Rasthaber - Şia hadis tarihinin ikinci dönemini incelediğimizde görüyoruz ki Masum İmamlar'ın Ashabı, İmam Hasan Askeri’ye kadar Ehl-i Beyt'in hadis mirasını Usul kapsamında kaydetme çabasında bulunmuşlardır. Bu bağlamda herkes kendi metod ve yöntemleriyle ve de İmamlar'ın huzurundan faydalandığı kadarıyla bir hadis sahifesi hazırlamaya çalışmıştır. Her ne kadar Hamid b. Ziyad, Yunus b. Abdurrahman, Muhammed b. Yahya gibi bazı muhaddisler bu sahifeleri bir araya getirip kapsamlı bir mecmua oluşturma çabasında bulunmuşsa da bu sahifelerin tümüne erişememeleri ve yalnızca fıkıh gibi bazı özel konulara odaklanmaları neticesinde kayda değer bir sonuç elde edememişlerdir.
Diğer taraftan Gaybet-i Suğra'nın bitmesi ve Gaybet-i Kübra'nın başlamasıyla kapsamlı bir hadis mecmuasının olmayışı ve var olan Usul’ün de dağınık ve perakende olması neticesinde fıkıh ve kelam gibi çeşitli konularda âlimler arasında ihtilafların meydana gelmesi, kapsamlı bir hadis mecmuasının varlığını zaruri hale getirmiştir.
İşte bu eksikliğin giderilmesi için Sıkat'ul İslam Kuleyni (ö. 329), Şeyh Saduk (ö. 381) ve Şeyh Tusi (ö. 460) gibi büyük âlimler “el-Kâfi”, “Men La Yahzuru'l Fakih”, “Medinet'ul İlm”, “Tahzib ve İstibsar” gibi kapsamlı hadis mecmualarını kaleme almışlardır. Mezkûr âlimlerden önce Ahmed b. Muhammed b. Halid Barki (ö. 274), Muhammed b. Saffar (ö. 290) ve Hamid-i Kummi (ö. 300) gibi büyük âlimler de bu konuda çaba sarfederek “el-Mehasin”, “Besair'ud-Derecat”, ve “Gureb'ul Esnad” adlı eserleri tedvin etmişlerdir. Aynı zamanda Muhammedun-i Selas döneminde de bu şahsiyetler veya Şeyh Saduk, Şeyh Tusi ve diğer âlimler tarafından “Uyun-i Ahbar-i Rıza”, “el-Hisal”, “el-E'mali”, “el-Gaybe” ve “el-İktisad” gibi çeşitli hadis mecmuaları yazılmıştır. Fakat ilk belirttiğimiz beş eser diğer mecmualara nazaran kapsam, senetlerinin güvenirliği ve rivayetlerin içeriği bakımından daha zengin olduklarından Şii âlimlerinin ilgisine mazhar olmuş ve zamanla Kütüb-i Hamse (Beş Kitap) diye meşhur olmuşlardır. Sonraki dönemlerde “Medinet'ul İlm” adlı eserin yok olmasıyla geride kalan dört mecmua Kütüb-i Erba’a (Dört Kitap) adıyla Şia’nın dört temel hadis kaynağı olarak tanınmıştır.
Bu dört kaynak eserle ilgili kısa bilgiler aktaracağız:
1- Kâfi, Sıkat'ul İslam Muhammed b. Yakub Kuleyni (ö. 329)[1]
Sıkat’ul İslam ve Reis'ul Muhaddisin unvanıyla da bilinen Ebu Cafer Muhammed b. Yakub Kuleyni, İran'ın Rey şehri Kuleyn kasabasında[2] âlim ve zahid bir ailede dünyaya geldi. Kuleyni’nin doğum tarihi tam olarak bilinmese de çeşitli hesaplamalarla onun hk. 255 yılları yani İmam Mehdi’nin dünyaya gelişinden kısa süre önce veya sonra doğduğu tahmin edilmektedir.
