NATO'nun Ukrayna’da Rusya'ya karşı yürüttüğü vekalet
savaşına verilen askeri ve mali destek tam da çökme noktasına doğru gelmişken,
Rusya karşıtı histerik söylemi de yedeğine almış kimi gelişmelerin, Avrupa’yı
topyekûn savaş için başlatılacak geri sayım noktasına doğru taşımakta olduğu
görülüyor. Rusya’nın başkenti Moskova'da bir konser salonuna yapılan terör
saldırısı da bu “taşıma” işleminin zeminini hazırlama girişimi olarak
görülebilir.
Saldırının kendisine yönelik değerlendirmede bulunmadan önce
şunu söylemekte yarar var: Avrupa’da “kraldan fazla kralcı” da diyebileceğimiz,
“imparatordan fazla NATOcu” kanadın, tarihi o geri sayım noktasına taşımak için
ihtiyaç duyduğu üç şey olduğu görülüyor:
Şimdi bunları olay üzerinden açalım.
Rusya'nın başkenti Moskova Crocus City Hall'da cuma akşamı gerçekleştirilen ve IŞİD tarafından üstlenen saldırıda 133 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi de yaralandı.
Manipülasyon aracı olarak rıza imalatı
BİR: Rusya’nın Moskova bölgesine bağlı
Krasnogorsk’taki Crocus Belediye Binası’nda gerçekleştirilen ve en az 133
kişinin ölümüne yol açan terör eylemi, şu ana kadar belirmiş tüm
detaylarından ayrı olarak, hiç kuşku yok ki saldırıya uğrayanı karşı aksiyona
geçmeye davet eden bir eylem. Saldırıya uğrayan sert bir şekilde aksiyona
geçip böyle bir karşı saldırıda bulsun ki, bu hamleyle karşı tarafta
mağduriyet ve öfke hislerinin serpilip gelişmesini ve o toplumun ihtiyaç
duyduğu misilleme/seferber olma eylemleri için rıza üretimine en büyük desteği
sağlasın. Yani, o toplumun mevcut bütün güç ve kaynaklarının kullanılabilmesi
için meşruiyet üretsin.
Yani tetikçilerin arkasındaki fail Rusya’ya diyor ki, sen
zaten savaştasın, senin toplumundan rıza almana, meşruiyet üretmene ihtiyacın
yok. Ama benim böyle bir ihtiyacım var. Vur! Vur ki, ben de sahaya inebileyim!
Moskova’daki saldırıyla hedeflenenlerden birinin bu olduğu
kanısındayım. Rusya’nın bu eylemin faillerini tespite epeyce yaklaştığını
anladığımız şu noktada, bu kanlı eyleme nasıl bir karşılık vereceğini ve bunun
karşı tarafın “rıza imalatı” planına yağ sürüp sürmeyeceğini tam olarak
bilmiyoruz.
Ancak Rusya’nın Kiev ve Odessa’yı da de-militarize etmek
konusunda bundan sonra bir tereddüdü kalacağını sanmıyorum. Lakin onun ötesini
tahmin etmek, Rusya’nın nereyi ne kadar vuracağını öngörmek ve Avrupa’daki
yangının ne kadar büyüyeceğini öngörmek zor.
Benzer bir sınavdan Ocak ayında İran da geçmişti. İki
intihar bombacısının Kirman'da gerçekleştirdikleri saldırılarda 84 kişi
hayatını kaybetmiş, 280 civarında kişi de yaralanmıştı. Aslında 7 Ekim ile
birlikte İran’ı Orta Doğu’da savaşan tarafların bir parçası yapmak ve İsrail’in
Tahran’ı vurmasına zemin hazırlamak yolunda yoğun bir çaba sarf edilmişti.
Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin kabristanına
giden yol üzerinde gerçekleştirilen bu saldırıya İran yönetimi cevap vermemezlik
edemez, diye düşünülmüştü.
Tahran yönetimi sıkıştırıldığı noktada düşmanının istediği
oyun planını sergilemek istemiyor ama bir taraftan da iç kamuoyundan gelecek
misilleme baskılarına duyarsız kalmış bir görüntü vermek istemiyordu.
