Kadınların Savaşa Katılması

Kadınların cihattan muaf tutulmasının zorunlu mu yoksa iradî mi olduğu konusuna gelince; bu meseleyi araştırırken hükmün dayandığı icma, Hz. Peygamber’in (s.a.a) ve Müslümanların pratik uygulmasından oluşan delillere başvurmak ve ne denli delil hükmünde olduklarına bakmak gerekir.
GİRİŞ: 25.10.2024 15:17      GÜNCELLEME: 25.10.2024 15:17
Rasthaber -  Kadınların cihada katılmasına yönelik yaygın olan fıkhî görüş, kadınların çeşitli cihatlara katılma noktasına kadar detaylara inmiştir. Şöyle ki, İslam dini kadınları Müslümanların başlattığı ve savunma dışı veya kurtuluş cihadı durumlarında askerî katılımdan muaf tutmuş, düşmanların başlattığı savunma amaçlı cihada katılmalarını caiz ve hatta gerekli saymıştır. Diğer yandan bu görüşte kadınların savaşlarda lojistik, tıbbî hizmet, hemşirelik ve benzeri hizmetlerde bulunmaları tavsiye edilmiştir.[1]

Bu konuda kayda değer iki mesele göze çarpmaktadır: Birincisi, konu ile ilgili detayların değerlendirilmesi. İkincisi, kadınların cihattan muaf tutulmalarının zorunlu mu, yoksa iradî muafiyet mi sorusuna cevap bulunması.

Birinci mesele hakkında görünen o ki, bazı fakihlerin savunma amaçlı cihadı erkeklere ve kadınlara, hiçbir cinsiyet ayrımı yapmaksızın farz-ı kifaye saydıklarını yansıtan sözlerinin aksine, dayandırılan delillere göre ve bazı fakihlerin de işaret ettiği üzere,[2] kadın ve erkek arasında savunma amaçlı cihadın bazı aşamalarında ayrım söz konusudur. Yani, eğer savaş için gerekli olan insan gücü erkeklerle karşılanıyorsa, cihadın kadınlar için farz-ı kifayeliği fiiliyet kazanmaz; ama eğer erkeklerin tek başına katılımı insan gücü ihtiyacını karşılamaya yetmiyorsa, kadınların da İslam’ı savunmak için yapılan çalışmalara katılması zaruret hâline gelir.

Cinsiyete dayalı bu sıralamaya delil sunmada, cihadın kadınlar için farz olmadığına delalet eden rivayetlerin mutlaklığına dayanmak mümkündür.[3] Çünkü kadının savunma amaçlı cihada katılmasının farz olduğuna yönelik deliller, ya cihadın genel delilleridir[4] (ki bu rivayetlerde özelleştirme durumu söz konusudur ve erkekleri kapsamı alanına alır) ya da usul-i fıkıh âlimlerine göre sözlü olmayan delillerdir -örneğin kadın ve erkeğin savunmaya katılmasının farz olduğu ile ilgili aklın hükmü gibi- ki bu tür deliller genelleme özelliğinden yoksundur ve hatta yeterli sayıda erkeğin bulunduğu durumlarda bile farz olduğunu ispat edemez. Zira bu deliller ancak içeriğinin kesin olduğu bilinen durumlarda kanıt olabilirler. Farza göre de içeriğinin kesin olduğu bilinen durum da erkek savaşçı sayısının az olduğudur.

Bu konuda Hz. Peygamber’in (s.a.a) hayatını delil göstermek mümkündür. Çünkü o Hazret’in Uhud ve Hendek gibi bazı savaşları, savunma amaçlıydı ve buna karşın Allah Resulü (s.a.a) hiçbir zaman acil durumlar dışında kadınlardan savaşçı güç olarak yararlanmadı.

Bu arada bazı savunma amaçlı olmayan cihat durumları için de benzer detayları gündeme getirmenin mümkün olduğunu belirtelim. Şöyle ki, erkekler tek başlarına savaş için gereken insan gücünü karşılamaya yetmiyorsa ve Müslümanların ordusunun yenilmesi İslam dininin tehlikeye düşmesine neden olacaksa, en azından ikinci dereceden bir hüküm olarak kadınların cihada katılmasının farz olduğu söylenebilir. İslam dininin kadınlar için evini, yurdunu savunmayı farz sayması, ama İslam’ın varlığını savunmayı ve İslamî nizamın çöküşünün önlenmesini farz saymaması makul değildir. Özellikle savunma dışı (iptidaî) cihat ve savunma cihadı arasında yapılan ayrım ayetlerde ve rivayetlerde açıkça gündeme gelmemiş, sırf fıkhî bir yorum olarak kalmıştır.

