletler’de “Çin Halk Cumhuriyeti” ismiyle uluslararası sistemin
meşru bir üyesi haline geldi.
Benzer bir durum Avrupa Birliği’nin ilk adımlarında da göze
çarpıyor; Bugünkü Avrupa Birliği’nin itici gücü, 2. Dünya savaşı sonrasında
kurulan Fransa-Almanya yakınlaşmasıydı. Bu yakınlaşmanın temelleri ise bir
dönem Almanya’ya karşı bizzat savaşmış olan eski bir Fransız generalin,
Fransa’nın en milliyetçi siyasetçilerinden De Gaule’ün Başbakanlığı döneminde
atıldı. Avrupa’nın ekonomik entregrasyonu De Gaule’ün Fransa Cumhurbaşkanlığı
döneminde ise serpildi, daha da gelişti.
Türkiye’den de örnek mevcut;
Türkiye’de daha Cumhuriyet kurulmadan, 1920’den itibaren
yürürlükte olan idam cezası, 2002 yılının Ağustos ayında TBMM Genel Kurulu’nda
kabul edilen AB uyum yasaları ile kaldırıldı. 2002 yılında Türkiye’de iktidarda
olan koalisyon hükümetinin bir üyesi de Devlet Bahçeli’nin liderliğini yaptığı
Milliyetçi Hareket Partisi’ydi.
Aynı dönemde PKK terör örgütünün elebaşı Abdullah Öcalan’ın
yargılaması bitmiş, hakkında verilen idam cezası 25 Kasım 1999’da Yargıtay
tarafından da onanmıştı. İdamın kalkmasıyla, Öcalan’ın cezası da müebbet hapse
çevrildi. Öcalan gibi simge bir ismi de ilgilendiren böylesine kritik bir
adımın MHP’nin muhalefette olduğu bir Türkiye’de atılması, toplumsal kabul
görmesi açısından çok daha büyük zorluk yaratırdı.
PUTİN’İN SURİYE POLİTİKASI; ERDOĞAN’IN SEÇİM POLİTİKASI
Bu çerçeveden bakıldığında AK Parti hükümetinin birden bire,
sürpriz şekilde Suriye’de Beşar Esad yönetimi ile barışma adımlarını bir
çerçeveye oturtmak da mümkün olabiliyor.
Bakın nasıl;
AK Parti iktidarının son yıllarında diplomasi, “günü birlik”
olarak nitelendirebilecek, uluslararası gelişmelere karşı “tepki politikası”
olarak şekillendi/şekillenmeye devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan hükümetinin
dış politikasında hakim yaklaşım olarak, “içerde oy arttırma çabasını” fark
etmemek neredeyse imkansız.
AK Parti’de kritik hedef ülkede yaklaşan seçim olunca, dış
aktörlerin de oyunlarını buna göre kurmaları normal.
Rusya’nın dış politikası, AK Parti’ninkine benzemiyor; Uzun
vadeli politika izliyor Moskova.
“Bölgesel güç” kalmak yerine, “küresel güç” olmaya oynayan
Putin, Suriye’deki iç savaştan yararlanarak Akdeniz’de askeri üslere sahip
oldu; Tartus deniz üssünün yanısıra, Lazkiye’deki hava üssü de Rusya’nın
Ortadoğu/Doğu Akdeniz politikası açısından kritik önemde. –Rusya’nın Akdeniz
politikasının diğer ucu da Libya’ya uzanmış durumda-
Esad rejiminin çökmesi, Putin’in Suriye’de kazandığı bu
ayrıcalıkların da tehlikeye girmesi anlamını taşıyor.
Suriye’de mevcut karmaşanın tam ortasında ise, gerek
Afrin’de, Azez-Cerablus hattında, Resulayn-Tel Abyad bölgesinde bulundurduğu
askeri varlık, gerekse İdlib’de Astana süreciyle üstlendiği teröristleri
temizleme görevi nedeniyle Türkiye yer alıyor. Türk askeri Suriye’den çıkmadan,
Esad rejimi –dolayısıyla Moskova- rahatlayamayacak.
HAVUÇ; RUSYA’DAN GELECEK PARA VE DOĞALGAZ- SOPA; ŞAM’LA
BARIŞMA
Putin, fırsattan istifade Türkiye engelini kaldırmak için,
AK Parti hükümetini tam bir “havuç-sopa” politikasıyla, kendi çıkarlarına doğru
yönlendiriyor.
İşin “havuç” kısmında doğalgaz var; Soçi’de AK Parti
hükümetinin, Rusya’nın ruble ile açacağı kredilerle, yine Ruble hesabından
doğalgaz almasının önü açıldı. Rusya
Devletinin nükleer enerji şirketi Rosatom’un tam da Erdoğan hükümeti “nakite
sıkışmış durumdayken” Akkuyu nükleer santrali için harcanacak parayı bir çırpıda
ve topluca Türkiye’ye göndermesi de havucun ikinci kısmı. Benzer başka
adımların da hemen seçim öncesinde atılmasını beklemek yanlış olmaz.
İşin “sopa” bölümünde ise Suriye var; Putin 11 yıllık iç
savaşta Şam rejiminin en keskin “düşmanı” konumundaki AK Parti yönetimini, Esad
ile “barışmaya” –hadi zorluyor demeyelim- yönlendiriyor.
11 yıldır bizzat Erdoğan’ın, AK Parti üyelerinin ve hükümete
yakın medya organlarının söylemleri hep Şam Rejimini ve Esad’ı
“şeytanlaştırmak” üzerine kurulmuştu. O kadar ki, “Esad’la masaya oturma”
olasılığını dinlendiren muhalif siyasetçiler “vatana ihanet” suçlamalarına bile
maruz kalmışlardı.
Böyle bir ortamda Rusya açısından Esad’la barışmanın ilk
adımlarının bizzat Erdoğan hükümeti tarafından atılması “elzem”; Aksi halde,
Şam’la normalleşmeyi Türkiye toplumunun büyük kısmına anlatmak çok güç
olabilir.
Moskova’nın “uzun vadeli” Suriye politikasını işte tam da
burada görmek mümkün; Türkiye’deki seçimde kim kazanırsa kazansın, Putin’in
istediği olacak.
Eğer Erdoğan kazanırsa, seçim öncesi atılmış normalleşme
adımları devam edecek. Eğer muhalefet galip gelip, iktidar değişirse, Suriye
ile barışmanın ilk adımları zaten atılmış olduğundan, Muhalefete düşmüş AK
Parti bu konuda ses soluk çıkaramayacak.
Bu açıdan bakınca soru şu;
Putin Suriye ile normalleşme için baskı yaparak, acaba
Erdoğan’a mı, yoksa ülkedeki muhalefete mi iyilik yapıyor?