İran İslam Cumhuriyeti’nin sunduğu İslam modeli ile
bölgede Amerika’nın desteklediği İslam modeli arasındaki fark nedir?
Sorunuz karşılaştırma yapmamızı gerektirdiği için öncelikle
İran’ın modelinin özelliklerini açıklamanın uygun olacağını sanıyorum. Böylece
Amerikan modelinin ne olduğu ve niçin ortaya çıkarıldığı da kendiliğinden
aydınlığa kavuşmuş olur.
1979’daki İran İslam Devrimi, şu üç ilkeyi gerçekleştirmeyi
hedeflemişti: “İstiklal, özgürlük, İslam Cumhuriyeti.”
“İstiklal”, herhangi bir süper güce bağlı olmamayı, “Özgürlük”,
Şahlığın veya diktatörlüğün reddini ve halkın siyasete özgürce katılımını;
“İslam Cumhuriyeti” ise kurulacak devletin kimliğini ve şeklini ifade ediyordu.
1979’da kurulan İran İslam Cumhuriyeti, sadece modern dünya
siyasal sistemi açısından değil, İslam siyasi tarihi ve devlet felsefesi
açısından da hem “yeni” hem de “orijinal” bir model oldu.
İran İslam Cumhuriyeti’nin modern dünya siyasal sistemi
açısından neden “yeni” ve “orijinal” bir model olduğu detaylı bir izahı
gerektirmiyor. Zira modern dünyada din, sadece bireysel hayata ilişkin bir
fenomen olarak görülüyordu; doğal olarak da toplumsal ve siyasal iddialara
sahip “dini bir devlet”, “yeni” ve “orijinal” bir modeldi.
Peki İran İslam Cumhuriyeti, İslam siyasi tarihi ve devlet
felsefesi bakımından neden yeni ve orijinal bir modeldir? Halbuki, İslam tarihi
boyunca kurulmuş onlarca “hilafet” veya imparatorluk söz konusu ve hepsi de
“İslam devleti” olarak niteleniyor.
Eğer “İslam devleti”, kavramını sadece yasalarını İslam
hukukundan alan veya yasaları İslam hukukuyla çelişmeyen devlet olarak
tanımlarsak evet, İran İslam Cumhuriyeti’nin İslam tarihi açısından “yeni” ve
“orijinal” bir model olduğunu söyleyemeyiz.
Zira şu an kendini “İslam devleti veya cumhuriyeti” olarak
tanımlamayan birçok ülkenin bile yasalarının ya tamamı veya bir kısmı İslam
hukukuna dayanıyor. Bazı ülkelerin anayasasında da “İslam hukukuna aykırı yasa
çıkarılamaz” şeklinde madde bulunuyor.
O halde İran İslam Cumhuriyeti’ni “yeni” ve “orijinal” yapan
şey, yasalarının İslam hukukuna dayalı olması değil, getirdiği siyasal
sistemdir. “Velayet-i Fakih” adlı bu sistem her ne kadar Şii teolojisinden
üretilmiş bir siyasal model olsa da aslında “halifenin ehl-i hal ve akd
tarafından seçilmesini” öngören Sünni siyaset fıkhına çok daha uygundur.
Zira Sünni siyasal fıkha göre Peygamberden sonraki dört
halife, “ehl-i hal ve akd”in seçimiyle belirlendiği için örnek bir İslami
modeldir.
Bu durumda Sünni siyasi fıkhın kriterlerini esas alarak şu
soruya bir cevap arayalım: Acaba “Uzmanlar (hubregan) Meclisi”nin seçimiyle
belirlenen Velayet-i Fakih sistemi mi Sünni siyasi fıkha uygundur? Yoksa
saltanata dayalı Emevi, Abbasi veya Osmanlı halifelikleri mi?
Bu sorunun cevabı açık: Dört halifeden sonra ehl-i hal ve
akdin seçimiyle belirlenmeyen, kılıç gücüyle kurulup saltanat yoluyla devam
eden halifelikler, Sünni siyasi fıkhın kriterlerine uygun değildir. Dolayısıyla
da kendi dönemlerindeki başka dinlere mensup krallıklarla benzerliği çok daha
fazla olan bu halifeliklerin “yeni” ya da “orijinal” bir tarafı bulunmuyor.
Sorunuzun ikinci kısmı olan “Amerika’nın desteklediği İslam
modelinin” İran modeli ile olan farkına geçmeden önce Amerika’nın neden bir
İslam modeline ihtiyaç duyduğuna değinmeliyiz.
Amerika, yok edemeyeceği yahut kontrol altına alamadığı
şeylerin sahtesini üretiyor. Böylece onu hem kendi çıkarları doğrultusunda
kullanıyor hem de değersizleştiriyor.
