Rasthaber - “Hâlbuki biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde gayb haberlerini dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa, kendini gözetleyen yakıcı bir ışık bulur.” (Cin/9)
Tefsire geçmeden önce birkaç anahtar sözcüğün anlamını bilmemiz gerekmektedir:
1. Istırak-ı sam‘: Istırak, Arapça’da “sırkat” kökünden olup hırsızlık manasındadır.[1] Sırkat, bir kimsenin malının gizlice çalınması ve mal sahibinin bunu fark etmemesidir. Istırak-ı sam‘ ise sözün çalınmasıdır; yani iki şahıs sessizce sohbet ederken ve kimsenin kendilerini duymasını istemediği sırada bir başka şahsın onları gizlice dinlemesine denir. Bu, büyük günahlardan biridir.[2]
2. Şahab: Sözlükte parlayan ateşten bir alev anlamındadır.[3]
3. Rasat: Sözlükte izlemek için hazırlanmak, pusuya yatmak ve pusu kuran anlamlarına gelmektedir.[4]
Bu âyetin içeriği Kur’an’ın bir başka sûresinde de tekrar edilmiştir:
“Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder).”[5]
“Ancak kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ateş takip etmektedir.”[6]
Cin Sûresindeki âyet ve işaret edilen diğer iki âyet, müfessirlerin tefsirlerinde hakkında birçok söz söylediği ve değişik yorumlar yaptığı âyetlerdendir:
1. “Tefsir-i fi Zilal”yazarı gibi bazıları da bu âyet ve benzerleri üzerinden bunlar bizim idrak edemeyeceğimiz hakikatlerdir. Biz bu hayatta, gerçek amelimizde etkili olan şeylere odaklanmalıyız, diyerek rahatça geçmiş, kısa bir tefsir ile yetinmiş ve bu meseleyi açıklamaktan sarf-ı nazar etmiştir. Bu hususta şöyle demektedir: “Şeytan, onun nasıl kulak kabarttığı ve neyi dinlediği ilahi sırlardan olup bu ifadelerden anlaşılmamaktadır. Bu meseleyle ilgilenmenin de bir neticesi yoktur. Zira bu bizim inancımıza bir şey eklemeyecektir. İnsanı özel olarak ilgilendirmeyen bir şeyin, insanın fikrini meşgul etmekten ve onu bu hayattaki hakiki amelinden alıkoymaktan başka bir neticesi de olmayacaktır.”[7] Tefsir-i Numûne yazarı bu yorumla ilgili şöyle yazmaktadır: “Elbette Kur’an’ın insan yetiştirmek, terbiye ve hayata dair büyük bir kitap olduğu hususunda hiçbir şüphe duyulmamalıdır. Bir şey insan hayatıyla ilişkili değilse, kesinlikle onda dile getirilmez. Onun tümü hayat dersidir. Çünkü Kur’an nur ve açıklayıcı kitaptır. İnsanların anlaması, düşünmesi ve hidayete ermesi için nazil olmuştur. O halde bu âyetler nasıl bizimle ilgili olmaz? Her halükârda biz bu gibi âyetler ve benzerleri karşısında gösterilen bu tutumu kabul etmiyoruz.”[8]
2. Önceki müfessirlerin önemli bir bölümü bu âyetin tefsirinde âyetin zahirinin tamamen korunması üzerinde ısrar ederek şöyle demektedirler: “Sema” bu göğe işarettir ve “şahap” da bu şahaba (bu sonsuz atmosferde hareket halinde olan, bazen yerçekimi alanına giren, yeryüzüne doğru çekilen ve hava dalgalarına süratlice değme neticesinde ısınıp yanan, alevlenen ve külleşen meteortaşları) işarettir. Şeytanlar ise göklere gitmek isteyen, göklerde yankılanan bu dünyamızın bir kısım haberlerini kulak kabartarak elde etmeye çalışan ve yeryüzündeki dostlarına aktarmak isteyen, ancak şahapların birer ok gibi kendilerine fırlatıldığı ve onları bu hedefe ulaşmaktan alıkoyduğu kovulmuş habis varlıklardır.”[9]Âlusî Ruhu’l-Meani’de bu zâhirî tefsiri zikrettikten sonra, eski ve soğan kabuğu felekleri heyetini ve benzeri şeyleri baz alarak, bu tefsire yöneltilen değişik eleştirileri detaylıca açıklamış ve onlara cevap vermiştir. Açıklamaları okumak için kendisinin tefsirine müracaat edebilirisiniz.[10]
3. Cin Sûresinin dokuzuncu âyetinin başı, önceki âyetle birleştirilirse, şu mana elde edilir: “Göğün güçlü muhafızlar ile doldurulması sonradan olmuştur. Önceden böyle değildi. Cinler özgürce göğe çıkıyor, gaybî haberleri ve meleklerin sözlerini duyabilecekleri bir yerde oturuyorlardı.” Âyetten anlaşıldığı üzere cinler, bugün bizlerden biri daha önce çıktığı yere gidip kulak kabartmak isterse pusuda bekleyen şahaplara yakalanmaktadır, demek istiyorlar. Netice itibariyle bu olayla ilgili iki âyetin genelinden şunlar anlaşılmaktadır: Cinler semavî bir hadiseyle karşılaşmıştır. Bu, yeni bir hadise olup Kur’an’ın nüzulü ve son Peygamber’in (s.a.a) gönderilmesiyle eşzamanlı gerçekleşmiştir. Hadise, Peygamber’in (s.a.a) gönderilmesiyle beraber, cinlerin semavî gaybî haberlere ulaşmaktan ve kulak kabartmaktan men edilmesinden ibarettir.[11]
Âllame Tabatabâî bir başka yerde şöyle demektedir:
“Burada bir ihtimal belirtilebilecek olan diğer bir şey de şudur: İlahi kelamdaki bu tür açıklamalar, duyusal olmayan hakikatleri aydınlatmak için duyusal yolların kullanılmasıdır. Tıpkı Yüce Allah’ın “Bunlar insanlar için zikrettiğimiz örneklerdir ve âlimlerden başka kimse onları anlamaz”[12] buyurması gibi. Bu tür tabirler Kur’an’da çoktur; arş, kürsü, levha ve kitap bu kabildendir. Bundan dolayı âyet şöyle tefsir edilebilir: Meleklerin yeri olan göklerden maksat, bu maddî dünyadan daha üstün ve yüce olan tabiat ötesi bir melekût âlemidir. Şeytanların kulak kabartmak için göklere yaklaşması ve onlara şahapların fırlatılması da onların yaratılış sırları ve gelecekle ilgili haberleri öğrenmek için melekler dünyasına yaklaşmak istemeleri ama meleklerin, şeytanların tahammül edemediği manevî melekût nurlarından istifade ederek onları kovması anlamına gelmektedir.[13] Değişik tefsirler arasından seçtiklerimiz, bu âyet ve benzeri âyetlerin tefsiri hakkındaki en meşhur görüşlerdir.
[1] Lisanu’l-Arab, c. 10, s. 156.
[2] Tayyib, Seyid Abdülhüseyin, Etibu’l-Kur’an, c. 8, s. 20, İntişarat-ı İslam, 2. baskı, Tahran, h.ş. 1378.
[3] Ragıb, Müfredat fi Garibi’l-Kur’an, c. 1, s. 465.
[4] Kamus-u Kur’an, c. 3, s. 101.
[5] “إِلاَّ مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهابٌ ثاقِبٌ”.
[6] “إِلاَّ مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهابٌ مُبینٌ” Hicr, 18.
[7] Şazelî, Seyyid Kutub, Tefsir-i fi Zilali’l-Kur’an, c. 4, s. 2133, Naşir-i Daru’ş-Şuruk, 17. baskı, Beyrut, h.k. 1412.
[8] Mekarim Şirazî, Nâsır, Tefsir-i Numûne, c. 11, s. 43, Daru’l-Kutubi’l-İslamiye, 1. baskı, Tahran, h.ş. 1374.
[9] Mekarim Şirazî, Nâsır, Tefsir-i Numûne, c. 11, s. 43.
[10] Âlusî, Seyyid Mahmud, Ruhu’l-Meani, c. 7, s. 270, Daru’l-Kutubi’l-İslamiye, 1. baskı, Beyrut, h.k. 1415.
[11] Tabatabâî, Seyyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan, Musevî tercümesi, c. 20, s. 64.
[12] Ankebut, 43, “وَ تِلْکَ الْأَمْثالُ نَضْرِبُها لِلنَّاسِ وَ ما یَعْقِلُها إِلَّا الْعالِمُونَ”
[13] el-Mizan, c. 17, s. 186-187.
ehlader