Uzmanların paylaştığı görüşler şu şekilde:
Sunucu olarak panelde yer alan Muhammed Rıza Muradi şunları
söyledi:
Lübnan kabinesi, uzmanların bu konunun Lübnan’ın iç
güvenliğini ve istikrarını hedef alabilecek iki ucu keskin bir kılıç gibi
olduğunu düşündüğü bir ortamda, Hizbullah’ın silahsızlandırılması meselesini
gündeme getirdi. Güney Lübnan’da hâlâ Siyonist rejimin işgali altında olan beş
nokta bulunurken ve bu bölgedeki Şiiler işgalciler tarafından saldırıya
uğrarken, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını Şiileri destekleyen tek araç ve
silah olarak görmek tehlikelidir.
Şeyh Naim Kasım, son konuşmasında “Kerbela ile savaşacağız
ve direniş silahı bizim kırmızı çizgimizdir” dedi. Kasım, Lübnan hükümetini iç
savaş riskiyle tehdit ederek, hükümetin tek taraflı olarak Hizbullah’ı
silahsızlandırmasının Taif Anlaşması’nın ihlali olduğunu vurguladı.
Hizbullah’ın silahları yalnızca Lübnan’ı değil, aynı zamanda
İran’ı, Filistin’i ve tüm bölgeyi Siyonist rejimin işgalinden korumaktadır.
Aslında Lübnan, bölgesel meselelerin ağırlık merkezi konumundadır.
Ahmet Dastmalçiyan, mevcut kritik durumda bölgenin ve
dünyanın koşullarını doğru anlatmamaız gerektiğini belirterek,
"Gelişmelerin kökeni dikkatlice ve derinlemesine incelenmeli stratejik
hatalara düşülmesin." dedi.
Eski İranlı diplomat şöyle devam etti:
Bir geçiş dönemindeyiz. Bu dönemin sonucu, eski düzenin
kademeli olarak çökmesi ve yeni bir dünya düzeninin kurulması olacaktır. 80 yıl
önce yaşanan olaylar bugün de tekrarlanıyor. Bölgede iki temel ve belirleyici
eksen karşı karşıya: Bir taraf, uğursuz bir üçgen; diğer taraf ise İran ve
direniş eksenidir.
Her iki taraf da bir hayatta kalma savaşı, bir özyönetim
savaşı ve bir varoluş savaşı yürütüyor. Bu durum, bu savaşın belirleyici bir
savaş olduğunu göstermektedir. Bu bulmacanın içinde meydana gelen olaylar,
zincirler gibi birbirine bağlıdır. Eğer 12 günlük bir dayatma savaşı çıkarsa,
bu Hizbullah’ın silahsızlandırılmasıyla ilgili olacaktır. Hizbullah’ın
silahsızlandırılması ve Irak Halk Seferberlik Güçleri’ne baskı yapılması
konuları gündeme gelirse, Hizbullah Suriye’ye geri dönecektir. Açıkçası, İran İslam
Cumhuriyeti’nin karar vericilerinin bölgesel gelişmelerin kökeni ve derinliği
konusunda daha bilinçli olmaları gerekmektedir.
Hizbullah’ın silahsızlandırılması meselesi yeni bir konu
değil. Kibir ekseni, Hizbullah’ın silahlarına her zaman göz dikmiş ve onları
silahsızlandırmaya çalışmıştır; bu, Hizbullah’ın işgalcilere karşı savaştığı
ilk günden beri geçerlidir. Arap ittifakı, Amerika ve Siyonist rejim,
Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını destekleme konusunda her zaman hemfikir
olmuştur. İran’a saldırıp rejimini devirirken nasıl stratejik bir hata
yaptılarsa, Hizbullah’ı silahsızlandırırken de aynı stratejik hatayı
tekrarlıyorlar. Hizbullah’ın silahları onur silahlarıdır. Lübnan’daki direniş,
tüm kabilelerden ve halktan oluşmaktadır.
Muhammed Hacuyi şunları söyledi:
Hizbullah’ın silahları, Ortadoğu’da, özellikle Lübnan ve
Suriye’de devlet inşasının kısır bir ürünüdür. Bir bakıma, Hizbullah’ın
silahları, Lübnan’daki iflas etmiş bir devletin yansımasıdır. Bir ülke yabancı
bir düşman tarafından saldırıya uğradığında, bu düşmana karşı koyacak neredeyse
hiçbir ordu yoktur. Bu nedenle, insanlar canlarını ve mallarını korumak için
silaha sarılırlar. Bu durum, İslam Devrimi’nin zaferiyle aynı zamana denk gelir
ve bu süreçte Hizbullah gelişip bir örgüt haline gelmiştir.
Hizbullah’ın silahlarına karşı çıkanların argümanı
mantıklıdır. Her eyalet ve ülkede silahların ordunun elinde olması gerektiği
konusunda herhangi bir tartışma yoktur. İran’ın devlet dışından bir grubun
silah sahibi olmasını kabul etmek de mümkün değildir. Ancak, öncelikle şu soru
akla geliyor: Güvenliği sağlamakla görevli olan Lübnan devleti, bu konudaki
etkinliğini ve kabiliyetini kanıtlayabildi mi? Şimdi halka silahlarını
bırakmalarını söyleyip, “Ben sizi savunmakla sorumluyum” diyor. Lübnan’daki son
40 yıllık deneyim bunun tam tersini kanıtlıyor. Siyonist rejimle veya tekfirci
gruplarla mücadele ederken, resmi Lübnan güçleri, ordu da dahil olmak üzere,
çeşitli dönemlerde etkili bir rol oynamadı. Herhangi bir yerde bulunup bir şey
yaptılarsa, bu tamamen Hizbullah ile koordinasyon halinde oldu; örneğin,
Lübnan’ın doğu bölgelerini IŞİD’den kurtarma gibi. Lübnan ordusu, halkı savunma
kabiliyetini kanıtlayamamıştır.
Lübnan ordusu tamamen ve yüzde yüz Amerika Birleşik
Devletleri’nin şemsiyesi altındadır. Almak istediği en küçük silahın bile ABD
tarafından onaylanması gerekmektedir. ABD’nin kararı dışında silah satın
alınması yasaktır. Her halükarda, Amerikalılar Lübnan ordusuna aşağılayıcı bir
şekilde silah sağlamakta; iki helikopter getirip, onlara bir kurdele
bağlayarak, “Size iki helikopter verdik” demektedirler.
Silahların devlet tekeli altında olması söz konusu değildir;
Hizbullah’ın silahlarını imha etme planları düşünülmektedir. Eğer Hizbullah’ın
silahları orduya geçerse, bu durum bölgesel dengeyi bozacaktır. Bu koşullar ve
planlar, Siyonist rejimin yeni güvenlik denklemini istikrara kavuşturmak için
oluşturulmuştur. Siyonistler, hava sahasında hareket özgürlüğüne sahip
olacaklardır. Amerikalılar, Lübnan ordusunun Hizbullah’ın silahlarına sahip
olmasına bile izin vermeyeceklerdir.
Silahsızlanma planı, 2000 yılından sonra gündeme gelmeye
başladı. Ülke kurtarılmıştı ve bazı gruplar, Hizbullah’ın silahlarına ihtiyaç
olmadığına inanıyordu. Ancak Hizbullah, birincisi, ülkenin tamamının
kurtarılmadığını ve Lübnan’ın bazı bölgelerinin Siyonist rejimin işgali altında
olduğunu öne sürdü. İkincisi, Hizbullah’ın silahlarının caydırıcı olabileceğini
belirtti. Silahsızlanma meselesi 2006 yılında zirveye ulaştı. O dönemde,
Hizbullah’ın gücü nedeniyle konu “Hizbullah’ı silahsızlandırma” ifadesiyle
değil, “Ulusal Savunma Stratejisi” başlığı altında gündeme getirildi. Mişel
Süleyman’ın cumhurbaşkanlığı döneminde sunulan bu strateji, mevcut durumda iyi
bir çıkış yolu için olumlu bir model olarak değerlendirildi. Bu plana göre,
Hizbullah silahsızlandırılmayacak, ancak direniş gücü hükümetin kararlarıyla
koordine edilecekti. Ayrıca, savaş ve barış kararları da hükümetin takdirinde
olacaktı. Ancak çeşitli nedenlerle bu plan hayata geçirilemedi; Hizbullah, 2008
ve 2009 yıllarında çok güçlendikten sonra bu durumu kabul etmedi. Sonuç olarak,
Lübnan’daki silahsızlanma planı uygulanabilir değildir. Uygulanması, Lübnan’da
iç savaş anlamına gelecektir.
Muhammed Ali Hasanniya da konu ile ilişki şu görüşü savundu:
Hizbullah'ın silahsızlandırılması konusu o kadar kolay
olmayacak. Hizbullah'ın füzeleri ve insansız hava araçları var. Silahsızlanma
planının uygulanması belirsizliklerle dolu. Hizbullah silahları orduya teslim
etse bile ordunun bunları kullanma kabiliyeti yok. 1974'ten beri Lübnan ordusu
yalnızca Amerikan hafif silahlarına sahip ve toplam iki helikopteri var. Lübnan
ordusunun tankları, savaş uçakları veya insansız hava araçları yok. Düşmanlar,
Hizbullah'ın silahlarını Lübnan ordusuna vermek yerine imha etmeye
çalışıyorlar. Hasan Nia şunları söyledi: Amerikalılar ve Suudilerin Lübnan için
yazdığı senaryo, her şeyden önce, uygulanamaz. İkincisi, Lübnan parçalara
ayrılmış bir pizza ve kek gibidir. Bu ülke esasen çeşitli bölgesel ve bölge
dışı ülkelerin; İran, Suudi Arabistan, Fransa, ABD ve Siyonist rejimin oyun
alanı olmuştur. Suriye, Beşşar Esad hükümetinin devrilmesinden sonra Lübnan
hareketinin rolünü oynamaktan fiilen çekilen taraftı. Katar da, 2005'te olduğu
gibi, zaman zaman rol oynadı. Bu nedenle, bölge ve bölge dışı ülkelerin
talepleri Lübnan'da önemli. Nawaf Salam ve Joseph Aoun, Sayın Laricani'nin bu
ülkeye yaptığı ziyarette, meselelere karışmamalarını söyledi. Bu kişiler, Tom
Barak ve Yezid Yen Farhan'ın ziyaretleri sırasında silahsızlanma ve Lübnan'ın
ulusal meseleleri hakkında konuşuyorlar.
Hizbullah, İran'ın bölgesel meselelerinin ağırlık
merkezidir. Yemen'e gidip onları eğiten de Hizbullah'tır. IŞİD Irak'a
saldırdığında saha komutanlarını Irak'a gönderen ve 48 saat içinde durumu
Bağdat'ın lehine çeviren de Hizbullah'tır. 2012'de Suriye'ye gidip durumu kendi
lehine çeviren de Hizbullah'tır.
Ali Ahmet de konu ile ilgili şu ifadeleri kullandı: Mevcut
Lübnan hükümeti tamamen Amerika'nın hakimiyeti ve etkisi altında. Joseph Avn,
direnişin silahsızlandırılmasına karşı tüm Amerikan projelerini sürdürmeye
çalışıyor. Bu hükümet, 1990 ve Taif Anlaşması'ndan sonra, Lübnan'da devlet dışı
silahların sona erdirilmemesi sonucu oluşan Lübnan'ın silahlandırılması
sürecinde bir aksama olduğuna inanıyor.
Hizbullah'ın silahsızlandırılması kararı, Amerikan ve Suudi
talimatları doğrultusunda alındı. Bu iki ülkenin elçileri bu alanda büyük çaba
sarf etti. Suudi Arabistan daha fazla çaba gösterdi. Suudi tarafına, bu kararın
uygulanması halinde Lübnan'da bir iç savaş çıkabileceği söylendi. Suudi
Arabistan ise iç savaşın önemli olmadığını, ancak Hizbullah'ın silahsızlandırılmasının
önemli olduğunu söyledi. ABD'nin Lübnan Büyükelçisi Tom Barak da bu projenin
sürecini tamamlamayı planlıyor. Bunalara rağmen Hizbullah silahlarını
bırakmayacak.
Ahmet Abdul Vahab El-Şami de şunları söyledi:
ABD ve Siyonist rejimin sahip oldukları silahlarla bir
sorunu yok. Gazze'de soykırım yapan ve İran, Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan
halkını hedef alanların silahlarını bırakmayı düşünmüyorlar. Asıl sorunları,
özgür ve onurlu insanların elindeki silahlardır.
Zeinab Ferhat şunları söyledi:
Mevcut Lübnan hükümetinin Hizbullah'ı silahsızlandırma
kararı ülke içinde alınan bir karar değil Amerikan kararıdır. Joseph Aoun,
Nawaf Salam ve bir grup medya ve siyasi paralı asker, Hizbullah'ın
silahsızlandırılması projesinin ABD tarafından hayata geçirilmesinde rol
oynayan aktörlerdir. ABD elçisi Tom Barak, Lübnan'ın bu projeyi uygulamaması
halinde Levant'a (El Nusra Cephesi) katılacağını açıkça belirtti.
Hizbullah'ın silahsızlandırılmasını öneren ülke Amerika
Birleşik Devletleri'dir. Lübnan hükümeti bu konuda karar verici değil, ancak
Suudi Arabistan'ın doğrudan baskısıyla Amerika Birleşik Devletleri bir rol
oynuyor/mehr