İşte o noktada IŞİD'in Afganistan'daki kolu olan
“IŞİD-Horasan” isimli oluşumunun Telegram hesaplarından saldırıyı üstlendiğine
yönelik haberler bir can simidi oldu. O konjonktürde itidalli davranmaktan
başka seçenekleri olmadığının farkında olan Tahran yönetimi, “faile yönelik
misillememizin zamanına ve şekline biz karar vereceğiz” dedikten sonra Kuzey
Irak, Suriye ve Pakistan’daki “terörist hedeflere füze saldırısı” düzenlemekle
sınırlı bir misilleme içinde oldu. İran olayın arkasında gerçekte kimin olduğunu
bilse de, tahmin etse de, onun ekmeğine yağ sürecek bir eylemden de kaçınmak
gereğinin ayırdındaydı.
Bakalım Rusya vereceği karşılığı hangi boyutta
tutacak! Moskova’nın misillemesinin karşı tarafın yukarıda bahsettiğim
“rıza üretimi” için ihtiyaç duyduğu sertlikte olmaması halinde, hedefe giden
yolda başka kanlı saldırıların yanı sıra daha uzun zamana yayılan istihbari
fabrikasyonların artışına tanık olabiliriz. “İmparatordan fazla NATOcu”
kanattan olup bir ara NATO Genel Sekreterliği için de adı geçen Estonya
Başbakanı Kaja Kallas’ın geçtiğimiz günlerde kullandığı bazı ifadeler bu
sürecin nasıl evrilebileceğini göstermesi bakımından önemli. The Times'a
verdiği bir röportajda, Kallas, Moskova'nın NATO'nun doğu kanadında askeri
bir tehdit haline gelmesine hazırlanmak için Avrupa'nın üç ila beş yılı
olduğunu söylüyordu. Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda da, Rusya’yı
NATO’yla çatışmaya hazırlanmakla suçlamış, Moskova’nın 2026 ya da 2027’de NATO
ülkelerine saldırabileceğini ileri sürmüş, “NATO ülkeleri olarak askeri
harcamalarımızı GSMH’nin yüzde 2’sinden 3’üne çıkaralım,” demişti.
Kallas, zaman dilimini biraz daha geniş tutuyor ve
“istihbaratımız bunun üç ila beş yıl süreceğini tahmin ediyor ve bu büyük
ölçüde [Avrupa] birliğimizi nasıl yöneteceğimize ve Ukrayna konusundaki
duruşumuzu nasıl koruyacağımıza bağlı,” diyordu.
Tarihler havada uçuşurken Alman Dış İlişkiler Konseyi farklı
bir zamanlamadan söz etti. Konsey, Rusya’nın “emperyal hırslarına” dikkat
çektiği bir raporunda, Kremlin’in bunun gerektirdiği silahlı kuvvetler yapısına
geçmek için altı ila on yıla ihtiyaç duyduğunu ileri sürerek, NATO için bir
fırsat penceresi bulunduğunun altını çiziyordu.
Daha Nord Stream boru hatlarını kimin patlattığını
araştırmamış, soruşturmamış istihbarat birimleri Rusya’nın emperyal hırslarının
nasıl bir zaman süreciyle olgunlaşacağını soruşturmuş ve Moskova’nın Ukrayna
ile yetinmeyip 3-5 yıl içinde Avrupa’nın doğu kanadına saldıracağını
öngörüyorlardı. Artık NATO üçe beşe bakmayacak, önlemini alacaktı!
Savaş ekonomisi düzenine geçmek
İKİ: Savaş söz konusu olduğunda devletler ülke
içindeki iktisadi kaynaklarının çoğunu halkın refahını arttıran kalemlerden
çekip savaşta kullanılacak ürünlerin üretimine kaydırır. Bu işler bir
paradigma değişikliği ile olur. Bakın Avrupa’da bu şimdiden oluyor. Nasıl?
