İslamcılığın Aydın Çıkmazı ve Devrimci Ufuk   

Türkiye’de aydın tartışması, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bugüne hiç kapanmayan, her dönemde yeniden patlayan bir fay hattıdır. “Kim aydındır, kimin sesi halkın vicdanını taşır, kim sadece sistemin memuru haline gelmiştir?” soruları bugün hâlâ güncelliğini koruyor. Çünkü aydın sorunu, sadece entelektüel bir mesele değil; doğrudan ümmetin kaderini belirleyen tarihsel bir düğümdür.

Muhammed Can’ın Siyasi ve Tarihi Söyleşiler adlı eseri, bu düğümü özellikle Türk İslamcı aydınlar üzerinden teşhir ederken, meseleyi yalnızca Türkiye ölçeğinde bırakmaz. Kitapta işaret edilen sorunsal, İslam dünyasının farklı coğrafyalarında yaşanan uyanış, direniş ve devrimci atılımlarla birleştiğinde, hem karanlığı hem de umut ışığını aynı anda gösterir.

Bu yazı, söz konusu kitabı merkezine alarak; İslamcı aydının çıkmazlarını, devrimci İslam’ın Kuzey–Güney hattında yarattığı sarsıntıyı, İslami uyanıştan direnişe geçişin ruhunu ve nihayetinde Velayet-i Fakih ilkesinde somutlaşan devrimci geleceği tartışacaktır.

Türk İslamcı Aydınlarının Çıkmazı:

Başka Gezegenin Aydınları

Kitapta Can, Türk İslamcı aydınların durumunu şu çarpıcı ifadelerle betimler:

 “Savunmaya geçmeyi bir erdem bilecek kadar alinen olmuş İslamcı aydın ve alimlerin öncülüğünde kayıp değerlerini bulmaya çalışan bir ümmetin evlatlarıyız” (s. 20).

Bu ifade, aslında bugünkü İslamcı aydının trajedisini özetler. Türkiye’deki İslamcı aydın figürü, çoğu kez toplumundan kopuk, başka bir gezegenin aydını gibi durur. Halkın öfkesini kavrayamaz, umudunu tercüme edemez, sadece dergi sayfalarında veya salon tartışmalarında var olur.

Bu kopukluk, İslamcı aydını iki uç arasında savurur:

Ya soyut bir entelektüel gevezelikle oyalanır,

Ya da sistemin içindeki “muhalif süsü”nden öteye gidemez.

Can’ın ifadesiyle bu tip aydın,

“sistemin ürettiği değerlerle savunmaya geçen zavallı figür’dür” (s. 47).

Bu durum, İslamcılığın hakiki devrimci damarını felç eden en büyük engeldir

Devrimci İslam ve Kuzey–Güney Hattı

Kitapta dikkat çekilen “Kuzey–Güney hattı” (s. 54), salt coğrafi bir belirleme değil, tarihsel sömürü ve direniş hattıdır. Kuzey’in emperyal merkezleri ile Güney’in mazlum toplumları arasındaki uçurum, İslam dünyasının devrimci damarını besleyen asli dinamiktir.

Devrimci İslam, bu hattın tam göbeğinde doğmuştur. İran İslam Devrimi, bunun en berrak örneğidir. Humeyni’nin önderliğinde yükselen “Ne Doğu, ne Batı – yalnızca İslam!” şiarı (s. 56),

yalnızca İran’ın değil, bütün mazlum halkların devrimci pusulasıdır.

Bugün hâlâ bu hattın gerçek mücadelesi, Güney’in kendi iradesini bulmasıdır. Devrimci İslam, sömürü düzenini yıkmak için hem siyasal hem de teolojik bir alternatif olarak durmaktadır.

İslami Uyanıştan Direniş Safhasına

20. yüzyıl boyunca İslam dünyasında bir “uyanış” yaşandı; fakat bu uyanış çoğu kez kitap raflarında kaldı. Can’ın işaret ettiği gibi, asıl kırılma noktası, uyanışın direnişe dönüşmesidir (s. 71).

Filistin intifadası, Lübnan Hizbullah’ı, Afganistan’daki direniş ve nihayet İran Devrimi… Bunlar yalnızca siyasal olaylar değil; İslam’ın mazlumlar için bir silaha, bir direniş bayrağına dönüşmesinin zirveleridir.

Humeyni bu dönüşümün şahikasıdır. O, yalnızca vaaz eden bir âlim değil, zalimlerin tahtını sallayan bir devrim önderidir. Onun şahsında İslam, salt maneviyat değil, aynı zamanda devrimci bir güç olmuştur.

İslam Dünyasında Kırılan Kabuk ve Gelecek Ufku

Yüzyıllar boyunca sömürgecilik zincirleri altında pasifize edilen İslam dünyası, artık kabuklarını kırmaktadır. Can, bu kırılmayı şöyle betimler:

“Yüzyıllar boyunca din tüccarları’nın tekelinde kalan adalet ve eşitlik ilkeleri, devrimci İslam’la birlikte yeniden halkların eline geçti” (s. 15).

Bugün hâlâ sancılar sürüyor; ama bu sancı, doğum sancısıdır. Kabuk kırılmıştır ve yeni bir tarih doğmaktadır. Bu tarih, reformlarla değil, kökten devrimle kurulacaktır.

Sonuç: Velayet-i Fakih ve Devrimci Gelecek

İslam dünyasının bugün önündeki en kritik eşik, “aydın-halk”, “teori-pratik”, “iman-eylem” arasındaki boşluğu kapatmaktır. Can’ın kitabında da vurguladığı gibi bu boşluğu kapatan model, Velayet-i Fakih ilkesidir (s. 18–19).

Velayet-i Fakih, sadece İran’a ait bir devlet modeli değil; ümmetin geleceğini taşıyan tek sahici alternatiftir. Çünkü bu ilke, dini otoriteyi halkın iradesiyle birleştirir; devrimci İslam’ın sürekliliğini garanti eder.

Bugün İslam dünyası ya “başka gezegenin aydınlarının” peşinde sürünecek, ya da Humeyni’nin mirasında cisimleşen devrimci ufka yürüyecektir. Ortada üçüncü bir yol yoktur.

Kitabın Eleştirisi :

Muhammed Can’ın eseri, Türk İslamcı aydının maskesini düşürmesi açısından önemlidir. “Başka gezegenin aydını” teşhisi, bir hicivden çok devrimci bir teşhirdir. Ancak eserin zaafı, bu teşhiri derinleştirmekte yetersiz kalmasıdır. Kitap, Humeyni’nin ve direniş ekseninin potansiyelini tam manasıyla kuşatamamış, bazı bölümlerde röportaj tonunda yüzeysel kalmıştır.

Bununla birlikte, eser bir başlangıç hamlesidir. Eksikliklerine rağmen İslam dünyasında aydın sorununun hâlâ kapanmamış bir defter olduğunu ve devrimci bir çözümün zorunluluğunu hatırlatmaktadır.

Analiz ve Eleştri: Atakan Çelik

13.09.2025

Kaynakça :

Muhammed Can, Siyasi ve Tarihi Söyleşiler, Önsöz Yayıncılık, İstanbul, 2020.

“Türk İslamcı Aydınlar”, s. 45–50

“Başka Gezegenin Aydınları mı?”, s. 51–53

“Devrimci İslam ve Kuzey–Güney Hattı!”, s. 54–57

“İslami Uyanış’tan, Direniş Safhasına”, s. 71–75

“İslam Dünyası’nda Kırılan Kabuk ve Geleceğe Dair”, s. 75–80

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın