Hayat Evreleri ve Yaratılış (IV)

GİRİŞ: 31.05.2024 09:33      GÜNCELLEME: 31.05.2024 09:33
Rasthaber -  Doğabilimcileri, dediğimiz hususu teyit edici bir şekilde, en az 49 müstakil göz evriminden bahseder. Bunun yanı sıra bu evrilme süreçlerinin göz gibi ışığa hassas diğer yapıların (göze bağlı olan beyin gibi) gelişmesine doğru hareket etmiş olduğunu birtakım gözlemlerle ortaya koymuşlardır. Bu sayı tam da imam Sadık’ın (a.s) hadisinde Allah-u Teâlâ’nın mahlûkattaki farkı 49 sayısıyla karar verdiği ve insanlar bunun açıklamasını bilseydi, hiç kimsenin birbiriyle ihtilaf etmeyeceği hususundaki hadisini hatırlatır. Bu zahiren hem insanı, hem hayvan ve bitkileri kapsayan farklardır, 49 müstakil gelişimle ışığa duyarlı olan göz ve ona bağlanan beynin yaratılıp, her birinin ona bölünmesi, böylece, belli bir ölçüde, eski hayvanların muhtemel istidadı ile kabul edilir ve cüz’î bir makro evrim sürecine inanabiliriz. Bu süreç bu örnekle şöyledir: 49 farklı göz ve beyin keyfiyeti, bu keyfiyetlerden her birine sahip olan on sınıftan canlının genotipinin evrim süreci, her on sınıfın on sınıfa bölünmesi ve her konuda kırk dokuz farklı istadın ya bir kısmının, ya da hepsinin potansiyel istidadını fenotip bakımından taşımak. Böylece 49 müstakil süreç, yarı müstakil olarak her bölgede ona bölünmekte, bunlar da tekrardan ona bölünüp, bu şekilde varlıklar gelişmektedir. Fakat imam Sadık’ın (a.s) buyurduğu gibi, her cüzün sahibi, ondan daha fazla cüze sahip olanın istidadına sahip değildir ve ona erişemez. Bu evrim süreci, organlar ve yaşam standardının kodlanması düzeyindedir. Sonraki aşamada doğurgan melez yani hibrid sahibi olabilen canlılar, müstakil nefes alabilme aşamasına (istiklâl-i nesime) gelince, artık birbirleri yoluyla çoğalma safhasını başlatırlar. Melez doğurabilen canlılar ilk ortaya çıkar çıkmaz çok kısa sürede çoğalarak alt sınıflara bölünür. Darvinist evrimcilerin ara türleri keşfetmeye çalışınca yaşadıkları kafa karışıklığı bundan kaynaklanır. Bu nakil ve bilimsel örnekten verdiğimiz üzere, “organların evrimi” Ehlibeyt kaynaklarında sâbit bir husustur.

Üstelik bizzat pozitivist evrimciler de bu organların çeşitlerinin tamamıyla birbirinden müstakil olarak geliştiğini kabul ediyorlar. İmam Ali (a.s) El-Gârât kitabında, Allah-u Teâlâ’nın bütün mahlûkattaki farkları matematiksel olarak yedi sayısında ve bunun türevlerinde karar verdiğini buyurur. Ki yedi nasıl hem sadece bir sayısına ya da kendisine bölünüyorsa, 49 sayısı da ya bire, ya yediye, ya da kendisine bölünmektedir. Yedi gök, yedi yer, yedi katman, yedi kıta (iklîm) bunun bariz birer örneğidir ki imam Ali'nin (a.s) yedi iklimden yedi birbirinden ayrı kıta olarak oraların halklarıyla birlikte bahsettiği Ekâlîm hutbesi İbn-i Şehraşub’un da ondan nakliyle özet olarak mevcuttur. Mümkündür ki, yedi kıtanın her birinde  belli bir temel unsura (hadislerimize ve bilime göre ışık, su, toprak, ateş ve hava) duyarlılıktan kaynaklı olan organların evriminin bu 49 müstakil sürecindeki farklılıkta rolü bulunsun.