İkinci meseleye, yani kadınların cihattan muaf tutulmasının zorunlu mu yoksa iradî mi olduğu konusuna gelince; bu meseleyi araştırırken hükmün dayandığı icma, Hz. Peygamber’in (s.a.a) ve Müslümanların pratik uygulmasından oluşan delillere başvurmak ve ne denli delil hükmünde olduklarına bakmak gerekir.

Bu delillerin kadınların cihada katılmalarının farz olmadığına delalet etmesi gayet açıktır. Ama söz konusu delillerin kadınların cihada katılmalarının caiz olmadığı (zorunlu muafiyet) konusunda delaleti pek açık değildir. Üstelik tarih kaynaklarında bazen Müslümanların Asr-ı Saadet dönemindeki savaşlarına doğrudan katılan Nüseybe gibi kadınlardan söz edilmiştir.[5]

Buna karşın kadınların cihattan men edildiğine dair bazı kanıtları bulmak da mümkün. Örneğin rivayetlere göre,[6] Asr-ı Saadet’te bazı Müslüman kadınların cihada katılmak için büyük istek sergiledikleri ve erkekler gibi cihadın faziletlerinden yararlanamadıkları için erkeklerin durumuna gıpta ile baktıkları bilinmektedir. Oysa eğer kadınlara cihada katılmak caiz olsaydı ve sadece farz olma hükmü kaldırılsaydı, bu kadınların erkeklerin durumuna gıpta ile bakmalarına hacet yoktu ve büyük bir zevk ve şevkle savaşlara katılabilir ve cihadın manevi mükâfatında erkeklere ortak olabilirdi. Bunun dışında bu rivayetlerden bazılarının tabiri, kadınların cihattan men edildiklerinin kendilerinin telakkisi olduğunu gösteriyor.[7] O zaman kadınların cihattan menedildiği sonucuna varabiliriz. Nitekim bazı kanaat önderleri de bu noktaya vurgu yapmıştır.[8]

Buna karşın yukarıda sözü edilen kanıtların hiçbirinin, kadınların cihattan nasıl menedildiğine yönelik herhangi bir delaleti bulunmuyor; zira bu deliller şer’i hükme yönelik sözlü delil türünden sayılmamakta ve sadece aklî deliller sınıfından oldukları ve genelleme özelliğinden yoksun oldukları anlaşılmaktadır. İşte bu yüzden iki ihtimalle karşı karşıyayız: İlk ihtimal şudur: Kadınların cihattan men edilmesi zatî olarak haram olmasından kaynaklanır ki, bu ihtimal durumunda bazı Müslüman kadınların Hz. Peygamber’in (s.a.a) huzurunda bazı savaş eylemlerine katılmaları zaruret ilkesine göre izah edilmesi gerekir. İkinci ihtimal, kadınların cihattan men edilmesinin ikinci dereceden başlıkların kapsamına girmesidir. Yani kadınların cihada katılmasının öz itibarı ile şer’i sakıncası yoktur ve şer’i hükümde amaçlanan şey, Müslümanların izzet ve iktidarıdır ve kadınların cihada katılması bu konuyu olumsuz yönde etkilediğinden, Şâri tarafından yasaklanmıştır. Çünkü özellikle günümüz savaşlarına göre daha yüksek düzeyde bedensel hazırlık gerektiren geçmişteki savaşlarda kadınların erkeklere nazaran fiziksel güç zafiyeti ve yine kadınların cinsel açıdan zarar görme ve düşman güçlerince suiistimal edilme ihtimali yüzünden kadınların askeri savaşlara katılması birçok durumda İslam ordusunun hezimete uğraması ve Müslümanların iktidarının zayıf düşmesi ile sonuçlanabilirdi. Bu ihtimal göz önünde bulundurularak, kadınların savaşlara askeri olmayan görevlerde rol ifa etmesi ve yine bazı güçlü kadınların askeri operasyonlara katılması da bu şekilde izah edilmektedir. Bu katılımların tümü Müslümanların iktidarını arttırmaya yönelikti ve bu amaca gayet uygundu.

Tabi bir başka ihtimal de akla geliyor: Kadınların savaşa katılmaktan menedilmesini, Hz. Peygamber’in (s.a.a) devlet yönetimi hükmü şeklinde ve sonuçta özel durumlar, şartlar gereği telakki edebiliriz. Ama bu ihtimal pek ciddi görünmüyor. Zira bu hükmün ifade edilmesi, Hz. Peygamber’e (s.a.a) özgü değildir ve hükmün Ehlibeyt İmamları (a.s) tarafından sürekli hatırlatılması da geçici bir hüküm olmadığını göstermektedir. Hatta bazı rivayetlerde, Hz. Mehdi’nin (a.s) evrensel hareketi başladığında, bazı kadınların da o hazrete eşlik edeceği hemşirelik ve yaralıları tedavi gibi sivil hizmetlerde bulunacağı beyan edilmektedir.[9]

Her hâlükârda, yukarıda sözü edilen iki ihtimal, kadınların cihat meselesi ile ilgili öncelikli hükümlerden kuşku duymaya yetiyor ve bu durumda, söz konusu olumsuz etkilerin gündemde olmadığı durumlarda caiz olmadığını beraat ilkesinden hareketle ispat etmek mümkündür.[10] Kadınların savaşa katılmasının Müslümanların iktidarı üzerinde olumlu veya olumsuz tesiri olacağını tespit etmenin, Müslümanların veliyyi emrinin sorumluluğunda olduğunu da hemen belirtelim.

