Ülkemizi Bekleyen Tehditler ve Olası Çözüm Yolları

Ülkemiz, son yıllarda gerek iç politikada gerekse dış ilişkilerde giderek derinleşen bir girdabın içine sürüklenmiştir. Kurtulmak için atılan her adım, bizi daha da dibe çekmektedir. Bu sürecin başlangıcı, 2011 yılında izlenen Suriye politikasıyla ve “Büyük Ortadoğu Projesi”nin (BOP) eş başkanlığının kabul edilmesiyle temellenmiştir. Ancak bu gelişmelerin zeminini hazırlayan etken, ekonomide yapılan yapısal değişiklikler, özellikle de paradan altı sıfır atılmasıyla sağlanan yapay ekonomik canlılıktır. Ülkeye giren sıcak para sayesinde yollar, köprüler yapılmış; halk geçici bir refah dönemine girmiştir. Ancak gözden kaçan en önemli gerçek, bu yatırımların büyük ölçüde dış kaynaklı olduğudur.

Ekonomik Bağımlılık ve Sonuçları

Sıcak para girişi, bazı büyük üreticilerin büyümesine katkı sağlasa da küçük işletmelerin rekabet gücünü ortadan kaldırmıştır. Artan üretim maliyetleri, küçük üreticiyi nefessiz bırakmış, sonuçta “büyükler büyürken küçükler yok olma tehlikesiyle” karşı karşıya kalmıştır.

Bugün ekonomimiz, dışa bağımlı hale gelmiş durumdadır. Üretim maliyetlerinin yüksekliği, doğrudan tüketiciye yansımakta ve enflasyonun önüne geçilememektedir. Aşırı kredi kullanımıyla borçlanmaya dayalı bir tüketim toplumu olmamız, bu kısır döngüyü derinleştirmekte; dolayısıyla ekonominin bağımsız ve sağlıklı gelişimini engellemektedir.

Küresel ölçekte ise dünya ekonomisi, “mondializm” ve “neoekonomik” düzenin etkisiyle büyük bir krizin içine girmiştir. Bu kriz yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi, sosyal ve insani boyutlarıyla da derinleşmiştir. Birleşmiş Milletler sistemi fiilen etkisiz hale gelmiş; Batı dünyası kendi eliyle inşa ettiği uluslararası düzeni çökertmiştir. Bu durum, küresel düzeyde insani krizleri, terör savaşlarını ve ekonomik çöküşleri beraberinde getirmiştir.

Dış Politikanın Tutarsızlığı

Ekonomik bağımlılığın doğal bir sonucu olarak dış politikamız da yönlendirilebilir hale gelmiştir. Ülke çıkarlarına dayalı, bağımsız bir dış politika yürütülememekte; iç politikada yapılan hatalar, dış politikadaki başarısızlıkları örtmek için kullanılmaktadır. Özellikle Suriye politikası, Türkiye’nin ulusal güvenliğini ve bölgesel konumunu ciddi biçimde zedelemiştir.

“Kürt sorunu çözüldü” iddialarına rağmen, bu sorunun temelinde İsrail’in bölgesel genişleme stratejisi yatmaktadır. Türkiye’nin güçlenmesini engellemek amacıyla geliştirilen bu plan, ülkemizi ABD’nin çizgisinde tutmayı hedeflemektedir. Bugün Türkiye, ABD ve İngiltere’nin etkisiyle İsrail’in çıkarlarına hizmet eden bir pozisyona sürüklenmiştir.

Oysa İsrail’in bölgesel planlarında Türkiye’ye yer yoktur. Bu gerçek artık herkes tarafından bilinmektedir. Türkiye, kendi çıkarlarını korumak istiyorsa, İsrail’le doğrudan karşı karşıya gelmeyi göze almak zorundadır. Ancak ABD, her durumda tercihini İsrail’den yana kullanacak; Türkiye’nin bu çizgiden çıkmasına izin vermeyecektir.

