Cumhurbaşkanı Erdoğan Katar’da 15 Eylül’de yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı-Arap Birliği ortak zirvesinde şöyle konuştu:
“Netanyahu hükümetinin esas amacının bir yandan Filistin’deki katliamı sürdürürken bölgeyi istikrarsızlığa sürüklemek olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Karşımızda bir terör zihniyeti var. Bu zihniyet işlediği suçların cezasız kalmasıyla ayakta kalabilmektedir. Soykırımcı İsrail durdurulmalı. İsrail yaptırım olmadan durmayacak (CNN Türk, 15 Eylül 2025).”
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Al Jazeera Arapça’ya verdiği demeçte İsrail saldırganlığı konusunda şöyle diyor:
“Sadece bir Filistin meselesiyle karşı karşıya değiliz. Aynı zamanda bir İsrail yayılmacılığıyla karşı karşıyayız. Sorun bu şekilde tanımlandıktan sonra aslında Arap ve İslam ülkelerinin bir araya gelerek bu yeni tanımlanmış sorun üzerinden çözümle cevap getirmeleri gerekiyor. Yani bölgesel güvenliğimizin daha sağlam ve kurumsal temellere oturtturulması gerekiyor. İsrail yayılmacılığının arkasında yatan iki sebep var. Birincisi, İsrail’in topraklarını genişletip büyük İsrail’i kurmak. İkincisi ise bölgedeki ülkeleri zayıf, etkisiz, özellikle İsrail’e komşu olan ülkeleri, bölünmüş vaziyette bırakmak (CNN Türk, 14 Eylül 2025).”
ANKARA’NIN YAPTIKLARI
Erdoğan ve Fidan, açıklamalarında İslam dünyasını ve Arap ülkelerini daha somut tutumlar alarak harekete geçmeye çağırıyor. Güzel. Fakat, bu noktada şunu sormalıyız: Türkiye, İsrail saldırganlığını caydırmak için ne gibi somut adımlar atıyor? Bu konuda verilebilecek tek örnek, 2 Mayıs 2024’te alınan, Türkiye’den İsrail’e bütün ürün gruplarında ihracat, ithalat, transit ticaretin tamamen durdurulması kararı gösterilebiliyor. Ticaret Bakanlığı’nın açıklamasına göre 2022 yılında İsrail ile, 7 milyar doları Türkiye’den ihracatı kapsayan toplam 9,5 milyar dolarlık ticaret artık yapılmıyormuş. Bunun dışında ne var? Ankara, uluslarası diplomaside İsrail saldırganlığını muhatapları nezdinde gündeme getiriyor. Peki bu adımlar, İsrail’in saldırganlığını durdurmada etkili oluyor mu? Olmadığı ortada.
ARKADAKİ CEPHE
Dışişleri Bakanı Fidan, ABD yönetimi ile de her seviyedeki görüşmelerinde “İsrail saldırganlığın sadece bölgeyi değil küresel güvenliği etkilediğini ve ABD’nin öncülük ettiği uluslararası sistemi topyekun çöküşün eşiğine getirdiğini” her fırsatta vurguladıklarını belirtiyor. İsrail’e karşı caydırıcılık konusunda sorun tam da buradaki yaklaşımdan kaynaklanıyor. Trump yönetiminden İsrail saldırganlığını durdurmasını beklemek, İsrail’in her aşamada bir öncekinden daha pervasız hamlelere girişmesine zemin hazırlamıştır. Trump yönetiminin bütünüyle Netanyahu’nun saldırgan ve yayılmacı çizgisinin arkasında olduğu söylenemese de ABD’nin önderlik ettiği Atlantik kurulu düzeninin İsrail’in arkasında olduğu çok açıktır. İsrail’in bugünkü eylemleri, Atlantik’in küreselleşmeci savaş cephesinin gelişen dünyayı zapturapt alına almaya yönelik stratejisinin sonucudur. Dolayısıyla buna verilmesi gereken yanıt da bu cepheye karşı geliştirilmelidir. Altı boş “İsrail saldırganlığına karşıyız” söylemiyle elde edilecek bir caydırıcılık söz konusu değildir.
KÜRECİK VE İNCİRLİK’İ KAPAT, CAYDIRICILIĞI SAĞLA
Yapılacak iş, Atlantik cephesinde gedikler açmayı sağlayacak bir stratejiye yönelmektir. Bu stratejinin uluslararası alandaki gereği, Atlantik cephesine karşı sadece İslam ya da Arap ülkeleriyle değil, bu cephenin karşısında olan devletlerle ortak somut eylemlere girişmektir. Ama bundan önce Türkiye’nin caydırıcılık için elindeki imkanları devreye sokması gerekir. Bunun ilk adımı, doğrudan İsrail’i koruyan Kürecik’i Türk Ordusu’nun kontrol altına almasıdır. Ayrıca, 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in güvenliği için bir üs olarak kullanılan Güney Kıbrıs’taki İngiliz üslerine, İncirlik’ten kalkan ABD ve İngiliz uçaklarının silah ve mühimmat taşıdığı daha önce ortaya çıkmıştır. Türkiye’ye karşı örgütlenen İsrail-Güney Kıbrıs-Yunanistan cephesinin tahkimatında bugün belirleyici bir konuma sahip olan İncirlik’in de derhal Türk Ordusu’nun denetimi altına alınması şarttır.
Fikret Akfırat – Aydınlık