Şöyle:
Avrupa Komisyonu, Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline tepki olarak
Avrupa Birliği'nin “savaş ekonomisi moduna” geçebilmesi için silah endüstrisini
güçlendirmenin yollarını önerecek, bu salı günü. Avrupa Birliği Sanayi
Komiseri Thierry Breton, AB ülkelerini Avrupalı şirketlerden hep
birlikte daha fazla silah satın almaya teşvik etmek ve bu tür firmaların üretim
kapasitelerini artırmalarına yardımcı olmak için öneriler sunacak. Breton'un
paketi 2027 sonuna kadar sadece yasal çerçevenin oluşturulabilmesi için
yaklaşık 1,5 milyar Avroluk bir fon oluşturulmasını içeriyor. Breton
savunma projeleri için de 100 milyar Avroluk özel bir AB fonu
kurulması çağrısında bulunuyor.
Velhasıl, öneriler Avrupa ülkelerinin savunma harcamalarını
artırmasıyla sınırlı değil sadece; kamu yararı yüksek sosyal programlara
ayrılan bütçelerin kısılması ve örneğin Ukrayna’nın tarım endüstrisini
Avrupa’nınkine tercih eden bir ticaret politikası güderek çiftçilerin
kaderlerine terk edilmesi demek. Tabii tekliflerin gerçeğe dönüşmesi için
AB'ye üye 27 ülke hükümetlerinin ve Avrupa Parlamentosu'nun onayı gerekecek.
Gelişmeler bununla sınırlı değil. Alman Kent Konseyleri
Birliği Başkanı Andre Berghegger, bomba sığınakları oluşturma işinin
yeniden hayata geçirilmesinden söz ediyor: “Soğuk Savaş sırasında
Almanya’da 2 binden fazla umumi sığınak vardı. Bunlardan yalnızca 600 tanesi
hâlâ ayakta ve yaklaşık 500 bin kişiye koruma sağlıyor. Hizmet dışı bırakılan
sığınakların acilen yeniden faaliyete geçirilmesi gerekiyor. Ve yeni, modern
sığınaklar inşa etmemiz gerekiyor. Kent merkezlerindeki yer altı otoparkları
ile metroların havalandırma tünelleri bu amaçla mutlaka kullanılabilir.”
Rusya'nın Batı Avrupa'ya saldırmak üzere olduğu yönündeki
varsayımsal tehdidi son derece kazançlı bir fikir olarak gören savaş
çığırtkanları ile silah tacirleri, kuşkusuz bu “savaş ekonomisine” geçişin en
büyük kazananları olacaktır.
Macron
Çoğulculuktan 'tek lider'e
ÜÇ: “İmparatordan fazla NATOcu” kanat için Avrupa’nın
çoğulculuğu başına şimdilerde “bela!” Bırakın hak ve hürriyetleri kanunlarla
kısmen veya tamamen sınırlandırabilecek liderlerin önünü açmayı, savunma sanayi
politikalarında tek başlarına hareket etmeye alışkın bu ülkelerin
aynı doğrultuda hizalanabilmeleri bile hiç kolay değil.
Avrupa’daki NATO üyesi devletlerin güç ve kaynaklarını barış
halinden seferberlik ve savaş haline ortak bir planla geçirebilmeleri için
gereken paradigma değişikliğini vaz edecek ve gerçekleştirecek liderlere de
ihtiyacı var. Bu, ABD başkanlığına yeniden seçilse bile Donald Trump’ın
Avrupa’yı ittirmesiyle sağlanamaz sadece.
Liderlik konusunda Avrupa, tarihinin belki de en sıkıntılı
dönemlerinden birini yaşıyor. Yine de Avrupa lideri olma hayali kuranlar yok
değil. Mesela, yeni bir Kırım Savaşı arzular bir görüntü çizen Macron
şubat ayında ilginç bir çıkış yaparak, 27 ülkenin kendi arasında henüz karar
vermemiş de olsa konuyu değerlendirdiğini ifade etmiş ve Fransa’nın Ukrayna’ya
kara birlikleri gönderebileceğini söylemişti. Gelgelelim Fransa lideri
pazularını istediği gibi şişiredursun, Ukrayna’ya kara birlikleri gönderme konusunda
yalnız kalıverdi. Ne uzun menzilli Toros füzelerinin Kiev’e teslimatını bile
hâlâ engelleyen Almanya, ne Kiev yönetimine yardım konusunda ön saflarda yer
alan Polonya, ne Rusya ile savaş halinde olduğunu inkâr eden NATO hemen böyle
bir davanın takipçisi olmaya hevesli görünüyordu. Avrupa’da Ukraynalıların
dışında bu tip beyanlardan bir tek İngilizler hoşnut görünüyordu.
Bu arada Macron’u susturmak için, Marianne isimli
bir Fransız dergisi, Ukrayna’nın savaşı cephede asla kazanamayacağına hükmeden
gizli Fransız belgelerini ifşa etti. Belgeler, buna ne Ukrayna’nın asker
sayısının ne de silah ve mühimmatının yeterli geleceğini gösteriyordu. Haberde,
“Fransa, Şaşkın Bir Diplomasi” kitabının da yazarı olan Fransa'nın eski Rusya
büyükelçisi Jean de Gliniasty’nin, Macron'un Ukrayna'ya kara birlikleri
gönderme konusundaki açıklamalarının, Fransa ile Almanya arasındaki ihale ve
rekabet bağlamında gerçekleştiğine dikkat çekiyordu.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de, Ukrayna’ya NATO
birlikleri göndermek gibi bir konunun (henüz) söz konusu olmadığını, öncesinde
istişarelerde bulunmadan kimsenin bu tür konularda konuşmaması gerektiğini
söyleyerek tartışmalara son noktayı koymuştu.
Velhasıl Avrupa’nın savaşkan bir lideri belki yok şu anda.
Ama böyle bir liderin vatanının Almanya olması gerektiğine inananlar da var. Bu
bakımdan, Alman Dış İlişkiler Konseyi’nin “Germany and NATO Are in a Race
Against Time” alt başlığını taşıyan 17 Kasım 2023 tarihli raporunu savaşkan
bir Avrupa’ya doğru ilerlenen süreçte önemli tespitlerın yapıldığı bir rapor
olarak önemsiyorum. Rusya’nın “emperyal hırslarına” dikkat çektiği bir
raporunda Konsey, Kremlin’in bunun gerektirdiği silahlı kuvvetler yapısına
geçmek için altı ila on yıla ihtiyaç duyduğunu ileri sürerek, NATO için bir
fırsat penceresi bulunduğunun altını çiziyordu. Rapor, benim yukarıda 3 maddede
özetlediğim hususlarda yapılması gerekenleri içeren tavsiyelerde bulunurken
belki de farkında olmadan ancak bir liderliğin gerçekleştirebileceği şeyin,
paradigma dönüşümünün de önemini ortaya koyuyordu:
“Almanya önemli bir atılım yapmalı: Mümkün olan en kısa
sürede Bundeswehr'i (Almanya Silahlı Kuvvetleri) personel bakımından
güçlendirmeli, silah üretimini genişletmeli ve dayanıklılığı arttırmalıdır. Bu
da ancak toplumda zihniyet değişikliği olmasıyla mümkün olacaktır.”
Velhasıl, dünyanın ufkundaki yangın giderek büyüyecek gibi.
Bu yangını söndürmeye aday yeterli itfaiyeci de yok gibi. Ama giderek daha çok
sayıda kundakçının belirdiği bir dünyada yaşadığımız da iyice belirginleşiyor.
Geçen haftaki yazımı, “Çehov’un tüfeği” ilkesinde de söz edildiği üzere, “eğer
ilk perdede duvarda bir tüfek asılı ise ikinci veya üçüncü perdede o silah
patlar,” diye bitirmiştim. Bundan sonraki perdelerde rıza imalatından paradigma
değişikliğiyle gelebilecek savaş ekonomisine geçişe ve liderlik inşasına,
“büyük patlama” öncesi çok şey göreceğiz gibi duruyor.
Ama öncesinde, kıvılcımların kolayca sıçrayabileceği,
özellikle (1999’da NATO’ya katılmış) Polonya ile (2004’te NATO’ya katılmış)
Litvanya sınırı boyunca uzanan ve batıda Rusya'nın dış bölgesi Kaliningrad ile
doğuda Belarus arasında sıkışmış altmış beş kilometrelik Suwalki Geçidi ile
Soğuk Savaş'ın sonlarında Moldova'dan ayrılarak fiilen bağımsız bir cumhuriyet
haline geçmiş, Rusça konuşan bir halka sahip olsa da Zelenski’nin “AB oranın da
kapısını çalmalıdır” dediği Transdinyester'e dikkat.
t24