Bireyin
İlahî Zât-ı Akdes dışında başkaları için yerine getirdiği bu ameller şirktir.
İster tevhid akidesiyle birlikte olsun –yani tevhid-i zât, tevhid-i sıfat ve
tevhid-i hâlikıyet- ister tevhid akidesini barındırmasın fark etmemektedir. Bu
konunun biraz daha açıklanmaya ihtiyacı vardır. Bir şeye önem verme ve huzu’
gösterme ibadet değildir. Ama bu huzu’/saygı takdis boyasını aldığı zaman artık
ibadet kategorisine girmiş olur.
Bunu şöyle açıklayabiliriz: İnsanın benliğini hakir görmek ve zâtını sosyal konumundan daha düşük göstermeye dayanıyorsa bu davranış tevazu kategorisine girer. Ancak bu boyun eğiş karşıdakini tekrim etmeye dönüşürse bu ta’zimdir. Tevazu da tazim de ibadetten sayılmaz. Tevazu ile ta’zim arasındaki fark şudur: İlki zâtını küçük görmekten ibaret iken, ta’zim ise karşı tarafa izzet ve keramet izharıdır.
İnsanın takdis ve bütün eksikliklerden tenzih anlamına gelecek şekilde bir şeyin huzurunda saygı göstermesi ibadettir ve bu davranışları Allah Teâlâ dışında başka bir kimseye göstermesi caiz değildir. Çünkü bütün kusurlardan münezzeh ve ibadet edilmeye layık yegâne varlık, zikri yüce olan Allah Teâlâ’dır.
Tesbih ve takdis iki kısma ayrılır: Lâfzî ve amelî. Lâfzî tesbih, insanın Rabbini lâfzî cümlelerle takdis etmesi anlamına gelmektedir. Subhanallah ve hamdın bütün türlerini Allah Teâlâ’ya özgü kılan ‘el-Hamdü lillah’ cümleleri bu türdendir. Bütün nimetleri, hayırları, bereketleri ve sözcükleri varlık sahasına getiren Mûcid-i Hakikî O’dur. Allah Teâlâ’nın düşünceye gelen her şeyden büyük ve bütün niteliklerden daha yüce olduğunu ifade eden ‘Allahu Ekber’ cümlesi de bu türdendir. Bu kelimeler ancak Allah için caiz olabilir, melek ve nebilere varıncaya kadar O’nun dışında hiçbir şey için caiz değildir. ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’ ibaresi de bu türdendir.
Amelî takdise gelince ise insanın kendisi için amel ettiği varlığa, mukaddeslik tabiatının kendisinden anlaşılan bir davranış sergilemesidir. Örneğin; rükû, secde ve kurban sunmak gibi. Lafızların açıklığı gibi bir açıklığın amelde bulunmayışı tabiî şeylerdendir. Bu amellerle bazen ta’zim murat edilir. Bu durumda söz konusu davranış ibadet kategorisine girmediği gibi, amelin kendisi de mukaddes bir amel olarak kabul edilmez. Yani salt sıradan bir amel olarak kabul edilir. Ancak bir putun ya da bir ateşin karşısında bu eylemler gerçekleştirilecek olursa mukaddes bir boya kazanmış olur. Çünkü söz konusu eylem bir varlığı takdis etmek amacıyla yerine getirilmiştir.
İnsan, doğası gereği takdise eğilimli olarak yaratılmıştır. Yani eksikliklerden münezzeh ve kemal niteliklerine sahip bir şahsın huzurunda durmaya meyyal bir yapıda yaratılmıştır. Takdis ve mutlak kemal karşısında övgü dürtüsü, fıtrî duygulardan kaynaklanmaktadır. Bu fıtrat, insanı takdis ameliyesini sürekli yerine getirmeye itmektedir. Bu şuur, ister kasıtlı olarak yerine getirsin ister kasıtsız olarak yerine getirsin şuurlu veya şuursuz bir şekilde takdis ettiği şeyin bağımsızlığına inancın bir türüdür. Uygulamada hatalı olsa da… Diğer bir ifadeyle ibadet ve kutsama içsel dürtüden kaynaklanmaktadır. İnsanın zâhirî şuur merhalesinde mâbudun ehliyetine, zâtî ve fiilî bağımsızlığının ve kusurlardan münezzeh oluşuna hakkıyla inanmış olmasının zorunluluğu bulunmamaktadır. Gerçi bu, takdisin anlamıdır. Takdis ile tevazu, takdis ile sıradan ta’zim veya takdis ile bir şeye önem verip onu kıble makamına getirmek arasındaki fark budur. Zerdüştlerin yaptığı şey, ateşin karşısında durup onu takdis etmektir. Salt bir tevazu veya sıradan bir ta’zim ya da bir kıble ediniş değildir.
Salt
takdis veya tenzih bir amelin ibadet kategorisine girmesi için yeterlidir.
Onların bu davranışı sergilerken ister mutlak rubûbiyet makamına açık bir
şekilde inansınlar, ister inanmasınlar herhangi bir fark söz konusu değildir. 1
--------------------------------------------
1 Mutahharî, İslam
ve İran’ın Karşılıklı Hizmetleri, s. 250.