Allâme Meclisî Aritmetik bilimcilerinin Hz. Havvâ’nın yaratılışıyla ilgili ortaya koydukları formüle şöyle değinir: Hz. Âdem’in (a.s) aritmetiksel hesaptaki konumu, dokuz sayısının konumu gibidir ki, tek sayılı rakamlar, diğer rakamlara nispetle, babalık konumuna sahiptirler. Beş sayısı ise Havva konumundadır. O doğurgan olan kimsedir. Herhangi bir sayının dâhilinde beş olursa, beşe çarpıldığı vakit, sonuç kendi içerisinde mutlaka beş sayısını barındıracaktır. Onlar Tâhâ ayetiyle ilgili (ebced hesabında 9 ve 5 sayısını ifade ettiği için) şöyle derler: „bu Âdem ile Havva’ya işarettir. Bu sayılardan her biri eğer birden kendisine kadarki sayılarla toplanırsa, kendi özelliğine has bir sayıya erişecektir. Birden dokuza kadar toplama yaparsak, 45 sayısı ortaya çıkar ki bu, Âdem’in sayısıdır. Aynı şekilde birden beşe kadarki sayıları toplarsak, 15 sayısını elde etmiş oluruz ki bu da Havvâ’nın sayısıdır. Matematikte, bir sayı başka bir sayıyla çarpıldığında, Arapça tabirle birbiriyle çarpılan her sayıya zıl‘ (kaburga) denmektedir. Sonucuna ise mürabba‘ (dörtlük/dört köşeli/kare) derler. Eğer beşi dokuzla çarparsak, Hz. Âdem’in kendi özelliğini ifade eden sayı olan 45 sonucuna ulaşırız. Beşi beşle çarpınca ise Havva'nın sayısı olan 25 sayısına erişiriz. Müslüman Aritmetikçiler, „eyser“ yani sol veya daha kolay ve daha az demek olan zıl‘ (kaburga) ifadesinin daha düşük olan beş ve yirmi beş sayısına işaret ettiğini söylerler.

Mizaçların Câbir ibn-i Hayyan ve onun vesilesiyle oluşan Ehlibeyt temelli kimya ekolüne göre açıklaması şöyledir:

Maddenin sahip olduğu kuruluk, yaşlık, sıcaklık ve soğukluk, 1,3, 5,8 sayılarının her elementte değişen oranları ve bunların değişmez toplamı olan 17 sayısıyla irtibatlı oluşudur. Böylece madenlerin oluşumunda belli düzeylerde katkısı olan bu elementler kendi sayısıyla değerler kazanır. 17 sayısının anahtar rolünün yanısıra her elementte var olan yedi güç ve her gücün sahip olduğu 4 yoğunluk derecesinin çarpımından elde edilen 28 sayısı da mükemmel bir sayı olarak kabul edilir. 28 sadece 1,2,4,7,14. Sayılarının toplamı değil, aynı zamanda Kur’an elifbası olan Arap alfabesinin de harf sayısıdır. 17 ve 28 sayılarının 3+5+1+8=17 ve 4+9+2+7+6=28 şeklinde yazılı, sayıları sağdan sola, yukarıdan aşağıya gnomonik tarzda bölümleyerek, toplamının daima 15 sonucunu verdiğini söyler. Bu şekilde bunun nesnelerin tabii mizaç özelliklerinin kataloğunu çıkarır ve beşinci bir element olan “heba” tabiatını daha kabul eder (bu kuzey rüzgârı ile başlayan buharlı yelle karşılaştırılabilir ki, imam Sadık, Kuzey rüzgârının Güney rüzgarınkinden daha yüksekte esmesini, deniz suyunu sahile iletip kumsala vurarak sonrasında suyun geri dönmesiyle bağlantılı bilerek, bu rüzgarın ilk fonksiyonunun Hz. Âdem’in tıynetindeki verimi sağlayan kuzey buzul okyanusunun suyunu tıynete taşımak olarak iletmiş bulunmakta ve ona rîh, yani yel adını bırakmaktadır ki enerjinin maddeye rüzgar yoluyla dönüşü ilk kez bununla başlamıştır). Câbir ekolü, Matematiksel ve dilsel düzenin de âlemde bu formüllere dayandığını dile getirir. Örnek olarak Demir elementinin dört özelliği vardır. Dış kısmı daha çok kuru ve sıcak (safraî) iç kısmı daha çok soğuk ve ıslak (balgamî) sayılır.

Bu vesileyle demir iki özelliğini ortalamasından meydana gelen sıcak ve ıslak (demevi) tabiat vesilesiyle kanın oluşumunda etkilidir ve “savaş ya da kaç” fonksiyonu olan sempatik sinirler vesilesiyle, nemli vücutta çalışır. Dış kısmı safrâî olarak 1,5 ve balgamî olarak 3,8 sayılarıyla ifade edilir ve toplam 17 yapar. Bu ikisinin ortalaması olan demevî tabiat 3,5 şeklinde 8 sayısına denk gelir ve geriye kalan bir sayısı, safrâî tabiatının sıcaklığının ve balgamî tabiatın ıslaklığıyla buharlaşıp birer özelliklerinin heba olmasıyla demevi hıltın elde edilmesini ifade eder. İnsan tabiatında olduğu gibi, hayvanlarda, bitkilerde ve hattâ madenlerde bile olan kimyasallar ve bunların anorganik ve organik bileşimlerinin hepsinin oluşumunda, yıl boyu dört mevsimde ayrı ayrı ve bir arada esen dört tazyikli rüzgârın rolü, bu yöntemle bütün elementlere tatbik edilir. Nitekim hastalık kaynaklı olmayan doğal balgam, kanın renk değiştirmiş bir varyasyonu olarak nitelenir ve ödün ondaki metabolizmada önemli rol oynadığı mideden gelir.

Bu söylenenler, Hz. Âdem’in bedeni inşa olunup neşet ettiği, yani rüzgârların enerjisi ve toprakta doğal olarak bulunan ve soyu tükenen varlıklardan artakalmış genler yoluyla geliştiği süreç tamamlandıktan sonra, mafsallar icat edilsin diye eklem yerleri oluşturulmadan önce neden parçalara bölünüp muhkem düğümlendiğini ve bu fonksiyonun matematiksel formülünü yedi, kırk dokuz ve on sayılarının özelliğiyle bize açıklar. Hz. Havva’nın yaratılışı, bir bataklıkta gerçekleşmiş gibidir. Zira İmam Sadık (a.s) Allah-u Teâla’nın Hz. Havva’yı ilk yaratınca, Hz. Âdem’in iki kalçasının arasında ona yapışık gibi aynı hizada durduğu, hareket edip hızla kımıldarken, Hz. Âdem’in uyandığını iletir. Görüldüğü kadarıyla Hz. Havva, Hz. Âdem’in sol tarafındaki “cenb” yani taraf olan nötr genler ve kaburga kemiğinin ucu yaratıldıktan sonra toprakta arta kalan canlı madde yardımıyla, insani özelliklerle klonlanarak, yapışkan ve cıvık volkanik kilden klonlanıp, bataklık hâletini kaybetmiş bir çukurdan dışarı çıkmıştır. Bizce, Havva isminin kökeninin, sol kaburganın en aşağısındaki kısmın yaratılmasından sonra, toprakta geride kalan canlı organizmadan yaratılma vurgusu, önceki canlıların kendilerinden evvelki ölü ve ruhları bedenden ayrılıp bedenleri toprağa karışmış türlerin toprakta kalan parçalarından yaratılıp ölü varlıktan bir nevi klonlanmasına yapılan bir atıftır. Hz. Havva'da klonlanma, canlı varlık olan Hz. Âdem’in toprağında biriken kısımdayken, önceki varlıklarda bu, ölmüş canlıların toprakta arta kalan parçalarının yardımıyla ve eşleriyle eş zamanlı olarak yahut eşlerinin toprağından artakalanından bağımsız olarak oluyor, yahut artakalan kısım organik kimya türünden olmuyordu. Bu verdiğimiz üç örnek, Yasin süresinin 36. Ayetinde de yer almaktadır. “mimmâ lâ ya’lemûn” ifadesinin bir karşılığı da, canlı hayatın bütün safhalarının rûhânî boyutunun ve onların hislere etkisinin bilmediğimiz çoğu yönleridir.

ehlader
---------------------------------------------------------------

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM