Sadr-ı İslam ve Tarihi Kesitler

ve durmadan sahibi vura vura: "Muhammed'i bırak!" diyordu...
GİRİŞ: 05.10.2022 14:12      GÜNCELLEME: 05.10.2022 14:12
Rasthaber -  İslam tarihinde ilk müslümanların Resulullah'a (s.a.a) besledikleri fevkalade sevgi ve bağlılığın pek çok örnekleri vardır. Esasen felsefe okullarıyla peygamberlerin okulu arasındaki en temel farklılıklardan biri felsefe öğrencilerinin salt öğrenmek için felsefecilere gitmesi ve neticede filozofun yegane çekiciliğinin "öğretmen"likten ibaret olmasıdır.

Peygamberlerin çekicilik ve nüfuzları ise aşk ve sevginin nüfuzudur; peygamberlere taraftar olanlar bütün varlıklarıyla onları sever, tutkun olurlar. İslam tarihinde Resulullah'ı (s.a.a) tutkuyla seven sahabelerin en başında gelenlerinden biri Ebuzer-i Gıfari'dir.

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Medine'nin 100 fersah kuzeyinde bulunan ve Suriye sınırları yakınında yer alan Tebük'e doğru hareket edilmesini emrettiğinde kimi sahabe, çeşitli bahaneler uydurarak gitmek istemedi. Münafıklar kamuoyu oluşturuyor, işleri bozmaya çalışıyorlardı. Nihayet İslam ordusu hareket etti. İslam ordusu hem teçhizat açısından son derece zayıf, hem yiyecek bakımından bir hayli sıkıntıdaydı. Bazen bir hurmayı birkaç kişi bölüşmek zorunda kalıyordu. Ama moral çok yüksekti, herkes coşkulu ve neşeliydi. Resulullah'la (s.a.a) birlikte olma aşkı hepsine güç vermişdi. Tebük'e gidenlerden biri de Ebuzer'di.

Yolda üç sahabe, şu veya bu bahaneyle Peygamberi bırakıp geri döndü. Geri dönenler Resulullah'a (s.a.a) söylendiğinde hazret "Eğer onda bir hayır varsa Allah Teala onu tekrar bize ulaştırır; yok, eğer hayırsızsa gittiği iyi oldu!" buyuruyordu.

Bu arada Ebuzer'in pek zayıf ve ihtiyar devesi ordudan epey geri kalmıştı. Peygambere (s.a.a) gelip Ebuzer'in de geri döndüğünü söylediklerinde o hazret aynı cümleyi tekrarladı, "Ebuzer'de hayır varsa Rabb'im onu tekrar bize ulaştırır." buyurdu.

Ebuzer ordudan geri kalmıştır, ama diğer sahabe gibi geri dönmek istediğinden değildir bu; devesi pek yaşlı ve güçsüz olduğundandır. Hayvancağızın son nefesini vermek üzere olduğunu görünce onu bırakmak zorunda kalır, eşyalarını ve silahlarını yüklenip kızgın çölde yaya olarak ilerlemeye başlar. Ordudan birkaç mil geri kalmıştır. Bu sırada dağlık bir bölgeye varır, susuzdur. Burada bir kayanın dibinde birikmiş bir yağmur suyu dikkatini çeker, pek serin ve tatlı bir sudur. Susuz olduğu halde içmez "Canım feda olası sevgili Resulullah (s.a.a) içmedikçe bu sudan içmem." diyerek kırbasını doldurup yola koyulur.

Akşama doğru ordunun atçıları "Ya Resulullah (s.a.a) uzaktan bir karaltı geliyor." dediklerinde, "O, Ebuzer'dir" buyurur. Çok geçmeden Ebuzer orduya ulaşır ve susuzluktan hemen oracıkta yere yığılıverir. Resulullah'la (s.a.a) bir grup müslüman bir su kırbasıyla yanına koşarlar, ama o su içmez ve pek zayıf bir sesle "Kırbamda su var." der. Peygamber "Suyun vardı da içmedin öyle mi?!" diye sorunca "Evet ya Resulullah," der. "Pek tatlı ve serin bir su buldum. Canımdan daha aziz olan dostum Resulullah (s.a.a) içmedikçe bu suyu içmemeye ahdettim, sizden önce içmeye kıyamadım." der ve bayılır!1

Dünyada hangi okulda, hangi ideoloji ve fikir sisteminde bu tür fedakarlıklar vardır?

Bu sevgi dolu vurgunlardan biri de Bilal-i Habeşi'dir. Kureyşliler İslam'dan dönmesi ve tekrar putlara tapıp hz. Muhammed'den (s.a.a) yüz çevirmesi için ona kızgın kumlar üzerinde kaya parçalarıyla işkence ettikleri halde Bilal tahammül etmekte ve Resulullah'tan (s.a.a) vazgeçmemektedir.

Mevlana Mesnevinin 6. cildinde bu olayı çok çarpıcı bir üslupla anlatarak şöyle der: "Ebu Bekir ona, imanını gizlemesini öğütlüyordu, ama Bilal'ın aşkı gizlenecek gibi değildi:

Bilal işkencelere katlanıyordu
Sahibi vura vura "Muhammed'i bırak!" diyordu
"Benim dinimi nasıl inkar edersin." diye
Onu öldüresiye dövüyordu.
Bilal "Allah birdir!" diyordu sadece
Bu sırada Ebu Bekir geçti oradan
Dinini gizlemesini öğütledi, ama
Bilal "Gizleyemem artık." dedi ona.
"Muhammed canıma-kanıma işlemiş benim
Ben onun sevgisinden nasıl vazgeçerim?
Tevbe eder miyim onu sevmeye
Onun sevgisiyle başladım ben dirilmeye!
Aşkın gücü sarmıştır beni
Kavrayıp kuşatmıştır seveni
Onun sevgisi güneş gibi
Parladı, ışıttı benim gibisini.
Ey sevgili, sen fırtına, ben saman çöpü
Savurur sevgin dilediğince beni.
Ben Bilal isem eğer
Ay gibi güneşin ardınca koşar, ona uyarım.
Aya, kendi başınalık yakışmaz
Gerçek ay, güneşten başkasına uymaz!
Gerçek sevgi besleyenler sele kapılmışlardır
Sevgilinin selinde kaybolmuşlardır.
Değirmen miliyle değirmen taşı gibi tıpkı
Gece gündüz onu kuşatmıştır bu tutku."

Bu tutku ve sevginin bir başka örneği de yine İslam tarihine "Gazvet-ur Reci" adıyla geçen ve sadr-ı İslam'da vuku bulduğu güne "Yevm-ur Reci" denilen meşhur hadisedir.

Kureyşlilerle aynı soydan gelen ve Mekke yakınlarında yaşayan "Ezel" ve "Gâre" kabileleri hicretin 3. yılında Resulullah'a (s.a.a) gelir ve şöyle derler: "Kabilemizde bazıları İslam'ı seçmiş durumda. Kur'an'ı ve İslam hükümlerini öğretmeleri için bize birkaç kişi gönder."

Resulullah (s.a.a) da onlara altı kişilik bir tebliğciler grubu gönderdi ve bu grubun başına da Mersed b. Ebi Mersed veya Asım b. Sabit adlı birini tayin etti. Mübelliğler, söz konusu kabilenin gönderdiği adamlarla birlikte yola çıktılar. "Huzeyl" kabilesinin yaşadığı bölgede mola verdiler. Ansızın Huzeyl oğullarının saldırısına uğradılar. Bu bir tuzaktı. Tebliğci talebinde bulunan insanlar aslında onları buraya çekip tuzağa düşürmüştü. Altı müslüman hemen silahlarına sarılıp savunmaya geçtiler.

Huzeyl saldırganlarının reisi "Sizi öldürmeye değil, esir almaya geldik, sizi Kureyşlilere teslim edip onlardan para alacağız." diyerek onlara güvence vermeye kalkıştıysa da müslümanlardan üçü ve bu cümleden olmak üzere Asım b. Sabit "Biz müşriklere teslim olmayız!" diyerek yiğitçe savaşıp şehid düştüler, Zeyd b. Desinne, Hubeyb b. Adıyy ve Abdullah b. Tarık adlı diğer üç kişi ise onlara teslim oldular.

Huzeylliler onları sıkıca bağlayıp Mekke'ye doğru yola koyuldular. Mekke yakınlarında Abdullah b. Tarık bir yolunu bulup ellerini çözerek silahına koştuysa da, üzerine çullanıp bir taşla onu öldürdüler. Zeyd'le Hubeyb Mekke'ye götürüldüler ve orada bulunan iki Huzeylli esirle takas edilip Mekkelilere satılmış oldular.

Safvan b. Ümeyye-i Kureşi, Bedir veya Uhud'da öldürülen babasının intikamını alabilmek amacıyla Zeyd'i satın almış ve onu öldürmek için Mekke dışına götürmüştü. Mekkeliler bu sahneyi izlemek için toplandılar. Zeyd korkmuyor, kimseye yalvarmıyordu. Bu sahneyi izlemeye gelenlerden biri de Ebu Süfyan'dı. Zeyd'in son dakikalarından faydalanmak ve Resulullah (s.a.a) ve İslam'ın aleyhinde propaganda malzemesi yapılabilecek bir pişmanlık veya tavır sergileyebilmeyi sağlamak istedi. Zeyd'e yaklaşıp "Allah aşkına söyle." dedi, "Şimdi burada senin yerine Muhammed'in olmasını istemez miydin? Senin yerine onun kellesi vurulur, sen de rahatça çoluk-çocuğunun yanına dönerdin o zaman!"

Zeyd'in verdiği cevap bütün Mekkelileri ürkütmüştü: "Allah'a yemin ederim ki, ben Muhammed'in (s.a.a) ayağına bir dikenin batmasına bile tahammül edemem, bu durumda çoluk-çocuğumun yanında rahat rahat oturamam!"

Ebu Süfyan neye uğradığını şaşırmıştı. Mekkelilere "Muhammed'in adamları kadar sadık ve vefakar kimse görmedim!" dedi, "Müslümanların Muhammed'i sevdikleri kadar, hiç kimse taraftarlığını yaptığı birini sevmiş değildir!" Sıra Hubeyb b. Adıyy'e gelmişti. Onu da öldürmek için Mekke dışına çıkardılar. Hubeyb, öldürülmeden önce iki rekat namaz kılmak için izin istedi. Müsaade edilince fevkalade bir huzu ve huşuyla iki rekat namaz kıldı, namazını bitirdikten sonra kendisini izlemeye gelen Mekkelilere dönüp "Vallahi, korkusundan uzatıyor diyerek beni karalamayacağınızdan emin olsam, daha fazla namaz kılmak isterdim!" dedi.

Hubeyb'i öldürmeye hazırlandılar. Darağacına çıkarıldığında söylediği sözler Mekkelileri pek etkilemiş, çoğu insan korkuyla yerlere kapanmıştı. Hubeyb darağacında şöyle dua ediyordu yüksek sesle: "Ya Rabbi! Resulünün bize verdiği vazifeyi yerine getirdik. Bizim başımıza getirilenleri hemen bu sabah Peygamberine bildir. Ya Rabbi! Bu zalim güruhun yaptıklarını gör, bunları affetme, bir teki bile sağ kalmayacak şekilde hepsini helak et!"2

Bir diğer örnek de Uhud'dur. Bilindiği üzere Uhud'da müslümanlar ağır bir yenilgi aldılar. Bu savaşta, aralarında Resulullah'ın (s.a.a) sevgili amcası Hamza'nın da bulunduğu 70 müslüman şehid oldu. Bu savaşı Müslümanlar kazanmıştı aslında. Ancak, Peygamberin (s.a.a) bir tepeye yerleştirdiği bir grup okçu askerin disiplinsizliği ve emre itaatsizliği yüzünden bu savaş kaybedildi, kimi kaçtı, kimi direnip Peygamberi korudu ve neticede kaçmayıp Resulullah'ı (s.a.a) koruyan bir avuç mümin diğer müslümanları tekrar toparlamayı başararak facianın daha da büyümesini ve düşmanın daha fazla ilerlemesini önlemeyi başardılar. Bilhassa Peygamberin (s.a.a) öldürüldüğü söylentisi yayılınca çoğu müslümanlar geri dönüp kaçmaya başlamış, ama hazretin hayatta ve sağ olduğu öğrenilince İslam ordusu tekrar moral kazanarak savaş meydanına geri dönmüştü. Bu sırada pek çoğu ağır yaralanmıştı, bu yaralıların olup bitenlerden haberi yoktu. Bu yaralılardan biri de Sa'd b. Rabi'di, on iki yerinden ağır yara almıştı. Kanlar içinde yerde yatan Sa'd'i gören bir müslüman ona yaklaşıp "Peygamber ölmüş diyorlar." dedi. Sa'd'in cevabı pek ilginçtir "Peygamber ölebilir, ama onu gönderen Allah da mı öldü ki sizler böyle kaçıyorsunuz? Muhammed'in dini ölmedi ki! Ne bekliyorsun sen? Dinini neden müdafaa etmiyorsun kardeşim?!"

Resulullah (s.a.a) savaşın sonlarına doğru ölülerle yaralıları belirlemek için bir yoklama yaparken Sa'd b. Rabi'nin orada bulunmadığını fark etti, ve Sa'd'den haber getirecek bir gönüllü istedi, ensardan biri öne çıkıp gönüllü oldu ve Sa'd'i aramaya gitti. Onu bulduğunda can vermek üzereydi "Resulullah (s.a.a) senden bir haber götürmem için görevlendirdi beni." dedi. Sa'd "Benim selamımı ilet ve artık gidici olduğumu söyle." dedi ve ekledi: "Ben son anlarımı yaşıyorum. Resulullah'a (s.a.a) benim tarafımdan şunu söyle: Allah Teala, bir peygambere layık olan en iyi mükafatla mükafatlandırsın seni!"

"Bu arada ensarla muhacirlere de bir vasiyetim var. Onlara benim şu sözlerimi ilet: Onlar sağ olduğu halde müşrikler Resulullah'ın (s.a.a) bir kılına dokunacak olurlarsa Allah Teala onların özrünü kabul etmeyecektir asla.3 Evet, İslam tarihi bu tür inanılmaz fedakarlık ve sevgi örnekleriyle doludur. Resulullah (s.a.a) kadar ashabı tarafından sevilip sayılan, uğruna can vermeye hazır yarenleri olan, kadın -erkek, genç-ihtiyar, toplumun bütün kesiminin candan sevip gönülden saydığı ve bu bağlılığın hiç eksilmediği gibi giderek de çoğaldığı ikinci bir lider bulabilmek mümkün değildir.

İbn-i Ebi'l Hadid, Nehc'ul Belağa Şerh'inde şöyle der: "Kim Resulullah'ın (s.a.a) mübarek sesini duyacak olsa o hazrete içi ısınır, ona karşı derin bir sevgi duyardı. Bu nedenledir ki Kureyşliler müslümanlara "sobat" yani "vurgunlar, tutkunlar" adını vermişlerdi, "Velid b. Muğiyre de bu gidişle Muhammed'in dinine gönül verecek!.." diyorlardı. Bu, şu demekti: "Kureyş müşriklerinin önde gelenlerinden biri olan Velid, İslam'ı kabul edecek olursa bütün Kureyşlilerin müslüman olması muhtemeldir. Bu nedenledir ki Mekke müşrikleri Peygamber-i Ekrem (s.a.a) için "Sözleri cadılıdır, şaraptan daha sarhoş edicidir." diyorlardı. Resulullah (s.a.a) o kadar cazibeli, etkileyici ve sevecendi ki Kureyşliler, bu eşsiz insanın çekim sahasına girer korkusuyla evlatlarını Resulullah'la konuşmaktan bile menetmişlerdi. Resulullah (s.a.a) Kabe'nin kenarında, Hicr-i İsmail'de oturup Kur'an tilavet ettiği zaman Mekke müşrikleri Kur'an'dan etkilenmemek için parmaklarıyla kulaklarını tıkar, Peygamberin sesini duymamaya çalışırlardı. Hatta Resulullah'ın (s.a.a) fevkalade etkileyici olan bakışları ve mübarek simasının da çekimine yakalanmamak için yüzlerini-gözlerini bile örtüyor, o hazrete yaklaştıklarında elbiselerini başlarına çekiyorlardı!4

İnsanbilim ve toplumbilimle uğraşan her araştırmacıyı büyüleyen gerçeklerden biri de, İslam dininin, cahiliyet dönemi Araplarında yarattığı inanılmaz değişim ve inkılaptır. Her bilim adamı şunu bilir ki, o dönemin Araplarını eğitip yetiştirebilmek için çok uzun bir süreye ihtiyaç vardı; en azından mevcut neslin tükenmesi ve olmadık ahlaksızlıkları gelenek olarak kabullenmiş mevcut neslin kökü kuruduktan sonra yeni nesil üzerinde çalışılması gerekiyordu.

Ama İslam'ın ve bizzat Resulullah'ın (s.a.a) cazibe ve çekiciliği bu süreci asgariye indirdi. Evet, daha önce de belirttiğimiz gibi sevgi, her nevi kötülük ve çirkinliğin kökünü yakıp kül eden bir ateş gibidir. Resulullah'ın (s.a.a) sahabesinin büyük bir çoğunluğu o hazrete adeta tutkundu, ona gönülden bağlıydı. Bu nedenledir ki öylesi kısa bir sürede o insanları eğitip yetiştirebildi, o cehaletlerden kurtardı ve o cahiliye toplumunda köklü değişimler yarattı. Sevginin gücünden başka bir şey değildi bu:

Bizim kolumuz kanadımız
Dostun kemendidir aslında
O kement dosta çeker, götürür bizi
Dostumun nuru olmasa
Önümü ardımı nasıl görürüm ben?
Onun nuru dört bir yandan kuşatmıştır beni
Başımın tacı, boynumun kolyesidir ışıl ışıl...

-------------------------------------------------------------------------------------------------

1-  Bihar'ul Envar c:21 s:215-216 Yeni baskı.
2 - İbn-i Hişam Siyeri c:2 s:169-173.
3 - İbn-i Ebi'l Hadid Şerhi, Beyrut basımı, c:3 s:574 ve : İbn-i Hişam Siyeri c:2 s:94.
4- Nehc'ul Belağa Şerhi, İbn-i Ebi'l Hadid c:2 s:220 Beyrut baskısı.
    ehlader

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM