Türkiye yakın tarihi bir çürüme tarihi olarak yazılabilir.
Yoksa Peker’in orasından burasından cımbızladıklarının bir önemi yok, sadece
bir bütün olan çürümenin tekrar gözümüze sokulmasına neden oldu.
Bu çürümenin esas sorumlusunun Türkiye sermaye sınıfı ve
siyasi tercihleri olduğunu çok iyi biliyoruz. Ancak olay daha karmaşık ve
günümüz emperyalist dünyasının içine yerleştirilmesi gerekiyor.
Bu sürecin bir parçası olan Katar’ı bu yazıda ele alalım.
Üç milyonu bulmayan nüfusuyla Katar petrol ve doğal gaz
yatakları sayesinde nüfusa oranlı olarak dünyanın en zengin ülkelerinden biri
haline geldi. Katar’ın feodal egemenleri arada bir burjuva devrimi olmadığı
için tüm gericilikleri ile büyük kapitalistlere dönüştüler. Katarlılar
kapitalist kurumların yöneticileri durumundalar, bütün kol işlerini
yurtdışından gelen iki milyon kadar işçi yapıyor. Petrolün ve doğal gazın
çıkarılması dâhil.
Ancak bu zenginlik ne kadar ölçüsüzce yiyip içseler de
birikiyor ve günümüz emperyalist düzeninde sermaye ihracatıyla avantajlı sömürü
alanlarına akıyor.
Katar’ın Türkiye’deki AKP döneminde jet hızıyla artan
yatırımlarından çok bahsedildi. Katarlı şirketlerin bütün yatırımları yasal
olmayabilir ve Türkiye’deki servet birikimlerini bilmek imkânsız. Ancak 7
milyar dolar civarındaki bilinen yatırımları bankacılık sektöründen otomotive,
gıdadan iletişime kadar yaygınlık gösteriyor.
Bunun iki sonucu var, birincisi Türkiye işçi sınıfı Katarlı
patronlar tarafından da sömürülüyor, ikincisi Katar egemenleri Türkiye sermaye
sınıfının bir parçası haline geliyor.
Katarlı feodal bey-burjuva karışımı gericilerin Türkiye
egemen sınıfının bir parçası haline gelmesi, yasama, yargı ve yürütmeye etki
ediyorlar anlamını taşır. İster Tank Palet’in satışı sürecine ister Katar’daki
dünya futbol şampiyonası için Türkiye’den Çevik kuvvetin gidişine bakın.
Ancak Türkiye sermayesi ve onların hizmetindeki siyaset
kendi hukuklarının bile dışında giderek büyüyen bir yağma ve keyfiyet alanında
hareket ediyor. Dolayısıyla Katar ile olan ilişkilerin ancak bir kısmını
izleyebiliyoruz. Yasal olan da kapitalizmde temiz değildir, ancak bu karanlık
ve kirli yasadışı alan büyüdükçe büyüyor.
Bu karadelikten sızanlara bir kez bakalım:
Suriye’de geçenlerde yapılan ve Suriye’deki emperyalist
saldırıya karşı yurtseverlik mücadelesinin sembolik bir yansıması olan
seçimlere ilişkin Katar Dışişleri Bakanı şöyle diyor. “Suriye rejimiyle yeniden
bağ kurmamız için hiçbir sebep yok”.
Bu şu anlama geliyor: Burjuva devrim sürecinden geçmiş
Suriye’nin çok inançlı, çok halklı seküler rejimini tanımıyoruz, onu yıkmak ve
yerine Sünni egemenliğinde bir şeriat rejimini kurmak için elimizden geleni
yapmaya devam edeceğiz.
Bu kelimesi kelimesine AKP’nin 2011’den bu yana politikası
aynı zamanda. Türkiye ve Katar tarafı Rusya ile yapılan toplantılarda ne kadar
Suriye’nin bütünlüğü üzerine yemin etseler de bu gizli amaçtan hiç
vazgeçmiyorlar.
Geçenlerde İngiltere’de Suriyelilerin açtığı bir dava
sonucunda Katar’ın el-Nusra Cephesi’ne yüz milyonlarca dolar göndermek için
kara para aklama operasyonu yaptığı ortaya çıktı. Eski Katar başbakanı 2017’de
mali desteğin, Katar ve Suudi Arabistan’dan geldiğini, satın alınan silahların
Türkiye tarafından Suriye’ye gönderildiği ve ABD tarafından cihatçı çetelere
dağıtıldığını söylemişti zaten.
Nerede devlet bitiyor nerede mafya başlıyor, ayrım çok
silikleşmiş durumda ama Peker’in ortaya attığı el-Nusra’ya silah taşıma
meselesinin bizzat devlet tarafından yapıldığına dair dağ gibi kanıt birikti.
El Kaide’nin önce parçası olup sonra ayrılan el-Nusra
Suriye’de AKP ve Katar ile aynı perspektife sahip bir cihatçı örgüt. Terör
listesine alındıkça isim değiştiren bu örgüt sırayla Şam’ın Fethi Cephesi,
sonra Heyet Tahrir eş-Şam ismini aldı. Ülkeler bu çeteyi terör listesine
aldıkça Türkiye istemeye istemeye kendi terör örgütleri listesine gecikerek
eklemek zorunda kaldı.
Ancak sahada çok farklı bir resim karşımıza çıkıyor. İdlip’i
tutan örgütlerin içinde en başat olanı olan el-Nusra Türkiye tarafından
korunuyor. İdlip’te el-Nusra tarafından yönetilen ve aylık cirosu 50 milyar
dolar civarında olan ticaret merkezinden ancak AKP’ye yakın olanlar
nemalanıyor. Suriye’nin bütünlüğüne ve ekonomisine ayrıca bu yasadışı pazarın
büyük bir zarar verdiği söyleniyor.
Aynı zamanda Türkiye ile sınır kapısı olan Cilvegözü’nün
diğer tarafı el-Nusra tarafından kontrol ediliyor, her geçişten vergi
alıyorlar.
Son günlerde ise bu gerici çetenin takım elbiseli şefinin
televizyonlarda kendisini ABD’ye pazarlamaya çalıştığı, Rusya ve Suriye
devletini geriletmenin ancak kendileri aracılığıyla olacağına ikna etmeye
çalıştığı görüldü. Bomba yüklü araçlarla yapılan onca katliamın sorumlusu
değilmiş gibi “Ilımlı İslamcı” bir post giymeye çalışıyorlar.
Türkiye yakın tarihindeki bu utancı nasıl temizleyecek?
Katar’dan nasıl kurtulacağız?
Türkiye emekçi sınıflarının örgütlü olarak bu karanlığın
üzerine gitmesinden başka çare var mı?