Tarih kaynaklarında kesin bir kayıt olmasa da Kuleyni'nin hadis toplamak üzere Kufe, Bağdat, Şam ve Ba'lebek gibi şehirlere gittiği bilinmektedir. Rey şehrinde Şeyh-i Şia unvanıyla bilinen[3] Kuleyni, hk. 327 yılında yani vefatından bir iki yıl önce Bağdat’a gidip hadis eğitimi ile meşgul olmuştur. Kuleyni’nin Kâfi’yi yazmak için yirmi yıl çaba sarfettiği bilinmektedir buna göre bu mecmua İran'ın Kum veya Rey şehrinde yazılmıştır.[4]
Merhum Kuleyni, Ali b. İbrahim Kummi, Muhammed b. Yahya Attar, Ebu Ali Aş’ari, Hüseyn b. Muhammed, Ahmed b. İdris, İbn Ferruh Saffari ve İbn Ukde gibi büyük âlimlerin huzurundan faydalanmıştır. Fakat üstatları arasında Kuleyni'ye en çok etki bırakanın Ali b. İbrahim-i Kummi (Tefsir-i Maruf’un Yazarı) ve Muhammed b. Yahya Aş’ari olduğu bilinmektedir.
Kuleyni'nin öğrencileri arasında ise Ebu'l Kasım Cafer b. Kavleviyeh (ö. 367), Ebu Muhammed Harun b. Musa (ö. 385), Ebu Galib Ahmed b. Muhammed (ö. 368) gibi her biri hadis, fıkıh, rical ve çeşitli ilimlerde ün yapmış şahsiyetlerden bahsedebiliriz.[5]
Merhum Kuleyni’nin diğer ilmi çalışmalarından bazıları ise şöyledir:
1- Tabir'ur-Rüya
2- er-Reddu a'la Karamite
3- Resail'ul E’imma
4- Kitab'ur Rical[6]
Muhtelif konular dâhilindeki ilmi çalışmaları, Kâfi'deki hadislerin düzen ve sıralama metodu, bölüm ve başlıklar için belirttiği konular ve bazı rivayetlere getirilen kelam şerhlerinden yola çıkarak Kuleyni’nin hadis ilminde derin bilgi taşıdığını ve kelam, fıkıh gibi diğer İslami konulara da vakıf olduğunu söyleyebiliriz.
Kuleyni hk. 328 veya 329 yılında fani dünyaya veda etti ve Bağdat'ta toprağa verildi. Vefatından yıllar sonra mezarı yıkılıp, bedeninin sapasağlam olduğu görülünce dönemin valisi tarafından mezarına bir türbe yaptırıldı.[7]
Kâfi, Şia’nın ilk ve en kapsamlı hadis kaynağıdır ve bazılarının deyişiyle onun seviyesinde henüz bir kitap yazılmamıştır. Usul’de iki, furu’da dört ve ravza’da bir ciltten oluşan Kâfi toplamda 30 kitap, 326 bâb ve 16199 rivayetten oluşmaktadır.[8] Son dönem âlimlerince bunlardan 5072’si sahih, 144’ü hasene, 1118’i muvassak ve 9485’i zayıf olarak kabul edilmiştir.
Öyle görülüyor ki Kâfi ismi yazar tarafından bu hadis mecmuasına verilmemiştir. Çünkü Kuleyni mukaddimede buna değinmemiştir. Sadece; “Yanında dinin tüm alanlarını kapsayan, ilim arayan kimseye kifayet edecek, yücelmek ve hidayet isteyene ise referans sayılacak kapsamlı ve kâfi (yeterli) bir kitabın olmasını arzu ediyorsun.”[9] diyerek müminlerin dini ihtiyaçlarına kâfi gelecek bir kaynak hazırlamak istediğini anlıyoruz.[10]
Birçok araştırmacıya göre Kuleyni Kâfi kitabını yazmak için yirmi yılını vermiştir. Bu uzun süre Kuleyni'nin hadis seçiminde ve hadislerin uygun bâblara yerleştirmede oldukça dikkatli davrandığını gösteriyor.[11]
Kuleyni kitabının mukaddimesinde bu kitabı din kardeşlerinden birisinin isteğinden sonra hazırladığına işaret etmiştir. Bu şahsın ismi tam bilinmese de Muhammed b. Ahmed b. Abdullah Sefevani veya Muhammed b. Namani olduğu tahmin edilmektedir.[12]
Kuleyni'nin mukaddimedeki açıklaması şöyledir:
"Kardeşim! Zamane halkından yakındığını öğrendim. Cahillikte birleşip cehalet yolunu abat etmede çok çaba sarfetmekteler ve böyle giderse ilim bu toplumdan sonsuza dek uzaklaşacaktır. Bazı konularda problem yaşadığını belirtmişsin. Gelen rivayetlerdeki farklılıklar yüzünden bu mevzularda hakikati bulamıyorsun. Rivayetlerdeki ihtilafın sebep ve nedenlerden kaynaklandığını bildirmişsin ve bu konuda seni yönlendirecek birikimli bir âlime ulaşamıyorsun. Dedin ki; yanında dinin tüm alanlarını kapsayan, ilim arayan kimseye kifayet edecek, hidayet isteyene ise referans sayılacak kapsamlı ve kâfi bir kitabın olmasını arzu ediyorsun öyle ki her kim sadık İmamlar'ın amel ve uygulamalarını, sabit sünnetlerini öğrenmek istiyorsa bu kitaptan öğrenebilsin ve Allah'a kulluk ile Peygamber'in sünnetine uymak isteyen kimse bu kitap yardımıyla bunu başarabilsin."[13]
Bu mektup Kuleyni'nin amacını da açıklar niteliktedir. Kuleyni bu kitabı yazarak Şia rivayetlerini dağınıklıktan kurtarıp tek bir mecmuada toplayarak dini ihtilafların çoğalmasını engellemeyi amaç edinmiştir.
Kâfi'nin Özellik ve İmtiyazları
Kâfi'nin Kapsamı:Diğer tüm hadis kaynaklarına nazaran hatta “Men La Yahzuru'l Fakih”, “Tahzibu'l Ahkâm” ve “İstibsar”gibi ilk hadis mecmualarına kıyasla daha kapsamlı ve geniş bilgilere sahiptir. Çünkü sadece ahkâm veya dini hükümlerle yetinmeyerek ahlak ve inanç konularına dair hadisleri de içermektedir. Şüphesiz Şeyh Tusi ve Şeyh Saduk da derledikleri hadis mecmualarında yalnızca dini hükümler içeren hadislere değil, tüm konuları içeren çalışmalar içinde olsalardı bugün Şia’nın hadis mirası daha zengin ve daha kapsamlı olurdu. Bu bağlamda merhum Feyz, Kâfi'yi övgüyle anarken diğer hadis mecmualarını da akaid ve ahlaki hadisler ihtiva etmedikleri için eleştirmiştir.[14]
Takdire Şayan Dizim: Merhum Kuleyni bu denli kapsamlı bir hadis mecmuası hazırlayan ilk kimsedir. Yani kendisinin örnek alabileceği bir kaynak olmadığı halde bâblar ve başlıkları incelerken şaşırtıcı bir düzen ve tertiple karşılaşıyoruz. Usul'ü Furu’ya mukaddem kılması ve ardınca Ravza'yı eklemesi kitaptaki itinalı düzeni gösteren unsurlardandır. Usul-i Kâfi'de önce akıl ve cehalet sonra ilim daha sonra tevhid ve hüccet kitaplarının gelmesi de buradaki inceliği göstermektedir. Çünkü insanı hayvandan ayıran ve dinin usul ile furu mevzularında temel faktör akıldır. Aklı yönlendiren ve değerli kılan ise ilimdir.
Akıl ve ilimden sonraki adım ise Allah’ı tanımaktır ve daha sonra da Nübüvvet ve İmamet makamlarını tanımak. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) ve İmamlar (a.s) İlahi ilkelerle halkı hidayet etmekle yükümlü olan kimselerdir.
Kitaptaki diğer bölüm ve bâblar da aynı şekilde belirli bir düzen dâhilinde sıralanmışlardır.
Bugüne kadar Kâfi’ye birçok şerh yazılmıştır bunlardan bazıları ise şunlardır: Miratu'l Ukul fi Şerh-i Ahbari Al-i Resul[15], Şerh-i Sadru'l Mutaallihin[16] ve Şerh-i Molla Salih Mazenderani[17]
Ravza’nın Kuleyni'ye İstinat Edilişinin İncelenmesi
Kâfi’nin tüm ciltlerinin Kuleyni'ye istinat edilmesinde herhangi bir şüphe olmamıştır. Ancak Molla Halil Kazvini'ye göre Ravza aslında İbn İdris’in yazdığı bir eser olup, yanlışlıkla Kuleyni'ye nispet edilmiştir. Bu görüş hadis bilimcilerince eleştirilmiş ve aşağıdaki delillerle reddedilmiştir:
1- 1- Kâfi’de yer alan ve Kuleyni'nin bizzat kendilerinden duyup naklettiği râviler, rivayetin sekizinci veya dokuzuncu tabakasındadırlar, Kuleyni de dokuzuncu tabakadadır. Oysa İbn İdris on beşinci tabakadadır. Hal böyleyken on beşinci tabakada olan bir şahıs vasıta olmaksızın sekizinci tabakada yer alan bir kimseden rivayette bulunabilir mi?
