Ani ve baş döndüren hızda gelişmeler oldu. Öylesine ki, Kazakistan
hükümeti üyesi olduğu “Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü”nden yardım istedi.
Belirleyici gücün Rusya diğer üyelerin Kırgızistan,
Tacikistan, Belarus ve Ermenistan olduğu KGAÖ / Kolektif Güvenlik Antlaşması
Örgütü kısa süre içerisinde başta başkent Astana olmak üzere Almatı ve Çimkent
gibi büyük kentlerde stratejik noktalara konuşlandılar.
Bu arada parantez içi bir ek bilgi verelim, KGAÖ / Kolektif
Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün şu an dönem başkanı Ermenistan.
Bu ani gelişmeler tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de tüm
gözlerin bir anda Kazakistan’a dönmesine sebebiyet verdi. Ve herkesin zihnini
kurcalayan ortak soru, “Kazakistan’da ne oluyor?”
“Kazakistan’da ne oluyor?” sorusunu sağlıklı analiz
edebilmek için önce bir dizi ön veriyi masaya koymamız gerekecek.
KAZAKİSTAN, ORTA ASYA’DA KÜRESEL BİR KAVŞAK
2.724.900 km2 toprağı ile Türk ve İslam devletlerinin toprak
bakımından en büyüğü. Rusya ile 6.846 kilometre, Çin ile 1.533 kilometre kara
sınırı var. İran ile de Hazar Denizi’nden sınırdaş.
Bu toprak büyüklüğüne karşın nüfusu 19 milyon civarında. Ve
bu 19 milyon kişi de zengin bir etnik çeşitliliğe sahip. Yaklaşık rakamlar
şöyle; %68 Kazaklar, %18 Ruslar, %3 Özbekler, %1 Uygurlar, %1 Ukraynalılar, %1
Tatarlar, %1 Almanlar, %1 Türkler, %0,60 Azerbaycanlılar, %0,58 Koreliler,
%0,40 Dunganlar, %3+ diğer unsurlar.
Ülke eşsiz bir yeraltı zenginliğine sahip. Kazakistan
dünyanın ikinci en büyük uranyum, krom, kurşun ve çinko rezervlerine; üçüncü en
büyük manganez rezervine ve beşinci en büyük bakır rezervine sahiptir. Ayrıca
kömür, altın ve demir rezervleriyle ilk onda yer almaktadır. Aynı zamanda bir
elmas ihracatçısıdır. Şu anda kanıtlanmış en büyük 11. petrol ve doğal gaz
rezervlerine sahiptir.
Ülke çok uluslu şirketlerin ve özellikle de petrol ve maden
sahasında yabancı sermayenin cenneti konumunda. Ülkenin batı yakası (Hazar
Denizi’ne yakın coğrafyalar) sanayi ve işçi şehirlerinin yoğunlaştığı bölgedir.
Kazakistan; Rusya, Çin, Kırgızistan ve Tacikistan ile
beraber Şangay İşbirliği Örgütü’nün kurucu üyesidir. Bilindiği üzere İran’da 17
Eylül 2021'de Şanghay İşbirliği Örgütüne tam üye olarak kabul edildi ve üye
sayısı dokuza çıktı. (Diğer üç üye; Pakistan, Hindistan ve Özbekistan)
Kazakistan’ın KGAÖ / Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü
üyesi olduğuna yukarıda değinmiştik. “KGAÖ / Kolektif Güvenlik Antlaşması”nın
en önemli özelliklerinden birisi üyelerinin başka bir “güvenlik paktı”na üye
olamaması.
Rusya’nın uzay çalışmalarının vazgeçilmez parçası Baykonur
Uzay Üssü Kazakistan’da bulunmakta. Yine Rusya’nın füze çalışmalarını yürüttüğü
en önemli üssü olan Kapustin Yar Askeri Deneme Üssünün de büyük bölümü
Kazakistan topraklarında.
Kazakistan ile Çin arasında stratejik denilebilecek düzeyde
ekonomik ilişkiler var. Arap Baharı’nın ardından Ortadoğu’dan petrol
tedarikinde güçlükler yaşayan Çin’in en büyük iki tedarikçisi Kazakistan ve
İran.
Birçok hassas ve stratejik sanayinin vazgeçilmezi olan
uranyum tedariki için de Kazakistan Çin için vazgeçilmez durumda.
Modern zamanların İpek Yolu Projesi olarak adlandırılan
Çin’i Avrupa’ya demiryolu ile bağlama projesi olan Kuşak-Yol Projesi’nin en
önemli ayaklarından biri Kazakistan. Bilindiği üzere proje gerçekleştiğinde
deniz yoluna kıyasla ulaşım süresini üçte bir oranda azaltarak ürünlerin
hedeflerine 15 gün daha önce varmasını sağlayacak. Bugün dünyada ana ticaret
dağılımı deniz yolu ile yapılıyor ve deniz yolları ile taşımacılığı üzerinde
ABD’nin mutlak bir hakimiyeti var.
KİM YÖNETİYOR NASIL YÖNETİYOR?
Şimdi de Kazakistan siyaset ve sosyolojisine ait bazı
doneleri ortaya komaya çalışalım.
1991 yılında SSCB’den bağımsızlığını kazanan Kazakistan
siyasetinde uzun süre gerek Komünist kültür ve felsefe ve gerekse Rusların
ağırlığı varlığını sürdürdü.
1989 yılında Kazakistan Komünist Partisi Birinci Sekreteri
seçilen Nur Sultan Nazarbayev kurucu cumhurbaşkanı olarak başladığı “tek adam”
yönetimine 2019 yılına kadar kesintisiz devam etti.
Nazarbayev dönemine ilişkin en büyük eleştiri ve iddialar
“yolsuzluk, insan hakları ihlalleri, gelir dağılımı adaletsizliği”
başlıklarında ayyuka çıktı.
Nazarbayev ailesi ve yakınlarına ait İsviçre ve İngiltere
başta olmak üzere birçok ülkede yüksek meblağ ve değerlerde banka hesabı ve
gayrimenkul tespit edildi.
Yine bu süreçte Kazakistan bir “oligark”lar cennetine
dönüştü ve Kazakistan’ın bir “klan” tarafından yönetildiği iddia ve
eleştirileri tüm zamanlarda gündemde kaldı.
Gerek yolsuzlukların ayyuka çıkması gerek eleştiri ve
muhalefetin büyümesi dolayısıyla Nazarbayev Mart 2019’da görevinden ayrılmak
zorunda kaldı ve yerine 2007’den bu yana meclis başkanı olan Kasım Cömert
Tokayev geldi.
FETÖ VE ULUSLARASI STK’LARIN ETKİ BÜYÜKLÜĞÜ
Kazakistan kuruluşundan bu yana FETÖ’nün en çok ilgi
gösterdiği ve en çok örgütlendiği ülkelerin başında gelmektedir. Anadolu Ajansı’nın 2016 yılına ait bir
haberinde şu verilere yer verilmektedir; “Kazakistan'ın bağımsızlığını kazanmasının
ardından 1993'te bu ülkede faaliyetlere başlayan FETÖ, 1997 yılında, eğitim adı
altındaki kuruluşlarını Kazak-Türk Eğitim Vakfı (KATEV) şemsiyesinde topladı.
Karaganda, Cezkazgan, Şımkent, Kızılorda, Taldıkorgan,
Taraz, Astana, Almatı, Atırau, Aktau, Ust-Komenogorsk kentlerinin yanı sıra Batı
Kazakistan ve Karaganda eyaletlerindeki 29 lise, bir üniversite, bir kolej, bir
ilkokul ile bir orta okul, KATEV bünyesinde faaliyetlerini hala sürdürüyor.
KATEV bünyesindeki Süleyman Demirel Üniversitesi'nin, yine
FETÖ'ye yakın işadamlarının kontrolünde olduğu belirtilen Kazakistan-Türkiye
İşadamları Derneği'nce (KATİAD) desteklendiği vurgulanıyor. Kazakistan'da,
FETÖ'ye yakın okullardan mezun olanlara, KATİAD aracılığıyla iş imkanı
sağlandığı, böylece bu okullarının cazip hale getirildiği ifade ediliyor…”
FETÖ’nün tüm dünyada uyguladığı bir strateji vardı/var;
ilgili ülkede kolej (lise)’den mezun ettiği öğrenciler üç başarı grubuna
ayrılır. En başarılı birinci grup (genelde petrol şirketleri bursları ile) ABD
üniversitelerine, ikinci grup (Türk işadamları bursları ile) Türkiye
üniversitelerine ve üçüncü grup (yerel burslarla) kendi ülke üniversitelerine
yönlendirilirdi.
Kazakistan’da Türkiye’nin resmi olarak ta yoğun bir eğitim
ve kültür faaliyetleri bulunmaktadır. 1992 yılında Türk-Kazak Üniversitesine
dönüştürülen Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin mütevelli heyeti merkezi
Ankara’dadır ve heyet Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından
atanmaktadır. Yunus Emre Enstitüsü ise kültürel ve sosyal etkinliklerde
bulunmaktadır.
Söz buraya gelmişken bu öğrencilerin birçoğunun bugün master
ve doktorasını tamamlayarak ekonomi, siyaset, kültür, akademi vs. alanlarda
yetkin hale gelmeye başladığını da not etmiş olalım.
Gerek globalleşerek gelişen dünya gerçekleri, gerek çok
uluslu şirketlerin sosyal ve siyasal projeleri gerek FETÖ ve benzeri küresel
taşeron yapıların hazırladığı zeminler dolayısıyla bugün Kazakistan’da “Açık
Toplum Vakfı”nın da dahil olduğu yüz civarında küresel vakıf ve derneğin bin
kadar (bir başka iddiaya göre 16 bin) şube ile faaliyette olduğunu da ayrıca
not etmeliyiz.
ORTA ASYA’DA YÜKSELEN SELEFİZM
Uzun süredir Doğu Türkistan’dan Kafkaslara kadar uzanan
coğrafyada belli eller ve mihrakların “Selefizm / Vahhabizm”i gerektiğinde bir
maymuncuğa dönüştürmek için yaydığı, örgütlediği ve belli bir güç merkezine
dönüştürdüğü sır değil.
Selefi / Vahhabi (felsefe) cihatçılar, hem Rusya hem Çin ve
hem de İran’ı düşman bellemekte. Ve bu üç ülkede gerek ülkelerinde ve gerekse
sınırlarında yükselecek Selefi / Vahhabi (felsefeye) cihatçılara karşı teyakkuz
halinde.
Selefi / Vahhabi (felsefenin) cihatçıların Suriye’den
Nijerya’ya kadar tüm Ortadoğu coğrafyasında küresel emperyalizm ile iş
tuttuğunu da gözden kaçırmamalıyız.
ABD’nin AFGANİSTAN’dan AYRILIŞI ve TALİBAN
Amerika’nın kaçarcasına Afganistan’ı terk etmesi ve
yönetimin Taliban tarafından ele geçirilmesini de Orta Asya’yı konuşuyorken not
etmeliyiz. Bu bilgiyi daha da ilginç hale getiren ise İran, Çin ve hatta
Rusya’nın Taliban ile iyi ilişkiler geliştiriyor olması. Yani Amerika sadece on
yıllarca yatırım yaptığı bir coğrafyadan kaçmakla kalmadı aynı zamanda bölgeyi
en büyük düşman/rakiplerine kaptırdı.
KÜRESEL GÜÇLER ve MÜCADELE
Bugün dünyada halen NATO, AB ve İsrail’i yedeğine almış
Amerika’nın hegemonyasının devam ettiği bir gerçek. Ancak bu hegemonya,
başladığı İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana da en sarsıntılı dönemine girmiş
bulunmakta.
Rusya ile Ukrayna, Kırım, Karadeniz, Suriye, Libya, Karabağ
başta olmak üzere bir çok coğrafyada bilek güreşinde olan Amerika, tutuştuğu
vekalet savaşlarının çoğunda yara almış durumda.
Çin’i ekonomik olarak en büyük rakip / düşman görmekte olan
Amerika, Çin’in ekonomik olarak durdurulması ve özellikle de kendi tekelinde
olan dünya ulaşım ağı ile enerji merkezlerinden uzak tutulması gerektiğini
zaten açıktan deklare ediyor.
İran’a gelince, Amerika açısından İran ontolojik siyasi bir
düşman. Amerika’nın İran’ı geriletmek ya da en azından izole etmek için
çiğnemediği bir uluslararası hukuk ya da insan hakları ihlali kalmamış durumda.
Amerika’nın çok güçlü bir şekilde Orta Asya’da olmak
istediği / isteyeceği onun karakterini bir parça tanıyanlar açısından basit bir
tespittir.
DEĞERLENDİRME
Uzun süren ama aynı zamanda içerisinde değerlendirme de
barındıran donelerin ortaya serilmesinden sonra şimdi değerlendirme aşamasına
geçebiliriz.
Öncelikle kalın çizgi ile şöyle bir mihenk taşı koyalım.
Ortadoğu’da olsun Orta Asya’da olsun toplumsal olayların öncelikle yerel
dinamiklerden oluşan bir dizi haklı ve meşru talepleri vardır. Ancak “küresel
emperyalizm” bu türden olayları “yani yerel dinamikler ve haklı talepler”
üzerine yükselen toplumsal dalgalanmaları aç kurt misali beklemektedir. Zira o
da kendi plan ve projelerini sahaya sürebilmek için halkın haklı talep ve
temellerini kaçırılmaz ve vazgeçilmez bir fırsat olarak görmektedir.
İşte bu noktada ne küresel emperyalizmin oyunlarına saplanıp
yerel olumsuzluk, gasp ve ihlalleri meşrulaştırmalı ve ne de haklı yerel hak ve
taleplere saplanıp küresel emperyalizmin hile, desise ve projelerini
görmemezlikten gelmeliyiz.
Bağımsızlığını kazandığı 1991 yılından bu yana Kazakistan’ın
“diktatörlük” ile yönetilip haksızlık ve yolsuzlukların dayanılmaz boyutlara
ulaştığı görmemezlikten gelinemez. Kişi başı yıllık gelirin 20 bin dolar
seviyesinde olduğu ülkede asgari ücret 95 dolar civarında. Sadece bu bilgi bile
ülkedeki gelir dağılımı adaletsizliği ve yolsuzluğu ortaya koymaya yetecek
düzeyde.
Demokrasi ve meclis kelimeleri şimdilik çok sembolikler ve
pratiği minimize edilmiş tanımlardan ibaretler. Meclis üst klanın müsaade
ettiği birkaç parti tarafından domine edilmiş duruma. Birçok siyasi görüş ve
parti yasaklı.
Kazakistan’da Rusya, Çin, ABD ve AB’nin üst düzeyde bir etki
mücadelesi verdiği hatta buna alt düzeyde Türkiye’yi de dahil etmemiz gerektiği
de yalın bir gerçek. Devasa büyüklükte coğrafyası, eşsiz yeraltı kaynakları,
stratejik konumu, sınırlı nüfusu ve buna karşın çürümüş yozlaşmış yönetimi
küresel güçleri Kazakistan’a ilgi duymaya, “zenginlik ve etkinlikten” pay
almaya davetkar bir rol oynuyor.
Kazakistan’da yaşanan olayların birçok veçhesi olduğu kesin.
Hiç şüphesiz bu veçhelerden biri ve aynı zamanda olayları tutuşturan kıvılcım
on yıllardır baskılanan yerel dinamiklerden oluşan bir dizi haklı ve temel
taleplerdir. Meşru taleplerden doğan kıvılcımı küresel emperyalizmin kendi yumurtasını
pişirmek için mahalle yangınına çevirme çabası da olayın başka bir veçhesi.
Tanınmış Brezilyalı gazeteci analist Pepe Escobar’ın
"Kazakistan'da yaşananlar daha çok, ABD-Türkiye-İngiltere-İsrail
öncülüğünde gerçekleşen ve onların Avrasya'daki hasımları tarafından çarpıcı
bir biçimde engellenen bir darbe girişimine benziyor" yorumu olayın
küresel boyutu ve son tahlilde ne yönde yürümemiz gerektiğine dair bence önemli
bir tespit.
Meseleye Ukraynalı neo-Nazilerin, Belarus muhalefetinin ve
de Müslüman Kardeşler’in direkt veya dolaylı dahil olduğunun açığa çıkmış
olması “küresel emperyalizm”in birçok yerde yaptığı gibi “halkın haklı talep ve
meşru eylemleri” üzerine basarak bir renkli devrim girişiminde bulunduğunu faş
etmiştir.
Olayların bastırılmasının hemen ardından Kazakistan’da
Tokayev yönetiminin Nur Sultan Nazarbayev’den kalan her türden iz ve mirası
silmek ve yok etmek için tam bir irade ortaya koymuş olması Kazakistan’da
“Avrasya Cephesi”nin şimdilik zafer ilan ettiği ve “Atlantik cephesi”nin aşağılanmış
bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldığını göstermiş oldu.
“Kazakistan kalkışmasında aşağılanmış bir pozisyona düşen
“Atlantik Cephesi”nin Karadeniz çevresi ve Orta Asya’da son renkli devrim
denemesi midir?” sorusuna mutlak olarak evet demek çok zor. Fitne gözü kör
edilmedikçe geri dönecektir.
Kemal Şükrü SEVİNDİK