O zaman eğer gelecekte, örneğin elektronik savaşların yaygınlaşması yüzünden kadınların savaşlarda cinsel zarara uğramaları gibi durumlar söz konusu olmazsa ve yine askerlerin fiziksel gücünün önemini kaybetmesi gibi yeni şartlar oluşacak olursa, kadınların cihada askerî katılımının caizliği şer’i kaidelere göre belirlenir.

Ehlader
- - - - - - - - - - - - -

[1]     Hillî, Kavaidu’l-Ahkâm, c.1, s.478; Şehid-i Sanî, Mesaliku’l-Efham, c.3, s.7-8; Hüseynî Tahranî, Risale-i Bedia, s.101-107 ve 119-122.

Humus Yılı Başlangıcının Belirlenmesi
Humus Yılı Başlangıcının Belirlenmesi
[2]     Şehid-i Sani’nin ifadesi şöyledir: “Bu kısımda cihad (Saldırgan düşman Müslümanların beldesine saldırdığı zaman) ve onu def etmek ister hür olsun ister köle, ister erkek olsun ister kadın, kime gerek varsa ona farzdır.” Şehid-i Sanî, Mesaliku’l-Efham, c.3, s.8.

[3]     Örneğin muteber bir rivayette şöyle geçmiştir: “Kadına cihat ve nafaka farz değildir.” Vesailu’ş-Şia, c.17, “Mirasu’l-Ebeveyn ve’l-Evlad” babları, 2. bab, s.436. Yine bk. Nurî, Müstedreku’l-Vesail, c.11, s.24-25. Bu konudaki diğer rivayetler için bk. Vesailu’ş-Şia, c.11, “Cihadu’l-Aduvv” babları, 4 ve 41. bablar, s.15 ve 86; İbn Mâce, Sünen-i İbn Mâce, c.2, s.968; Taberanî, Mu’cemu’s-Sağir, c.1, s.117; Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.1, s.210 ve c.2, s.149.

[4]     Örneğin Tevbe Suresi, 5, 41 ve 123 ve Hucurât Suresi, 9.

[5]     Vakidî, “el-Meğazî” kitabı, c.1, s.268-273 ve c.3, s.903.

[6]     Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.2, s.149-153.

[7]     Örneğin şu ifade: “Kadınlar cihad hakkında sordular. Dediler ki: Allah’ın bizim için savaşı farz kılmasını ve böylece bu nedenle mükâfat elde etmeyi istiyoruz.” Veya şu ifade gibi: Kadınlar dediler ki: ... Biz savaşamıyoruz. Bize de savaş farz kılınmış olsaydı kesinlikle savaşırdık.” age.

[8]     Tabatabaî, el-Mizan Fi Tefsiri’l-Kur’ân, c.4, s.351; Hüseynî Tahranî, Risale-i Bedia, s.99.

[9]     “İmam Mehdi (a.f) ile on üç kadın dünyaya dönecek. Onlar Resul-i Ekrem’in (s.a.a) döneminde onun yanında olduğu gibi yaralıları tedavi edecek ve hastalara bakacaklar.” Taberî, Delailu’l-İmame, s.484.

[10]    Elbette şöyle iddia edilebilir: Yukarıdaki iki ihtimal arasında şüphe edildiğinde kural, zatî olarak haram olduğuna inanmamızı gerektirir; nitekim usul ilminde de buna benzer bir kural sözkonusu edilmiştir; şöyle ki: Şerî bir hükmün nefsî bir hüküm mü yoksa gayrî bir hüküm mü olduğu konusunda şüphe ettiğimizde, sözün mutlak oluşu gereği onu nefsî bir hüküm saymalıyız. bk. Horasanî, Kifayetu’l-Usul, s.108. Ancak şuna dikkat etmek gerekir ki, bu kuralın uygulanması için lafzî delili mutlak olduğunu söyleyebilmemiz için böyle bir delilin var olması şarttır. Oysa ki kadına cihadın yasak olduğunu bildiren delil gayr-i lafzi delildir. Dolayısıyla, sadece yakinen emin olduğumuz durumda (kadının savaşması Müslümanların iktidarına zarar verir) hüccettir.

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM