Hizbullah-İsrail savaşlarının tarihi, nedenleri ve bölgesel etkileri. Lübnan direnişi, Filistin meselesi ve İsrail’in saldırıları hakkında detaylı yazımızı okumanızı tavsiye ederiz.
Hizbullah ve İsrail savaşı, Batı Asya’nın en karmaşık mücadelelerinden biridir. Hizbullah ve İsrail savaşının nedenleri, toprak anlaşmazlıkları ve bölgesel çıkarlarla şekillenirken, Hizbullah İsrail çatışmalarının tarihi kökenleri bu mücadelenin derin tarihsel bağlarını gözler önüne seriyor.
Bu çatışmalar, yalnızca iki taraf arasındaki askeri bir mücadele değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel etkileri olan çok yönlü bir süreçtir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasının ardından Lübnan, Fransa'nın sömürgesi altına girdi ve bu süreçte ülkede geniş çaplı bir kaos ve gerginlik yaşandı. Bu durum, hem iç huzursuzlukların derinleşmesine hem de İsrail'in Lübnan'a saldırması için elverişli bir zemin oluşmasına neden oldu.
Ancak enkazdan yükselen Lübnan halkı, 1943 yılında bağımsızlığını kazanarak Arap ülkelerine yakınlaşma ve İsrail’den uzak durma politikasını benimsedi. Buna rağmen, Lübnan halkı, İsrail rejiminin fitneleri, savaşları ve sürekli saldırıları karşısında yeterince güçlü bir duruş sergileyemedi.
Ardından İsrail rejiminin Müslümanlara yönelik katliamlarla sonuçlanan tekrar eden saldırılarının ardından, Lübnanlı Şiilerden bir grup, İsrail'e karşı durmak amacıyla "Hizbullah" adında bir halk direniş hareketi oluşturdu. O zamandan bu yana, İsrail ve Hizbullah arasında sürekli çatışmalar yaşanmaktadır.
Hizbullah’ın Siyonist İsrail rejimine karşı mücadelesi kaçınılmazdır. Hizbullah başta Lübnan’ı işgalden korumak, Filistin’in özgürlüğü için mücadele etmek gibi temel ilkelere dayanarak oluşmuştur. Hizbullah’ın İsrail’e karşı savaşını kaçınılmaz yapan en önemli faktörlerden biri de İsrail’in siyasal ve düşünsel temelini oluşturan Siyonizm ideolojisidir.
Bu rejimin oluşumunun temeli, Tevrat’ın çarpıtılmış yorumlarına dayanmaktadır. Bu yorumlar, Yahudilerin Filistin topraklarına geri dönmesini "tarihi ve ilahi bir hak" olarak yorumlamakta ve bu hedefe ulaşmak için her türlü işgal ve suç eylemini meşru ve zorunlu kılmaktadır.
Siyonist ideolojide Yahudiler, "Tanrı’nın seçilmiş halkı" olarak tanımlanır. Bu görüş, İsrail'de ırkçı ve apartheid bir rejimin oluşumuna zemin hazırlamış ve diğer halkların haklarını ihlal eden bir sistemin kurulmasını meşrulaştırmıştır.
Filistinlilerin zorla yerlerinden edilmesi, masum insanların katledilmesi ve evlerin yıkılması gibi politikalar, bu ideoloji doğrultusunda ve etnik temizlik amacıyla uygulanmaktadır. Bu eylemler, işgal altındaki toprakları "ötekilerden" arındırmak için Siyonist planın bir parçası olarak gerçekleştirilir.
Siyonist yorumlara göre Tevrat, diğer halklara – kadın, çocuk, silahlı ya da silahsız fark etmeksizin – karşı şiddet uygulanmasını gerekli ve haklı görmektedir. Bu sapkın ideolojik yorumlar, İsrail’in sürekli işlediği suçları ve saldırıları meşrulaştırma mekanizması olarak işlev görüyor.
Siyonist ideolojinin temel unsurlarından biri de, “Büyük İsrail” hayalini gerçekleştirme arzusudur. Bu plan, Batı Asya’nın geniş bölgelerini Yahudilere ait bir toprak olarak görmektedir. Siyonist ideolojik yorumlara göre, Arap ve İslam topraklarının büyük bir bölümü de Yahudilerin mülkü olarak kabul edilmektedir. Yahudi yazar İsrael Şahak, "Yahudi Tarihi ve Dini" adlı kitabında şunları yazmıştır:
“Siyonistler, sadece Filistin’i değil, çevresindeki diğer Arap ülkelerini de kendi toprakları olarak görmektedir.”
Bu nedenle İsrail’in perspektifinden savaş, şiddet, tutuklama ve katliam gibi araçlar, sadece meşru değil, aynı zamanda bu hedeflere ulaşmak için zorunlu olarak görülmektedir.