İsrail–İran Savaşı Tehlikesi

Ülkemizi bekleyen ikinci büyük tehlike, olası bir İsrail–İran savaşıdır. Böyle bir çatışmanın etkileri kaçınılmaz olarak Türkiye’ye de yansıyacaktır. NATO üyesi olarak Türkiye, fiilen ABD’nin kontrolü altındaki üsler aracılığıyla İsrail’e lojistik destek sağlayabilecek durumdadır. Bu üslerin kontrolü Türkiye’ye ait değildir; hatta geçmişte bu üslerden yürütülen casusluk faaliyetleri ve 15 Temmuz benzeri girişimler bunun kanıtıdır.

İran, böyle bir savaşta Türkiye’deki Amerikan üslerini hedef alacaktır. Bu durumda Türkiye, istemese de İran’a karşı savaşan taraf konumuna itilecektir. ABD’nin asıl amacı da budur: Türkiye’yi İsrail’in kirli işlerinde kullanmak ve bölgesel çatışmalarda kendi adına konumlandırmak.

İç Bölünme Riski

Böylesi bir savaş, Türkiye içinde mezhepsel ve etnik bölünmeleri de tetikleyebilir. Çünkü bu çatışma, gerçekte “İslam dünyasına karşı Batı’nın savaşı” olarak görülmektedir. CIA, MI6 ve Mossad’ın ortak operasyonlarıyla yönlendirilen radikal gruplar, İslam dünyasını içten bölmektedir. Gazze’de yaşananlar bunun en somut örneğidir. Müslümanların en büyük düşmanları, Batı’nın desteklediği sahte liderlerin ve çıkarcı grupların elinde araçsallaştırılmış münafıklardır.

Kıbrıs Gerçeği

Kıbrıs, fiilen bir Amerikan üssüne dönüşmüş; İsrail de burada etkinlik kurmaya başlamıştır. Türkiye, bu durum karşısında askeri veya diplomatik olarak sınırlı bir hareket alanına sahiptir. Yakın gelecekte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne dahil olması gündeme gelebilir. Kıbrıslı Türkler, Türkiye’ye bağlanmaktansa Avrupa Birliği’ne katılmayı tercih etme eğilimindedir. Bu da Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki stratejik çıkarlarını ciddi biçimde zayıflatacaktır.

Sonuç ve Çözüm Önerileri

Özetle:

  • Ekonomimiz dışa bağımlıdır; enflasyon ve gelir adaletsizliği toplumsal yapıyı ahlaki ve kültürel bozmaktadır.
  • Dış politikamız, Ekonomimizi dışa bağımlığından oturu İsrail’in ve Batı’nın çıkarlarına hizmet eder hale gelmiştir.
  • Olası bir İsrail–İran savaşı, Türkiye’yi doğrudan çatışmanın içine çekme potansiyeli taşımaktadır.
  • Kıbrıs, fiilen elimizden çıkmak üzeredir.

Bu tabloya karşı çözüm, bağımsız bir bölgesel iş birliği modelinin yeniden hayata geçirilmesidir. Özellikle D-8 (Developing Eight) yapısının canlandırılması, Türkiye, İran, Pakistan, Mısır ve Irak gibi Müslüman ülkelerin ekonomik, askeri, teknolojik ve sosyal alanlarda ortak bir dayanışma zemini oluşturmasını sağlayabilir.

Bu birlik, sadece Müslüman dünyasının değil, tüm insanlığın vicdanını temsil edecek bir güç olabilir. Avrupa ve Amerika’nın çöküş sürecine girdiği bu dönemde, halklarına yabancılaşmış Batı yönetimlerinin karşısında yeni bir adalet ve dayanışma ekseni inşa edilmelidir.

D-8’in yeniden güçlenmesi için gerekli olan tek unsur; inanç, güven, sadakat ve birlik ruhudur. Farklılıklarımızı bir kenara bırakarak ortak hedefler doğrultusunda birleşmek, ekonomik ve askeri bağımsızlığın önünü açacaktır. Aksi halde bölgemiz, küresel çıkar savaşlarının içinde bir kez daha kan gölüne dönecektir.

TASPINAR MK

28 Ekim 2025

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın