Suudi Arabistan merkezli medya organı Al Majalla’da, “Şara
ve Türkiye: Satır aralarındaki mesajlar” başlığıyla yayımlanan Aliya Mansur
imzalı yazıda, Türkiye ile yeni Şam yönetimi arasındaki ilişkilere mercek
tutuldu. İlişkilerde görünenden daha farklı bir tablo olduğunu belirten Mansur,
“Türkiye'nin aceleciliği ve sık sık yapılan ziyaretler, iki taraf arasında
‘mutlak bir güven’ eksikliğinin işareti olabilir.” ifadelerini kullandı.
Mansur’un yazısının tamamını yayımlıyoruz:
“Suriye rejiminin devrildiği ve Beşar Esad'ın Moskova'ya
kaçtığı andan itibaren Suriye meselesini takip edenler ve konuyla ilgilenenler
şu soruyu sormaya başladı: Türkiye, Suriye'de İran'ın yerini mi alacak? İran'ın
nüfuzu ve Tahran'a bağımlılık, Türkiye'nin nüfuzu ve Ankara'ya bağımlılıkla mı
değişecek? Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, bu meşru soruları ve endişeleri
diplomatik bir dille reddetmeye çalıştı. Suriye'nin kimseye tabi olmayacağını
ve kimseyle savaşa girmeyeceğini vurgulayan mesajlar verdi. İlk ziyaretini
Suudi Arabistan Krallığı'na yaptı, ardından Türkiye'yi ziyaret etti. Çünkü
Suriye'nin çıkarı, çevresiyle, özellikle de Suriye devrimine yıllardır destek
veren Türkiye ile iyi ilişkiler kurmasını gerektiriyor. Ancak Suriye'nin esas
çevresi ve doğal ittifak noktası Arap dünyasıdır.
“Devrim yıllarında coğrafi konumu nedeniyle Suriye'de en
önemli rolü Türkiye üstlendi. Türkiye'nin kendisine bağlı siyasi, askeri ve
hatta sivil grupları var; ancak Şara liderliğindeki Heyet Tahrir Şam (HTŞ)
bunlardan biri değil. HTŞ ile Ankara arasındaki ilişki dostane olmakla
birlikte, Suriye Milli Ordusu'na bağlı birçok fraksiyonla olan bağımlılık ve
sadakat ilişkisine benzemiyor.
“Bugün Şam ile Ankara arasındaki ilişkilerde birçok
çelişkili sinyal bulunuyor. Şara, müzakere ve diyalog yoluyla Suriye'nin
tamamında kontrol sağlamaya çalışıyor ve Suriye'nin kuzeydoğusundaki
"Suriye Demokratik Güçleri" (SDG) ile barışçıl bir çözümden yana
olduğunu defalarca dile getirdi. Ancak Ankara, sınırlarını güvence altına almak
için askeri bir operasyonla SDG’yi bölgeden çıkarmayı hedefliyor. Peki, Şara,
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın konuşmasının yol açabileceği bir (Suriye-Suriye
ve ABD-Türkiye) uzlaşısına ulaşılana kadar savaşı erteleyip bundan kaçınmayı
başarabilecek mi? Şu ana kadar, Şara'nın son Türkiye ziyaretinde Ankara'yı
siyasi çözümün neden daha uygun olduğuna ikna ettiği görülüyor.
“Türkiye, Suriye'deki yeniden inşa projelerinden en büyük
payı almak için de harekete geçti. Ankara’nın aceleciliği ve sık sık
gerçekleşen görüşmeler, iki taraf arasındaki "mutlak güven"
eksikliğinin göstergesi olabilir. Esad'ın devrilmesinden birkaç gün sonra gelen
deniz sınırlarının belirlenmesi talebi ve Suriye'nin buna verdiği yanıt da bu
bağlamda değerlendirilebilir.
“Şara'nın Şam'a varmasından saatler sonra Ankara, başta
geçici hükümet olmak üzere kendisine bağlı Suriyeli muhalif kurumlardaki
çalışanların maaşlarını artırma kararı aldı. Bazıları bu işareti fark edemedi.
Bugün ise, Zafer Konferansı’nda tüm siyasi organların feshedildiğinin ilan
edilmesinden yaklaşık on gün sonra, Koalisyon ve ona bağlı organların fesih
kararını hâlâ reddettiği anlaşılıyor. Bu organların eğilimleri ve sadakatleri
Türkiye'ye bağlı. Ankara, Şam hükümetinden güvence almazsa, bu yapılar Ulusal
Diyalog Konferansı'na davetler yapılmaya başladığında yeni yönetimin karşısına
ciddi bir sorun olarak çıkabilir.
“Siyasi yapılar için geçerli olan durum, askeri organlar
için de geçerli, özellikle de liderlerinin büyük çoğunluğu Türk politikalarına
yakın olan Suriye Milli Ordusu açısından. Ahmed Şara'nın devlet başkanlığına
atandığı Zafer Konferansı’nda Milli Ordu fraksiyonlarının hazır bulunduğu
doğru, ancak yeni Suriye ordusuna nasıl entegre edilecekleri henüz net değil.
Şu an için Suriye Milli Ordusu'ndan bazı komutanların üst düzey görevlere
atanması, Türkiye'ye yönelik bir güven mesajı olarak okunabilir: “Sizinle kötü
ilişkiler istemiyoruz, atadıklarınızı dışlamıyoruz ancak mutlak sadakat da
beklemiyoruz.”
“Şara'nın Ankara ziyareti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile
görüşmesi öncesinde, medyaya sızdırılan bazı bilgiler dikkat çekici. Bunlar
arasında Suriye'nin merkezinde dört Türk hava üssünün kurulması ve yeni Suriye
ordusunun Türkiye tarafından eğitilmesi gibi maddeler yer alıyordu. Ancak bu
iddialar henüz gerçeğe dönüşmedi. Bu tür sızdırmalar sadece spekülasyon olarak
değerlendirilemez; aynı zamanda mesajlar ve baskı unsurları olarak da
görülmelidir. Ayrıca, Türkiye'nin sanayi üretimini ve vatandaşın alım gücünü
desteklemek amacıyla Türk mallarına gümrük vergisi getirilmesi de iki ülke
arasındaki ilişkiye dair bir başka gösterge niteliğinde.
“Bazıları, Türkiye'nin ‘Saldırganlığın Caydırılması’
operasyonunu desteklemede en büyük rolü oynadığını düşünüyor. Ancak Erdoğan’ın,
Esad ile ilişkileri normalleştirme konusunda da istekli olduğu unutulmamalı.
Kaynaklar, detayların bu noktada farklı sinyaller verdiğini öne sürüyor, ancak
bu ayrı bir konu.
“Türkiye-Şam ilişkilerinin kötü olduğu söylenemez. Ancak
Ankara'nın Şam'dan kısa sürede çok fazla talepte bulunduğu açık. Bu durum,
Şam'dakilerin Ankara'ya mutlak güven duyduğunu göstermiyor. Suriyelilerin
verdiği yanıtlar da bir tabi-tabi olunan ilişkisini işaret etmiyor.
“Sonuç olarak Majalla'nın aktardığı analize göre, Şara
Ankara ile soğuk bir ilişki arayışında değil. Suriye'nin kimseyi kışkırtmadan
herkesin desteğine ihtiyaç duyduğunun farkında. Ancak aynı zamanda siyasi
ajandalardan ve bölgesel çatışmalardan uzak durarak Arap dünyasına, özellikle
de Suudi Arabistan’a daha fazla yönelmek istiyor. Türkiye, İran ve Rusya'nın
Suriye’den çekilmesiyle oluşan boşluğu doldurmaya çalışıyor ve Şam’daki yeni
düzenin “meşru babası” olduğunu ima etmek istiyor. Ancak Şara, Suriye'yi eksen
politikalarından uzak tutmaya ve ülkenin Arap çevresine, milliyetçi değil,
modernist bir kavram olarak Arap kimliğine ve aynı zamanda ılımlı İslam
dünyasına ait olduğunu vurgulamaya çalışıyor. Bu denklemin dikkatle yönetilmesi
gerekiyor. Aynı şekilde, Suriye'nin güvenliği ve egemenliğiyle ilgilenen tüm
aktörlerin de mesajları ve gelişmeleri doğru okuması şart.”/aydınlık