Donald Trump'ın ABD başkanlığına gelmesinden bu yana geçen
birkaç hafta içinde, Tahran-Washington müzakerelerine ilişkin söylentiler
giderek yoğunlaşıyor. Daha önce tün karşı çıkmalara rağmen dolaylı olarak
başlatılan müzakereler, "Kapsamlı Ortak Eylem Anlaşması" (OKEP) ile
sonuçlandı.
Ancak Trump, başkanlığının ilk döneminde, İran'ın yapıcı iş
birliğine rağmen anlaşmadan tek taraflı olarak çekilerek "azami
baskı" çerçevesinde İran'a karşı en ağır yaptırımları uyguladı.
İslam Devrimi Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamanei bu
gelişmeler nedeniyle geçen hafta yaptığı bir açıklamada "ABD ile müzakere
hiçbir sorunu çözemez. Bunun nedeni tecrübe. Böyle bir hükümetle müzakere
yapılmamalı. Müzakere akıllıca ve mantıklı değil, onurluca değil" dedi.
JCPOA'nın yanı sıra, ABD'nin dünyadaki diğer ülkelerle
yaptığı taahhüt ve anlaşmaların geçmişine bakıldığında, bu müzakerelern ne
kadar boş, hatta zararlı olduğu ortaya çıkmaktadır. ABD-Irak anlaşması da bunun
bir örneğidir.
Geçen seferki yazı dizimizde ABD'nin Rusya, Libya ve Irak
ile yaptığı müzakerler ve anlaşmaları ele almıştık. Bu yazımızda ABD'nin Doğu
Asya'dan Latin Amerika'ya kadar yaptığı anlaşma ihlallerini ele alacağız.
ABD ile Kuzey Kore arasında 1994 yılında imzalanan ve "Anlaşmalı Çerçeve" olarak bilinen anlaşma, ekonomik yardım ve hafif su santralleri karşılığında Kuzey Kore'nin nükleer programını durdurulması için Washington tarafından şmzalandı. Anlaşma başlangıçta gerginliğin azaltılması yönünde umutlar yaratmıştı ancak ABD, taahhütlerini yerine getirmeyi geciktirdi hatta bazı durumlarda vaat ettiği yardımı sağlamayı reddetti.
2001 yılında George W. Bush yönetiminin iktidara gelmesiyle
Kuzey Kore'ye karşı daha katı politikalar uygulamaya konuldu ve ülke "şer
ekseni"nin bir parçası olarak adlandırıldı. Son olarak Kuzey Kore, 2003
yılında Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'ndan (NPT)
çekilerek nükleer programına yeniden başladı ve bu da anlaşmanın fiili olarak
çökmesine neden oldu.
Donald Trump ile Kim Jong Un arasında 2018 yılında
Singapur'da gerçekleşen tarihi görüşmenin ardından, yaptırımların
hafifletilmesi karşılığında Kuzey Kore'nin nükleer silahlardan arındırılması
konusunda yeni bir anlaşma yapıldı. İki ülke liderleri arasında ilk kez
doğrudan gerçekleşen bu görüşme, ilişkilerin iyileştirilmesi yönünde umutları
artırdı ancak anlaşma metni genel nitelikteydi ve uygulamaya ilişkin net bir
çerçeve sunulmamıştı. Bu nedenle yükümlülüklerin uygulanmasındaki
belirsizlikler, önceki anlaşma gibi bu anlaşmayı da kırılgan hale getirmiştir.
ABD, kısa bir süre sonra yaptırımları hafifletmemekle
kalmadı, hatta yaptırımları daha da artırarak Kuzey Kore'ye daha fazla baskı
uygulamaya başladı. Bu eylem, Kuzey Kore'nin müzakereleri sürdürmekten umudunu
kesmesine ve füze denemeleri ile nükleer silah geliştirme faaliyetlerine
yeniden başlamasına neden oldu. Sonuç olarak, Singapur Anlaşması da 1994
Anlaşması gibi uygulama garantilerinin eksikliği ve ABD politikalarındaki
değişiklikler nedeniyle başarısız oldu ve iki ülke arasındaki ilişkiler
gerginliğini sürdürdü.
1979 yılında Washington ile Seul, Güney Kore'nin füze
programına sınırlamalar getiren bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmaya göre, Güney
Kore'nin füzelerinin menzili 180 kilometre, harp başlıklarının ağırlığı ise 500
kilogramla sınırlandırıldı. Bu politika, ABD'nin Kore Yarımadası'ndaki
silahları kontrol etme ve Güney Kore ordusu üzerindeki nüfuzunu sürdürme
stratejisinin bir parçasıydı.
Zaman geçtikçe ve Kuzey Kore'nin tehditleri arttıkça, Güney
Kore bu kısıtlamaların hafifletilmesini talep etti, ancak ABD bunların bir
kısmını ancak kademeli olarak hafifletti. 2001 yılında füzelerin menzili 300
kilometreye, 2012 yılında ise 800 kilometreye ulaşmıştı ancak Güney Kore'nin
savunma teknolojileri geliştirmesi sınırlı kaldı.
ABD, 1979 anlaşmasının kısıtlamalarına ek olarak zaman zaman
daha sıkı tedbirler uygulayarak Güney Kore'nin bazı temel savunma
teknolojilerinin geliştirilmesini engellemiştir. Örneğin Washington, Seul'den
seyir füzeleri ve füze savunma sistemleriyle ilgili projelerin durdurulmasını
veya gözden geçirilmesini istedi. Bu yaklaşım Güney Kore'de rahatsızlığa yol
açtı. Zira Kuzey Kore füze programını hiçbir kısıtlama olmaksızın
genişletirken, Güney Kore ABD politikalarının yol açtığı engellerle
karşılaşmaya devam etti.
Nihayet 2021 yılında, onlarca yıl süren müzakereler ve
diplomatik baskıların ardından ABD, Güney Kore'nin füze programına yönelik tüm
kısıtlamaları kaldırmaya karar verdi. Bu hamle, Güney Kore'nin menzil ve harp
başlığı ağırlığı sınırlaması olmaksızın kendi füzelerini geliştirmesine olanak
tanıyarak, Amerikan ekipmanlarına olan bağımlılığını azalttı. Bu kısıtlamaların
kaldırılması, ABD'nin Çin ve Kuzey Kore'ye yönelik stratejisinde bir değişiklik
anlamına geliyordu; zira Washington, bölgesel tehditler arttıkça müttefiklerini
güçlendirmeye daha fazla öncelik veriyordu. Bu gelişme, ABD'ye aşırı
bağımlılığın uzun vadede bir ülkenin savunma teknolojilerini ilerletmesinin
önünde engel teşkil edebileceğini ortaya koydu.
1973 Paris Barış Anlaşması, Vietnam Savaşı sırasında ABD,
Kuzey Vietnam, Güney Vietnam ve Vietkong arasında uzun müzakereler sonucunda imzalanan
en önemli diplomatik anlaşmalardan biriydi. Bu anlaşma, uluslararası baskılar
ve ABD kamuoyunun savaşın devamına ilişkin memnuniyetsizliği sonucunda
Washington'a çatışmadan resmen çekilme fırsatı verdi.
Bu anlaşma uyarınca ABD, Vietnam'daki askerlerini çekmeyi ve
Güney Vietnam'a doğrudan askeri desteğini kesmeyi taahhüt ediyordu. Buna
karşılık Kuzey Vietnam, Güney'deki askeri operasyonlarını azaltma ve kalıcı bir
siyasi çözüme ulaşmak için işbirliği yapma sözü verdi. Ancak bu anlaşma resmen
ABD'nin doğrudan müdahalesini sona erdirmiş olsa da Vietnam'daki iç
karışıklığın devam etmesini engelleyememiştir.
Amerikan askerlerinin Vietnam'dan çekilmesine rağmen ABD,
bölgesel gelişmelere dolaylı yoldan müdahale etmeye devam etti. Bu söz
ihlalinin bir boyutu da ABD'nin Vietnam'a uyguladığı ağır ekonomik
yaptırımlardı. Söz konusu yaptırımlar özellikle ticaret alanında ve Vietnam'ın
uluslararası pazarlara erişiminde ciddi bir engel oluşturmuş, ülke ekonomisinin
yıllarca kritik bir durumda kalmasına neden olmuştur.
ABD ayrıca, Vietnam'ın komşu ülkeleri olan Kamboçya ve
Laos'a yönelik hava saldırılarını sürdürerek, sınır saldırılarını ve bölgedeki
komünist grupların hareketlerini meşrulaştırdı. Bu saldırılar, söz konusu
ülkelerde geniş çaplı yıkımlara yol açmakla kalmadı, aynı zamanda tüm Güneydoğu
Asya bölgesinde artan istikrarsızlığın da önünü açtı.
Sonuç olarak, 1973 anlaşmasından sonraki ABD politikası,
ülkenin Vietnam'dan yalnızca resmî bir askeri çekilme istediğini, ancak Kuzey
Vietnam hükümetine baskı yapmak için başka yöntemler kullanmaya devam ettiğini
gösterdi. Güney Vietnam'ın kuzeydeki güçlere karşı koyamaması nedeniyle yapılan
bu eylemler, 1975 yılında Saygon'un düşmesine ve Vietnam'ın komünist yönetim altında
birleşmesine yol açtı.
2014 yılında, Barack Obama'nın başkanlığı döneminde, ABD ve
Küba, onlarca yıl süren düşmanlık ve diplomatik ilişkilerin kesilmesinin
ardından ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda tarihi bir anlaşmaya vardı.
Vatikan ile Papa Francis'in arabuluculuğunda imzalanan
anlaşma, her iki ülkede büyükelçiliklerin yeniden açılmasını, bazı ekonomik
yaptırımların hafifletilmesini ve diplomatik ve ticari iş birliği için bir
çerçeve oluşturulmasını içeriyordu. Bu anlaşmanın temel amacı, iki ülke
arasındaki siyasi ve ekonomik gerginliği azaltmak ve artan ticaret ve yabancı
yatırımlar yoluyla Küba'nın ekonomik durumunun iyileştirilmesi için alan
yaratmaktı.
Ancak ABD'de iktidar değişikliğinin ve 2017'de Donald
Trump'ın iktidara gelmesinin ardından Washington'ın Küba'ya yönelik
politikalarında ciddi değişiklikler yaşandı. Latin Amerika'daki sol görüşlü
hükümetlere karşı daha sert bir tutum sergileyen Trump, Küba'ya tanınan birçok
ayrıcalığı iptal etti ve ülkeye yeni ekonomik yaptırımlar getirdi.
ABD vatandaşlarının Küba'ya seyahatlerine getirilen sıkı
kısıtlamalar, ülkenin enerji ve ticaret sektörlerine getirilen yeni yaptırımlar
ve Havana hükümetine uygulanan ekonomik baskı, ilişkilerin normalleşme sürecini
fiilen durduran saldırgan bir politikayı temsil ediyordu.
ABD'nin bu politika değişikliği dış ticarete ve turizme
bağlı olan Küba ekonomisine büyük bir darbeydi. Birkaç haftadır ikinci kez ABD
Başkanı olarak Beyaz Saray'da bulunan Trump, Küba'ya yönelik daha sıkı
politikalar benimsiyor. Trump'ın Küba karşıtı ilk eylemlerinden biri, Latin
Amerika ülkesini tekrar teröre destek veren ülkeler listesine almak oldu.
Beyaz Saray'ın politikalarını eleştiren iç ve dış tepkilerin yanı sıra, Amerika'nın taahhüt ve anlaşmalarının geçersizliğini daha da gözler önüne seren bir karardı/mehr