Müslümanların çoğu böylesi sapkın bir ideolojiyi benimsemiş Siyonist İsrail rejimine karşı tek çözümün “Direniş” olduğu kanaatindedir. Hizbullah da bu doğrultuda İsrail’in Filistin ve Lübnan başta olmak üzere farklı ülkelerdeki işgalci planlarına karşı koyan ilk direniş güçlerinden biridir.
Siyonist rejim, özellikle ABD ve Avrupa’da güçlü lobiler aracılığıyla Siyonist hedeflerini ilerletmektedir. Bu lobiler, siyaset, medya ve ekonomi gibi alanlarda etkin bir şekilde faaliyet göstererek İsrail’e yönelik eleştirilerin önüne geçerek rejimin politikalarını meşrulaştırma eylemindedir.
İsrail, büyük güçlerle ittifaklar kurarak ve uluslararası örgütlerde nüfuz elde ederek, Batı Asya üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmaktadır. Bu strateji, bölgedeki dengeyi kendi lehine değiştirmek ve direniş odaklarını zayıflatmak amacı taşımaktadır.
Direnişin ayrılmaz bir parçası olarak Hizbullah, İsrail’e karşı mücadelesinde bu rejimin yanı sıra küresel emperyalizmin komplolarına da karşı koymaktadır.
Hizbullah, Lübnan topraklarını ve sınırlarını İsrail rejimin saldırılarına karşı savunmanın yanı sıra, Filistin meselesini de temel prensiplerinden biri olarak görmektedir. İslami bir direniş hareketi olarak Hizbullah, kuruluşundan bu yana Filistin halkını desteklemeye ve İsrail’in saldırılarına karşı koymaya büyük bir önem vermiştir.
İsrail’in Filistin’e yönelik vahşi saldırıları, her zaman Hizbullah’ın ciddi tepkileriyle karşılaşmış ve bu hareket, askeri ve füze saldırılarıyla İsrail’i caydırmayı ve Filistin halkını savunmayı amaçlamıştır. Hizbullah’ın “Özgür Filistin” ilkesi doğrultusundaki attığı adımların son örneği de “Aksa Tufanı”ndan itibaren Hamas başta olmak üzere Filistin direniş gruplarıyla koordineli bir şekilde İsrail’e yapmış olduğu saldırılardır.
Bilindiği üzere bu süreçte Şehit Seyyid Hasan Nasrallah başta olmak üzere Hizbullah lider kadrosu üyeleri ve birçok Hizbullah gücü şehadete nail oldu. Bunun yanı sıra Siyonist İsrail, Dahiye başta olmak üzere Lübnan bazı bölgelerine geniş çaplı saldırılar gerçekleştirdi ve Lübnanlı sivilleri katliam etti.
1982 yılında, İsrail Lübnan'a karşı en büyük askeri operasyonlarından birini başlattı. Rejim bir hafta içinde Beyrut'u ele geçirdi. Bu saldırının amacı, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) yok etmek ile birlikte İsrail'in Batı Asya’daki gücünü pekiştirmekti. Operasyon, Filistinli sivillerin mülteci kamplarında vahşice katledilmesi gibi korkunç insanlık suçlarını da beraberinde getirdi. Aynı zamanda Lübnan'da çoğunluğu sivil olmak üzere 20 binden fazla kişinin şehit olmasına neden oldu.
Bu vahşete tepki olarak, Lübnan halkının içinden doğan Hizbullah İsrail’e karşı mücadelesini başlattı. Bu direniş gücü, organize bir şekilde direnerek İsrail ve Batılı müttefiklerine kayıplar yaşatarak İsrail'i Güney Lübnan'a çekilmeye zorladı. İki yıl sonra, 1985'te, bu halk hareketi resmen Hizbullah adıyla tanıtıldı ve İsrail'in saldırganlığı ve işgaline karşı direnişin sembolü haline geldi.
1985 - 2000 yılına kadar da Hizbullah ile İsrail arasındaki çatışmalar devam etti. Bu süre zarfında Hizbullah, direniş operasyonları ve ağır darbelerle İsrail'in askeri gücünü ciddi şekilde zorladı. Bu çatışmaların sonunda İsrail, Güney Lübnan'daki işgalci mevzilerinden geri çekilmek zorunda kaldı.
Bölgenin en güçlü ordusuna sahip olduğunu iddia eden İsrail, Hizbullah ile başa çıkmakta defalarca yenilgiye uğradı. Özellikle Güney Lübnan'dan geri çekilmesinin ardından bu rejimin askeri gücü ciddi şekilde sorgulanır hale gelmişti.
İsrail, 2004 yılında Hizbullah ile yaptığı anlaşmaya rağmen üç Lübnanlı esiri serbest bırakmayı reddetti. Buna karşılık, Hizbullah "Sadık Söz" operasyonuyla iki İsrail askerini esir aldı. İsrail, Hizbullah'ı yok etme, esir askerlerini serbest bırakma ve Lübnan'ın bazı bölgelerini işgal etme hedefiyle 2006 yılında geniş çaplı bir saldırı başlattı.
Bu saldırı, Lübnan'a ağır kayıplar vererek sivillerin katledilmesine, evlerin yıkılmasına yol açtı. Ancak Hizbullah, İsrail'in gelişmiş savaş gemisine saldırı düzenleyerek, Hayfa'ya füze atarak, Merkava tanklarını ve İsrail'e ait helikopterleri imha ederek başarılı askeri operasyonlarla İsrail'i şaşkına çevirdi.
Bu savaşın sonunda İsrail belirlediği hedeflerden hiçbirine ulaşamadan geri çekilmek zorunda kaldı. Bu zaferde Şehit İmad Muğniye’nin, önemli bir rol oynadığını belirtmek gerekir.
7 Ekim 2023'te Filistin direniş grubu Hamas tarafından başlatılan "Aksa Tufanı Operasyonu" İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik geniş çaplı saldırıları beraberinde getirdi. Bu operasyon sonrasında İsrail ile Lübnan Hizbullahı arasındaki çatışmalar şiddetlendi. Hizbullah’ın Filistin direnişine destek amaçlı yapmış olduğu saldırılar, İsrail askeri gücünü adeta ikiye bölerek rejimin Gazze’ye odaklanmasını engelledi.
Siyonist İsrail rejimi askeri gücünün önemli bir bölümünü Güney Lübnan’a saldırı düzenlemeye tahsis etmek zorunda kaldı.
1 Eylül ile 11 Ekim 2024 tarihleri arasında İsrail ordusu tarafından Lübnan’a en az 2700 saldırı düzenlendi. Bu saldırılar sonucunda Lübnan hükümetinin açıklamasına göre, ülke içinde 1 milyon 300 binden fazla insan yerinden edilmiş, 2000’den fazla sivil şehit olmuştur.
Bu ağır saldırılara yanıt olarak Hizbullah, aynı dönemde İsrail’e karşı 540’ı aşkın saldırı gerçekleştirdi. Yoğun olarak roket, füze ve insansız hava araçlarıyla düzenlenen söz konusu saldırılar, İsrail’e ağır kayıplar verdi.
2024 yılının 28 Eylül tarihinde, Siyonist rejimin Güney Lübnan'ın Dahiyye bölgesine gerçekleştirdiği hava saldırısında, Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah ve hareketin önemli komutanlarından Ali Kerki dahil olmak üzere birçok üst düzey isim şehit oldu. İsrail ordusu, bu kanlı saldırının amacını Hizbullah'ın komuta merkezini yok etmek olarak açıkladı.
Bu sarsıcı haberin ardından, başta Lübnan, Filistin, Irak, Yemen ve İran olmak üzere bütün İslam dünyasında büyük bir yas ve öfke dalgası yayıldı. Hizbullah, yayınladığı resmi bir açıklamayla Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadetini doğrulayıp onu cesur, basiretli ve ilham verici bir lider olarak anarak, Kerbela şehitlerinin safına katıldığını ifade etti.
Lübnan Kimyagerler Sendikası’na göre, bu yasaklı silahlar çevreyi ciddi şekilde kirletmiş ve sivillerin sağlığını ciddi şekilde tehdit etmiştir.
İsrail'in diğer bir suçu, 25 Ekim'de Güney Lübnan’a düzenlediği hava saldırısıdır.
Bu saldırıda üç gazeteci şehit olmuş, üç kişi ise yaralanmıştır. Saldırı, çatışmanın bulunmadığı bir bölgede gerçekleşmiş ve yapılan incelemeler, İsrail'in bu saldırıda Amerikan yapımı mühimmat kullandığını ortaya koymuştur.
The Guardian gazetesi, mevcut delilleri inceleyerek bu saldırıyı savaş suçu olarak nitelendirip olay yerinde İsrail’e ait casusluk ekipmanlarının tespit edildiğini bildirmiştir.
17 ve 18 Eylül 2024 tarihlerinde, İsrail, Hizbullah üyelerine ait birçok çağrı cihazını uzaktan patlattı. Bu cihazlar, güvenlik görevlileri ve çevre koruma memurları gibi siviller tarafından da kullanılıyordu. Hem askeri hem de sivil hedefleri aynı anda vurmayı amaçlayan bu saldırı, 12’si sivil ve 1’i çocuk olmak üzere toplam 42 kişinin şehit olmasına ve 3000’den fazla kişinin yaralanmasına neden oldu.
Hizbullah ile İsrail arasındaki mücadele, yalnızca Orta Doğu’nun değil, tüm dünyanın adalet, hak ve direniş kavramlarını yeniden değerlendirmesine yol açan bir süreçtir.
İsrail’in hukuk tanımaz saldırganlığı ve işgal politikaları, yalnızca Filistin halkını değil, bölgedeki tüm direniş güçlerini hedef alarak insanlık adına kabul edilemez bir zulüm tablosu yaratmıştır. Hizbullah, İsrail ve emperyalist güçlere karşı tüm mazlum halkların sesi olarak direnişini sürdürüyor.