2- Ravza’da yer alan hadis senetleri ile Kâfi’nin diğer kitapları yani Usul ve Furu'da yer alan hadis senetleri aynıdır. Bu da aynı yazardan telif edildiğini gösteren bir diğer unsurdur.
3- İbn İdris’ten yıllar önce yaşayan Neccaşi ve Şeyh Tusi gibi şahsiyetler Ravza'yı Kuleyni’nin eserlerinden ve Kâfi’nin bir parçası olarak bildirmişlerdir. Şayet iddia doğruysa, İbn İdris’den yıllar önce yaşayan Neccaşi ve Şeyh Tusi gibi şahıslar bu kitabın varlığından nasıl haberdar olmuşlardır?[18]
2- Men La Yahzuru'l Fakih, Şeyh Saduk Muhammed b. Ali b. Babeveyh Kummi (ö. 381)[19]
Şeyh Saduk künyesiyle bilinen Ebu Cafer b. Ali b. Babeveyh Kummi, hk. IV. yüzyılın en büyük Şia muhaddislerindendir.
Doğum tarihi tam olarak bilinmese de hk. 306 yılında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir.[20] Babası, Şia’nın büyük muhaddislerinden ve Necaşi'nin değimi ile Kum havzasındaki muhaddislerin üstadıdır. İmam-ı Zaman’ın (a.f) Şeyh Saduk’un babasına gönderdiği mektupta O’na “Ey Şeyhim ve mutemedim ve fakihim…” diye hitap etmesi, onun yüce makamı ve ilmine işaret etmektedir.[21]
Babeveyh her şeyden önce kendi oğlu Şeyh Saduk’u yetiştirme görevini üstlenmişti. Bir süre sonra vefat etmesiyle Şeyh, ilim edinmek üzere Muhammed b. Hasan Ahmed b. Velid'in derslerine katılıp on beş yıl boyunca onun gölgesinden faydalanmıştır. Şeyh, babasına duyduğu saygıya rağmen defalarca üstadı olan İbn Velid'in görüşlerini babasının görüşlerine tercih etmiştir. Babası ve İbn Velid'in dışında Muhammed b. Ali b. Macilviye, Muhammed b. Musa b. Mutevekkil, Ahmed b. Muhammed b. Yahya Attar gibi büyük üstatların huzurunda bulunmuştur.[22]
Şeyh Saduk'un yaşadığı dönem, Al-i Ziyad ve Al-i Buye’nin yani Şiilerin yönetimde olduğu zamana denk gelmektedir. Bu bağlamda onlar tarafından desteklenmiş ve dönemin hükümdarı Rüknü'd-Devle'nin davetiyle Rey şehrine gelerek orada ilmi çalışmalarda bulunmuştur. Ayrıca hükümdarın bilge veziri Sahib b. İbad’ın isteğiyle "Uyun-u Ahbar-ur Rıza" adlı hadis mecmuası da Şeyh tarafından tedvin edilmiştir.[23]
Şeyh Saduk'un öğrencileri arasından Hüseyn b. Ubeydullah Gazairi, Ali b. Ahmed b. Abbas Neccaşi, Seyyid Murtaza, Şeyh Müfid, Harun b. Musa Tilakbari gibi büyük şahsiyetlerden söz edebiliriz.[24]
Yazdığı eserlerin sayısı iki yüz elli cildi aşsa da[25] teliflerin büyük bölümü zaman dâhilinde ve tarihteki çeşitli vakalar neticesinde kaybolmuştur. Bugün sadece adını bildiğimiz kitapların çeşitliliği Şeyh'in muhtelif İslami konulara olan hâkimiyeti ve ilmi derinliğini göstermektedir.
Şeyh Saduk hk. 381 yılında Rey şehrinde vefat etti ve o şehirde toprağa verildi. Hk. 1281 yılında Feth Ali Şah döneminde şiddetli yağmur ve selden dolayı Şeyh'in mezarında çöküntü meydana gelir. Bunun neticesinde görünen Şeyh'in çürümeyen bedeni ve kınalı tırnakları, onun yüce manevi ve ilmi makamını bir kez daha ortaya çıkarır.[26]
Fıkhi rivayetleri ihtiva eden “Fakih” ya da “Men lâ yahdur” adıyla bilinen dört cilttik Men lâ yahduruhu'l-fakîh kitabı, Kâfi’den sonra Şii dünyasının en muteber ve önemli hadis kaynağıdır.
5998 rivayet içeren bu kitap 666 babdan oluşmaktadır. Rivayetlerin 3943'ü senetli ve 2055'i mürsel yani senetsizdir.[27] Men lâ yahduruhu’l-fakîh kitabındaki rivayetlerin dizimi, fıkıh konuları esasınca yapılmıştır. Örneğin ilk bab sular ve temizlik hükümlerini açıklayan rivayetlerden oluşmaktadır. Daha sonra gusül, teyemmüm, namaz vb. konulu bablar sırasıyla getirilmiştir.
Şeyh Saduk kitabın önsözünde bu eseri yazmadaki amacını şöyle açıklamıştır:
“Kader beni gurbet beldesi Belh şehrindeki İlak kasabasına çekince; oraya gelen İmam Musa Kazım'ın evlatlarından Nimet lakaplı Şerifuddin Ebu Abdullah ile tanışmaya müşerref oldum. Onunla konuştukça gönlüm sevinçle doldu ve dostluğundan pek faydalandım. O bana Zekeriya Razi’nin yazdığı Men La Yahzuru'l Tabib adlı eserinden ve kendi alanında kâmil bir kitap olduğundan bahsetti. Daha sonra benden helal ve haram, şeriat ve ahkâmla ilgili her açıdan kapsamlı bir kitap yazmamı ve Men La Yahzuru'l Fakih diye adlandırmamı istedi.”[28]
Bu önsöz değerlendirildiğinde Saduk'un üstün ahlakından dolayı özel hürmet duyduğu Nimet’in isteği üzere fıkıhta her yönüyle kapsamlı olan Men lâ yahduruhu’l-fakîh'i kaleme aldığı anlaşılmaktadır. Şeyh, mukaddimenin diğer bir bölümünde ise sadece kendi fıkhi görüşlerine uygun olan rivayetleri zikrettiğini belirtmiştir:
“Musannifler gibi tüm rivayetleri yazmayı düşünmüyorum, sadece fetvalarıma uygun olan ve sahih bildiğim rivayetleri zikredeceğim.”[29]
Şeyh ayrıca rivayetlerin senetlerini son râvi hariç hazfederek kitabın sonunda Muşeyyihe adını verdiği bir bölümde zikretmiştir.
Muhammed Taki Meclisi (II. Meclisi) bu kitap için Farsça ve Arapça olmak üzere Ravzatu'l Muttakin fi Şerh-i Ahbari'l E'immetu'l Masumin ve Levamiu Sahibkarani adlı iki şerh yazmıştır.
3- Tahzibu'l Ahkâm fi Şerhu'l Muknia, Şeyhu't-Taife Muhammed b. Hasan Tusi (ö. 460)
Şeyhu't-Taifa künyesiyle de bilinen Ebu Cafer Muhammed b. Hasan Tusi hk. 385 yılında Horasan'ın Tus şehrinde dünyaya geldi.[30] Yirmi üç yaşına kadar aldığı eğitim hakkında net bir bilgi olmasa da, o dönemde yönetimin Al-i Buye'de olması ve Şia âlimlerinin desteklenmesi ile Horasan, Kum ve Rey gibi şehirlerde İslami ilimlerin canlanmasından yola çıkarak Şeyh'in ilk eğitimini kendi beldesinde veya diğer şehirlerde aldığını tahmin edebiliriz. Şeyh hk. 408 yılında Bağdat’a gitmiştir.[31]
Şeyh'in yaşadığı yıllarda Bağdat, Abbasi hilafetinin başkenti ve İslam âleminin en önemli ilmi merkezi konumundaydı. Önemli ve büyük kütüphanelerin yanı sıra fıkhi, kelami ve diğer dini konularda söz sahibi âlimlerin Bağdat'ta bulunması, bu şehrin ilmi ve kültürel zenginliğini arttırıyordu.
Şeyh, dönemin Bağdat'ında Şii bölgelerinden olan Karh’da yaklaşık kırk yıl yaşadı. Bu dönem boyunca Şeyh Müfid gibi değerli şahsiyetlerin huzurundan faydalandı ve önemli eserlerini kaleme aldı. Hk. 448 veya 449 yılında fanatik Sünnilerle Şiiler arasında yoğunlaşan ihtilaflar sonrası Şeyh'in evi ve kütüphanesi ateşe verildi. Bunun üzerine Şeyh, o dönem metruk bir bölge olan Necef'e hicret etti[32] ve ömrünün sonuna kadar Necef'te yaşadı. On bir yıllık bu sürenin bereketiyle diğer âlim ve muhaddisler de bu şehire yönelip bin yıllık Necef havza ve medresesinin temelleri atıldı.
Şeyh Tusi hk. 460 yılında Necef'te vefat etti ve kendi vasiyeti gereği yaşadığı evde toprağa verildi.[33]
Şeyh'in üstadları arasından İmamiye'nin erkânı olarak bilinen Şeyh Müfid ve Şeyh Murtaza gibi şahsiyetlerden söz edebiliriz. Şüphesiz Şeyh, ilimdeki derinliğini ve değerli eserlerini bu iki üstadın terbiyesine borçludur. Şeyh yaklaşık beş yıl boyunca ve Şeyh Müfid’in vefatına kadar (hk. 413) onun huzurundan faydalandı ve daha sonra hk. 436’da Seyyit Murtaza’nın vefatına kadar Seyyid’in terbiyesine mazhar oldu.
Aynı asırda yaşayan Neccaşi, Şeyh'in yirmi üç eserine, Şeyh ise kendi şerh-i halinde kırk bir esere işarette bulunmuştur. Çeşitli kaynaklarda Şeyh Tusi’nin elliden fazla eserinin bulunması ise Necaşi'nin fihrist çalışması ve Şeyh'in şerh-i halden sonra yazdığı eserleri de ihtiva ettiğinden kaynaklı olabilir. Tehzib ve İstibsar adlı eserlerlerin yanı sıra Şeyh'in kelam ilminde “Telhisu'ş-Şafi”, “el-Mufassah ve’l Gaybe”, Tefsir alanında “Tibyan”, fıkıh alanında “Nihaye”, “Mabsut” ve “Hilaf”, usulde “el-İdde” ve rical ilmi kapsamında “Fihrist” ve “İhtiyar-i Marifetu'r-Rical” gibi önemli eserleri bulunmaktadır.[34]
Tehzibu'l Ahkâm 13988 rivayet, 393 bab ve 23 kitaptan oluşmuş ve on ciltte yayınlanmıştır.[35]
Şeyh Tusi’nin üstadı Şeyh Müfid, el-Mukni’a adlı eserde fıkhi görüşlerini herhangi bir rivayete işaret etmeden veya istidlal belirtmeden nakletmiştir. Öte yandan Şeyh Tusi gençlik yılları olan 25'li yaşlarda Bağdat'a geldiğinde muhalifler için bir kınama aracı haline gelen rivayetlerdeki çelişkilerle karşılaşmış ve bu durumu ıslah etmek için kendini sorumlu hissederek üstadının kitabını uygun bir başlangıç addetmiştir. Şeyh Tusi, üstadının kaleme aldığı el-Mukni’a adlı esere rivayi bir şerh mahiyetinde olan yani görüşlerin rivayetlerdeki delillerini açıklayan Tehzib adlı eseri 26 yaşında yazmaya başlamıştır.[36]
Şeyh Tusi, Tehzib adlı eseri yazmadaki amacını şöyle beyan etmiştir:
“Dostlarımızdan bazıları bana hadislerdeki çelişki ve ihtilaflardan bahsettiler, öyle ki karşıtı olmayan bir hadis bulunmamaktadır ve hiçbir hadis çelişki ve karşıt hadisten beri değildir, bu ise muhaliflerin bizimle alay etmelerine ve istihzada bulunmalarına neden olmuştur. Bu açıdan teviller ve çelişkili hadisleri içeren bir eserin hazırlanması, şüphesiz en önemli dini vazifelerimizden ve Allah Teâlâ'ya yakınlaşma aracıdır.”[37]
Şeyh'in bu sözlerinden anlaşıldığı üzere Tehzib'i yazmadaki amacı bir nevi rivayetlerin bir araya getirilmelerindeki yolların izahıdır. Çünkü rivayetlerdeki çelişkiler muhaliflerin istihzalarıyla birlikte bu mektebi savunanların da yoldan sapmalarına neden olmuştur.
Tehzibu'l Ahkâm'ın Özellik ve Ayrıcalıkları
1-Kuleyni (sahih ölçülerini taşıyan hadisler) ve Şeyh Saduk’un (sadece veya fetvalar doğrultusunda olan hadisler) yöntemlerinin aksine Tehzib’de herhangi bir sınırlama olmaksızın rivayetlerin çoğu yer almaktadır. Bu açıdan Kâfi ve Men La Yahzur’e nazaran daha kapsamlıdır.
2-Şeyh katıldığı veya katılmadığı rivayetleri kısaltmaksızın nakletmek suretiyle fakihlerin veya hadis araştırmacılarının konuları daha derin incelemelerine olanak sağlamıştır. Öte yandan bu bize Masum İmamlar'ın (a.s) muhataplarının seviyesince verdikleri yanıtları, takiyye konusunu ve râvilerin ma’nen rivayet etmelerindeki hatalarını göstermektedir.
3- Şeyh Tusi, Şeyh Müfid ve Seyyid Murtaza gibi büyük üstatlardan edindiği ilimlerle hadis araştırmacıları için hadislere, öteden beri olagelen ve doğruluğu tartışılmayan davranışlar ve teamül metodu ve teville ilgili değerli bilgi ve tecrübeler aktarmaktadır.
4- el-İstibsar fi ma İhtalaf min’el Ahbar, Şeyh Tusi (ö. 460)
İstibsar, Tusi’nin ikinci hadis mecmuası ve Şia’nın önemli dördüncü hadis kaynağıdır. Üç ciltten oluşan bu eserin birinci ve ikinci cildi ibadi konuları ve üçüncü cilt ise sözleşmeler ve diğer fıkhi konuları ihtiva etmektedir.[38]
Tusi, Tehzib’den sonra 925 bab ve 5511 hadis içeren[39] bu eseri yazmadaki amacını şöyle açıklamıştır:
“Tehzibu'l Ahkâm olarak bilinen ve helal ile harama dair hadisler içeren kapsamlı kitabımızı okuyan ashabın bu kitabın kâmil olduğunu fakat muhtasar bir eserin de faydalı olacağını belirtmeleri üzere…”[40]
Buna göre İstibsar aslında Tehzib’in muhtasar ve kısaltılmış halidir. Şeyh Tusi sözlerinin devamında çelişkili hadisleri bir araya getirip birleştirmenin eşsiz bir çalışma olduğunu belirttikten sonra şu beyanda bulunmuştur:
“Her babta önce fetvanın doğrultusunda olan rivayetleri daha sonra karşıt rivayetleri beyan ederek imkân dâhilinde bunları birleştirmeye çalıştım ve rivayeti cerh etmekten sakındım. Kitabın başlangıcında ise rivayetleri birbirine tercih etmedeki Kuran ve kaidelere işarette bulundum.”[41]
Şeyh, önce rivayetleri mütevatir ve gayr-i mütevatir olmak üzere ikiye ayırdıktan sonra gayr-i mütevatirleri de ikiye ayırmıştır:
1-Karine içeren rivayetler: Mütevatir rivayetler gibi faydalı sayılır. Daha sonra bazı karinelere işarette bulunmuştur: Kur’an ile çelişmeme, akli deliller vb.
2- Ahad olup karine içermeyen rivayetler: Şeyh'e göre bu hadislere zıt bir hadis olmadığı takdirde uyulabilir fakat karşıt bir hadis olursa teadül ve teracih (doğrulama ve yalanlama) kaidelerince davranılmalıdır.[42]
Şeyh Tehzib’de olduğu gibi İstibsar’da da son râvi hariç diğer senetleri silerek Müşeyyihe'de beyan etmiştir.
Bu açıklama ışığında İstibsar ile Tehzib’in ortak noktaları aşağıdaki gibidir:
a)Şeyh Müfid’in el-Mukni’e adlı eserinin esas alınarak hazırlanması
b)Senetlerin hazfedilerek Müşeyyihe’ye aktarılması
c)Rivayetler arasındaki zıtlığın giderilmeye çalışılması ve birleştirilme çabaları
İstibsar ve Tehzib arasındaki farka gelince, Şeyh Tusi Tehzib adlı eserde Şeyh Müfid’in görüşleri doğrultusunda olan rivayetleri geniş bir biçimde zikretmiş ve ardınca karşıt rivayetleri zikrederek bunları birleştirmeye çalışmıştır. Oysa İstibsar’da el-Mukni’e'deki ibareleri nakletme gereği duymamış ve her meselede karşıt görüşe dair rivayetlerin tümünü naklederken meseleyi doğrulayan rivayetlerden yalnızca bir kaçına işarette bulunmuş ve daha geniş, daha güçlü bir şekilde çelişkileri gidermeye çalışmıştır. Bu açıdan İstibsar bir nevi Usul kitaplarına daha yakındır ve daha temkinli ilmi bahisler ihtiva etmektedir.[43]
Allame Meclisi’den “Melaz'ul Ahyar fi Fehm-i Tehzibu'l Ahbar” ve Seyyid Nimetullah Cezayiri’den “Gayetu'l Meram” Tehzibu'l Ahkâm’ın ve Şeyh Abdurrıza Tufeyli’den “Celae'l Absar fi Şerh-i İstibsar” adlı eser el-İstibsar’ın şerhlerindendir.
ehlader
[1]كافى، ثقه الاسلام محمد بن يعقوب كلينى
[2]Daha fazla bilgi için bkz. Mü’cemu'l Buldan, c. 4, s. 303
[3]Rical-i Necaşi, s. 266
[4]Mukaddime-i Mü’cem Biharu'l Envar, s. 63
[5]el-Kuleyni ve’l Kafi, s. 52, İlm-i Hadis, s. 261-263
[6]el-Fihrist, s. 210, el-Kuna ve’l Alkab, c. 3, s. 121
[7]Daha fazla bilgi için bkz. el-Kuna ve’l alkab, c. 3, s. 163
[8]Kafi’deki hadislerin sayısı hakkında 16121, 16000, 15176 gibi rakamlar zikredilmişse de 16199 hadis ihtiva ettiği genel kanaate uygundur. Daha fazla bilgi için bkz. Mukaddime-i Mü’cem Biharu'l Envar, s. 65. Mir’atu'l Ukul, c. 2, s. 437, Gozide-i Kafi(Kafi’den Seçmeler), c. 1, s. 21, ez-Zari’a, c. 17, 2. 245
[9]Mukaddime-i Kafi, c. 1, s. 9
[10]Pejuheş-i der Tarih-i Hadis-i Şia(Şia hadis tarihi üzerine bir araştıma), s. 470
[11]Mukaddime-i Mü’cem Biharu'l Envar, s. 63
[12]Pejuheş-i der Tarih-i Hadis-i Şia s. 470
[13]Mukaddime-i Kafi, c. 1, s. 9
[14]Vafi, c. 1, s. 5
[15]مرآة العقول فى شرح اخبار آل الرسول
[16]شرح صدر المتالهين
[17]شرح ملا صالح مازندرانى
[18]bkz. el-Kuleyni ve’l Kafi, s. 408-415, ez-Zari’a, c. 11, s. 302
[19]من لا يحضره الفقيه ، شيخ صدوق محمد بن على بن بابويه قمى
[20]Mukaddime-i Meanie'l Ahbar, s. 72-73
[21]el-Kuna ve’l Alkab, c. 1, s. 222
[22]Mukaddime-i Meanie'l Ahbar, s. 36
[23]Pejuheş-i der Tarih-i Hadis-i Şia, s. 499-500
[24]bkz. Muhaddime-i Meaniu'l Ahbar, s. 68-72. Burada Şeyh’in tabele ve üstatlarından 27 kişinin isimleri zikredilmiştir.
[25]Mukaddime-i Meaniu'l Ahbar, s. 82
[26]age, s. 75
[27]Men lâ yahduruhu’l-fakîh'in yeni baskısındaki hadis sayısı, Üstad Ali Ekber Gaffari’nin araştırmasıyla 5920'dir. Mukaddime-iMü’cem-iBiharu'l Envar, s. 68
[28]Men la Yahzuru'l Fakih, c. 1, s. 2
[29]age, c. 1, s. 5
[30]Şeyh Aga Bozorg-i Tehrani, Mukaddimetu'n-Nihaye, s. 6
[31]Hülasetü'l Akval, s. 148, Mukaddimetu'n-Nihaye, s. 6
[32]Mukaddime-iel-Hilaf, c.1, s. 8-9
[33]el-Kuna ve’l Alkab, c. 2, s. 395
[34]age, c. 2, s. 395-396
[35]Bu rakam yeni baskıdan alınmıştır. Seyyid Muhammed Cebel Amuli ve Şeyh Aga Bozorg-i Tehrani’ye göre ise Tehzib’deki hadis sayısı 13590'dır. Daha fazla bilgi için bkz. A’yanu'ş-Şia, c. 9, s. 504
[36]Mukaddime-iMü’cem Biharu'l Envar, s. 69
[37]Tehzibu'l Ahkam, c. 1, s. 2-3
[38]el-İstibsar, c. 4, s. 450
[39]age, c. 1, s. 451
[40]age, c. 1, s. 43 ve 44
[41]el-İstibsar, c. 1, s. 43 ve 44
[42]age, c. 1, s. 44 ve 45
[43]Mukaddime-i Mü’cem Biharu'l Envar, c. 1, s. 71