Örneğin Amerika Soğuk Savaş döneminde çok uzun bir süre
Sovyetlere ve Marksist ideolojiye karşı bölge ülkelerinde İslam’ı kullanmış;
CIA da buna “yeşil kuşak stratejisi” adını vermişti.
Bu meselenin Türkiye’ye yansıyan yanıyla ilgili bir örnek
vereyim. 15 Temmuz 1968’de Türkiye’ye gelen Amerikan 6. Filosu solcu üniversite
öğrencileri tarafından protesto edilirken, o dönemin İslamcı yazarları
tarafından kışkırtılan “dindarlar” protesto yapan solcu öğrencilere taşlar ve
sopalarla saldırır. Türkiye’deki İslamcı çevrelerin Amerikan karşıtlığı İran
devriminin etkisiyle 1980’lerde başlayan bir eğilimdir.
Bölgedeki İslami hareketler, İran devriminin etkisiyle
Amerika’nın kullandığı araç olmaktan çıkmaya başlayınca Amerika bu kez
çıkarlarıyla çelişen İslam’ı “aşırı”; çıkarları doğrultusunda kullandığı
İslam’ı ise “ılımlı” diye niteledi.
Böylece bölgede Amerika liderliğindeki sulta düzenine karşı
direnenlere karşı, Amerikan çıkarlarına hizmet eden bir İslam anlayışı üretildi
ve desteklendi. Amerikancı İslam’ı tanımak da farkını anlamak da çok kolaydır.
Örneğin Amerikancı İslam, Suriye ve Irak’a karşı
Müslümanları cihada; İsrail’e karşı ise siyasi çözüme çağıran İslam’dır.
Amerikancı İslam, Suriye’yle savaşı, İsrail’le barışı ve
normalleşmeyi savunan; Suriye’ye karşı savaşanlara silah verip, İsrail’e karşı
savaşanları silah bırakmaya teşvik eden İslam’dır.
Amerikancı İslam güvenliğini Amerika’ya teslim eden,
ülkesinin hava sahasını NATO hava sahası olarak tarif eden İslam’dır.
Amerikancı İslam, “peygamber şimdi gelse NATO ile ittifak
yapardı”, “masum siviller ölse bile Allah onları zaten cennete koyacak bu
yüzden Şam sokaklarında bombalı saldırı yapmak caizdir” diyen İslam’dır.
Amerikancı İslam, ülkesini Amerikan askerlerine açan,
İsraillileri Yemen’e taşıyan, Irak’a yaptıklarını Suriye’ye neden yapmadın diye
Amerika’ya “kızan” İslam’dır.
İran modelinin Amerikan karşıtlığından dolayı ekonomik
ambargoya, savaşa, teröre, saldırı tehditlerine maruz kaldığı ve çok ağır
bedeller ödediği doğrudur; peki ama Amerikancı İslam, saymakla
bitiremeyeceğimiz bu hizmetlerine rağmen Amerika’dan bir iyilik veya menfaat mi
görüyor?
Amerikan hizmetkarlığının bedelinin Amerikan karşıtlığından
daha ağır olduğunu Amerika’nın kendi müttefikleri itiraf ediyor. Örneğin satın
alıp parasını ödedikleri silahların Amerika tarafından kendilerine teslim
edilmediğini söylüyorlar.
Amerika’nın vermediği hava savunma sistemlerini başka
ülkelerden satın alınca Amerika tarafından cezalandırıldıklarını anlatıyorlar.
Bu sorunun çözümünü de yine Amerika’dan bekliyorlar.
Türkiye’nin ürettiği ATAK helikopterini, Amerikan hükümetinin
izin vermemesi sebebiyle Pakistan’a satamaması, bu konudaki en çarpıcı örneği
oluşturuyor. Zira resmi açıklamaya göre Türkiye, ürettiği bu helikopterde LHTEC
şirketinin ürettiği CTS800 tipi motoru kullanıyor ve bu motoru kullanan bir
helikopterin satışı için Amerikan hükümetinin izni gerekiyor.
Dolayısıyla Amerikan hükümeti bu izni vermediği için
Amerika’nın müttefiki olan Türkiye, Amerika’nın müttefiki olan Pakistan’a
helikopter satamıyor.
Amerikancı İslam’ın bölge ülkelerinde iktidarda olan
temsilcileri, Beyaz Saray’dan randevu alabilmeyi çok önemli bir prestij
göstergesi saysa da Amerikancı İslam’ın CIA veya Suudi istihbaratı tarafından
kullanıldıklarının farkında bile olmayan temsilcileri de vardır. Son on yılda
bölge ülkelerinin altyapısını tahrip eden silahlı gruplar bu kategoridedir.
Amerika’nın terör listesinin başında yer verdiği el-Kaide’yi İdlib’de Suriye
ordusuna karşı koruması, ırkçı İsrail rejiminin Kuneytra’da yaralanan el-Kaide
militanlarını hastanelerinde tedavi etmesi bunun somut göstergeleridir.
İran İslam
Devrimi'nin direniş ekseni ile Filistin'e verdiği desteğin bölge için bir
fırsat olduğu; ancak Katar ve Türkiye gibi ülkelerin verdiği desteklerin çok
farklı olduğu değerlendiriliyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
İran ve Direniş Ekseni ile Türkiye ve Katar’ın Filistin
tanımı, aradaki farkı zaten açık bir şekilde ortaya koyuyor. İran ve Direniş
Ekseni “denizden nehre kadar” tüm tarihsel Filistin topraklarını Filistin
olarak tanımlıyor. Irkçı İsrail rejimi tarafından 1948’de işgal edilen
topraklar ile 1967’de işgal edilen topraklar arasında herhangi bir fark
görmüyor.
İran ve Direniş Ekseni’ne göre Filistin sorununun çözümü
için ırkçı İsrail rejiminin bu topraklardaki egemenliğine son verilmesi
gerekiyor.
Türkiye ve Katar ise ırkçı İsrail rejiminin 1948’de işgal
ettiği toprakları İsrail; 1967’de işgal ettiği toprakları ise Filistin olarak
tanımlıyor. Dolayısıyla Türkiye ve Katar’a göre Irkçı İsrail rejiminin 1967’de
işgal ettiği Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten çekilmesi, Filistin sorununun
çözülmesi anlamına geliyor.
Filistin sorununun çözüm planı ve yöntemi konusunda da İran
ve Direniş Ekseni ile Türkiye – Katar ekseninin ciddi bir farklılık gösteriyor.
Direniş Ekseni’ne göre ırkçı İsrail rejiminin işgaline
sadece silahlı direnişle son verilebilir. Irkçı rejimin Filistin
topraklarındaki tasallutu son bulduktan sonra yeni devletin niteliği, buradan
zorla göç ettirilmiş olan ve halen yaşamakta olan Müslüman ve Hıristiyan
Filistinliler ile tarihsel olarak Filistin topraklarında yaşayan yahut daha
sonra İsrail rejimi tarafından getirilen Yahudilerin referandumu ile
belirlenmelidir.
Türkiye ve Katar Eksenine göre ise Filistin sorununun çözüm
yöntemi silahlı direniş değil, siyasi müzakeredir. Filistinlilerden silahlı
direnişi terk etmesini ve İsraillilerden de Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten
çekilmesini çözüm olarak ortaya koyan Katar ve Türkiye ekseni, pratikte her
şeyi ırkçı İsrail rejiminin insafına emanet ediyor.
Filistin’in kendisine, sorunun niteliğine ve çözüme ilişkin
bu temel farklılıklar Filistin’e destek konusunda da açık bir şekilde
görülüyor. Direniş Ekseni, Filistinlilere kendilerini savunmaları için direnişe
silah ve para desteği sunarken, Türkiye ve Katar ekseninin desteği mali ve
siyasi destekle sınırlı kalıyor.
Sizce AK Parti son yirmi yılda Filistin’le ilgili yaptığı
propagandalarla Filistin davası için bir model olmayı başarabilmiş midir?
Ak Parti yönetimindeki Türkiye’nin Filistin’in coğrafyasını
ve sorununu nasıl tarif ettiğine ve nasıl bir çözüm önerdiğine değindim. Ak
Parti, Filistin sorunu konusunda 2002’de Lübnan’da yapılan Arap zirvesinde
gündeme getirilen “Suudi Barış Planı”ndan başka bir şey söylemiyor.
Dolayısıyla Ak Parti’nin Filistin konusunda model olabilmesi
için öncelikle kendine özgü bir tezinin ve sözünün olması gerekiyor. Bunların
hiçbiri onda yok.
Propagandaya gelince… Propagandayı Filistin’i Traump’ın
Yüzyılın Anlaşması için satışa çıkaran Birleşik Arap Emirlikleri bile yapıyor.
Irkçı İsrail rejimiyle ilişkilerini Filistinlilerin iyiliği için
normalleştirdiğini propaganda ediyor. Hiç kuşkusuz bu propagandasına en az Ak
Parti kadar da müşteri bulabiliyor.
Ak Parti’nin Filistin konusunda nasıl bir model olduğunu Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyaret ettikten sonra Erdoğan’ın konuğu olarak Türkiye’ye gelecek olan ırkçı İsrail rejiminin cumhurbaşkanına sormak gerekir. Hem Emirliklerin hem de Ak Parti’nin Filistin konusunda nasıl bir model olduğunu en iyi o anlatabilir!
YDH