ABD için bunu konuşmak için belki daha erken, yine de
biriken belirtiler acaba bu süreç başladı mı diye sormamıza neden oluyor.
Trump ekibiyle beş ay önce yönetime geldiğinde bir Napolyon
edasındaydı: Panama Kanalı’na el koyuyor, Kanada’yı eyaleti yapıyor, Çin başta
olmak üzere dünyanın bütün devletlerini yüksek gümrük tarifeleri ile önünde diz
çöktürüyor, Ukrayna ve Rusya arasında hemen barışı sağlıyor, Filistinlilerin
kemikleri üzerinde Gazze’de bir sayfiye kenti kuruyordu.
Hiçbiri olmadı, aksine ABD geri gitmeye devam etti. Kısaca
gözden geçirelim:
Son yıllarda %2-3 arası büyüyen ABD bu yılın ilk çeyreğinde
%0,3 küçüldü. Yüksek gümrük duvarlarının üretimin bu kadar toplumsallaştığı bir
evrede çöküntü getireceğini konuşmuştuk daha önce. Tabi bu yılın tamamına
bakmak gerekiyor, ABD ekonomisinin toparlanma sürecine girip girmeyeceğini
göreceğiz.
Öte yandan uluslararası kredilendirme kurumu Moody’s ABD’nin
kredi notunu yüksek olan borç ve faizlerine dayanarak düşürdü. Bu düşürme başka
kapitalist ülkeler için önemli olmayabilir ve kapitalizmin doğal salınımına
işaret edebilir, ancak mesele emperyalizmin tepe ülkesi olunca değişiyor. ABD
emperyalizminin geleceği ile oynadığı ülkeler üzerinde kredi notunu düşürme bir
operasyon aracıyken şimdi ABD’yi bu durumda görmek düşündürücü.
Emperyalizmin tepe ülkesinin yaşadığı krizi sadece ekonomik
terimlerle ifade etmek doğru değil, aynı zamanda bu bir moral ve inanma
sorunudur. Bir kez düzenin kadrolarında inanç sorunu doğar ve yabancılaşma
başlarsa bunun tahmin edilemeyecek çıktıları olur. Örneğin, ABD iki hafta
içinde her biri 60 milyon dolarlık iki savaş jetini uçak gemisinden denize
düşürdü. Bütün dünya halklarını 75 senedir silah gücüyle tehdit eden ABD’nin
başına gelene üzülecek değiliz ama bu işin nereye varacağını dikkatle izliyoruz.
Yine ekonomik verilerin dışında işin ideolojik boyutuna
baktığımızda Hollywood Film Endüstrisinin yaydığı ABD tarzı yaşam ve üstünlük
hissi hegemonya inşasında belki uçak gemileri kadar önemliydi. Şimdi Trump
iflasın eşiğinde olan Hollywood’u nasıl kurtaracağına bakıyor.
Kadroların inancını ve emekçilerin düzene kapsanmasının
zorunluluğunu düşünürsek başka bir sürece daha değinmeliyiz. ABD Hükümeti’nin
rekor seviyeye ulaşan borcu ve bütçe açığını gidermek için 2026 bütçesinden dev
bir kesinti yapıldığını görüyoruz. Bütçeden 163 milyar dolarlık kesinti
bilimsel faaliyetlerden uzay araştırmasına, halk sağlığının korunmasından
eğitime ve çevre fonlarına kadar her başlığı içeriyor. Bu kesintinin çok
karmaşık sonuçları olacaktır. Bilimsel ve teknolojik gerilemeden emekçi sağlığının
bozulmasına ve en nihayet düzenin daha geniş yığınlar tarafından sorgulanmasına
kadar çözücü bir etkisinden bahsedebiliriz.
Ancak bütçede iç güvenlik ve askeri kalemlerde önemli bir
artışa gidiliyor, nerdeyse bütçenin %75’inin güvenlik ile ilgili olacağı
söyleniyor. Zaten tanımladığımız altüst oluş çağı sadece hegemonya devrini
değil, emekçi sınıfların yönetememe krizine karşı ayaklanmasını da içeriyor.
ABD egemenleri her ikisini de zora dayanarak önlemeyi düşünüyorlar anlaşılan.
Trump’ın gümrük duvarlarını silah gibi kullanıp ABD iç
tüketimini koza dönüştürmek istemesi de duvara tosladı. Sonuçta işin esası
üretimdir, üretemiyorsan tüketimini avantaja çeviremezsin.
ABD’nin Ukrayna’da emperyalist bir barışı dayatması da
sallantıda gözüküyor. Ukrayna’nın değerli nadir elementlerine ABD’nin yalnız
başına çökmesi geçen haftaki yazıda işlediğimiz gibi yeni bir emperyalist
merkezin doğmasına neden oldu. İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya ve
Polonya’nın başını çektiği NATO ve AB’den bağımsız bu merkez giderek kötüleşen
ekonomik durumlarını askerileşmeyle aşacağını umuyor. Bu koşullarda savaş
durmayabilir ve Ukrayna’da bir ABD barışı ve stratejik nadir metallere ulaşma
hayal olabilir.
Son olarak Trump’ın geçenlerde tamamlandığı Ortadoğu
seferine değinmeliyiz. Bu konuda solda çıkan derlemeye göz atabilirsiniz.
Görünüşte zengin Körfez devletlerine büyük hacimde silah
satışının imzalanması Trump’ın başarısı sayılabilir. Ancak daha dikkatli
bakarsak ABD’nin nasıl gerilediğini görürüz. 1970’li yılların başında ABD
İsrail’i Ortadoğu’da bir tetikçi gibi kullanıyor ve petrolünden başka bir
zenginliği olmayan Körfez’in feodal ülkelerine şunu dayatabiliyordu. “Sizi
İsrail’den ve sosyalizmden koruyacağım, siz de petrolü benim kontrolümde ve
sadece ABD dolarıyla satacaksınız.”
Şimdi bu ülkeler, Suudi Arabistan, BAE ve Katar, petrol
gelirlerinin keyfini sürüyorlar ancak geleceklerini petrolde değil, gelişmiş
bir kapitalist ülke olmakta görüyorlar. Çin hepsinin başlıca ticaret ortağı
olurken, teknoloji transferi ve diplomatik süreçlerde işbirliğini
derinleştiriyorlar.
ABD onları korumak yerine onlara gelişkin silahlar satıyor,
öyle ki İsrail’i endişelendirecek ölçüde dengeleri değiştiriyor. Suudi
Arabistan ile nükleer santral anlaşması örneğin İsrail’i çok tedirgin ediyor.
İsrail içinde veya dışında, bölgede bir kapitalist entegrasyon amaçlanıyor.
Bu arada İsrail’in işlediği katliamların tam boy arkasında
durmak imkânsızlaşıyor. Demin bahsettiğimiz İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya
ve Polonya’dan oluşan emperyalist oluşum da ABD’den bağımsız olarak bu yeni
pazar ve yeniden tanımlanan hegemonya alanına göz dikiyor, onlar da İsrail’e
“Gazze’de dur” diyorlar.
Altüst oluş çağı büyük hesaplaşmalara ve ezberleri bozmaya
doğru gidiyor. Bu ortamda emekçi sınıflar ister kendiliğinden ister özne olarak
tarihe müdahale etme yeteneklerinin arttığını fark ediyor.
Erhan Nalçacı/sol