ABD’nin dayatmaları karşısında teslim olarak direnişi
silahsızlandırma kararı alan Lübnan hükümetinin bu gayri milli adımı,
Hizbullah’ın sert tepkisine yol açtı. Bu gelişmelerin ardından, Lübnan’ın önde
gelen yazar ve analistlerinden Ali Haydar, El-Ahbar gazetesinde kaleme aldığı
makalede şunları yazdı: Lübnan Başbakanı Nevvaf Selam’ın Hizbullah’ı
silahsızlandırma kararı, Araplar ile Siyonist rejim arasındaki çatışma
tarihindeki son derece hassas bir siyasi anı yansıtmaktadır.
Lübnan hükümetinin bu kararı ve uygulanma takvimi, geçen
sonbaharda işgalci rejimin Lübnan’a karşı son savaşının sona ermesinden
itibaren şekillenmeye başlayan uzun bir sürecin doruk noktasıdır. Bu karar
resmi bir Lübnan yetkilisi tarafından alınmış olsa da, sonuçları gelecek döneme
yayılan daha derin etkiler taşımaktadır; özellikle işgalci rejimin ateşkes
anlaşmasını ihlal etmeye devam etmesi göz önünde bulundurulduğunda.
Öte yandan, Suriye sahasındaki temel gelişmeler ve bunların
direniş cephesine yansımaları, işgalci rejimin Lübnan’a karşı gerginliği
artırmada daha cüretkar davranmasına sebep oldu. Düşmanın, Hizbullah’ın üst
düzey liderleri özellikle Seyyid Hasan Nasrallah ve Seyyid Haşim Safieddin’i
hedef alarak Hizbullah’ın kapasitesine ağır darbeler vurma başarısına rağmen,
Hizbullah’ın son savaşından sonra işgalciler anladılar ki, hava üstünlüğü ve
askeri baskı seçenekleri, Hizbullah’ın askeri yapısını çökertme ve bu hareketin
yeni her savaşta düşmana önemli zararlar verebilen bir savunma gücü olarak
rolünü sona erdirme hedefine ulaşamamıştır.
Sonuç olarak, işgalci rejim ve onun Amerikan destekçisi
stratejisi, Lübnan içinden Hizbullah’ı kuşatma ve zayıflatmaya dayalı, daha
esnek ve düşük maliyetli seçeneklere yönelmiştir. Bu strateji, direnişin ulusal
yetiştirme merkezini yok etmeye ve Lübnan hükümetini direnişin varlığı ve
silahlarını hedef alan kararlar almaya zorlamaya yönelikti. Bu görev, ateşkes
sonrası geçen aylarda ABD tarafından doğrudan Lübnan’da yürütülmüştür.
Siyonist rejim açısından Lübnan hükümetinin direnişin
silahsızlandırılması yönündeki kararı, Tel Aviv ve Washington’un Lübnan’ı iç
çatışmalara sürükleme projesinin temel adımlarından biri olarak görülüyor. Bu
senaryoda Lübnan hükümeti, Hizbullah’ı silahsızlandırma kararıyla direnişi
birleştirici bir unsur olmaktan çıkaracak ve onu hükümete karşı bir isyan
çerçevesine oturtacaktı.
Ancak bu siyonist bahisler uzun sürmedi ve Hizbullah’ın
açıklaması hızlıca durumu tersine çevirdi. Bu açıklama, Lübnan hükümetinin
direnişi silahsızlandırma kararını gayrimeşru ve hukuka aykırı bir karar
çerçevesine yerleştirdi. Hizbullah ayrıca bu hareketi silahsızlandırma
komplosuna karşı, ulusal egemenlik mantığına ve herhangi bir iç gerilimi önleme
ilkesine bağlı kaldı. Hizbullah, önümüzdeki döneme ilişkin tutumunu da net bir
şekilde tanımladı: Direnişi silahsızlandırma kararını kesin olarak reddetmek ve
bu kararı tanımamak; ancak bunu ne hükümetten ayrılarak ne de iç çatışmaya
girerek yapmak.
Bu yaklaşım, Hizbullah’ın yüksek düzeyde siyasi disipline
sahip olduğunu gösteriyor; zira Hizbullah, kendi güçlü yönlerini riske atmadan
iç çatışma tuzağına düşmekten kaçınıyor. Anayasa’ya, hükümet programına ve
onlarca yıldır kazandığı ulusal meşruiyete dayanan direnişin meşruiyetine
yaslanarak devlet kurumlarındaki konumunu koruyor.
Genel olarak, Hizbullah’ın önünde üç yol vardı:
Amerikan-İsrail dayatmalarını kabul etmek, hükümetle doğrudan çatışmaya girmek
ya da çatışmaya girmeden siyasi manevra yolunu seçmek. Hizbullah açıkça üçüncü
yolu tercih etti; çünkü bu, hem maliyet hem de etkinlik açısından en iyi
seçeneğin olduğunu gösteriyordu. Bu seçenek, Hizbullah’a devlet kurumlarında
manevra alanı sağladı ve şimdiye kadar düşmanın direnişi iç çatışmaya sürükleme
yönündeki hesaplarını boşa çıkardı. Bu strateji aynı zamanda silah konusunu
ulusal egemenlik mücadelesi olarak konumlandırma fırsatı verdi.
Siyonist rejim, Hizbullah’ın bu tutumunun Washington ve Tel
Aviv’in hesaplarını bozduğunu ve Lübnan hükümetinin, direnişi silahsızlandırma
kararını iç patlamaya yol açmadan uygulama kabiliyetini azalttığını biliyor.
Ancak asıl soru şu: Siyonist rejim, Nevvaf Selam hükümetinin yeni aşamada
direnişe yönelik saldırılarını meşrulaştırma kararından faydalanacak mı?
İsrail rejiminin çıkarları açısından cevap evettir ve bu
karar, Siyonistlerin Beyrut hükümetinin kararını destekleme gerekçesiyle
Lübnan’ın iç işlerine müdahale etmelerine yol açar. Ancak Lübnan'ın çıkarları
açısından bakıldığında, Siyonist rejimin saldırılarının devam etmesi,
Hizbullah’ı silahsızlandırma kararı ile Siyonistlerin Lübnan'a egemen olmak
için saldırganlıklarını sürdürme stratejisi arasında doğrudan bir ilişkisi
olduğunu kanıtlayacaktır.
Bu durumu değerlendirdiğimizde, bir sonraki aşamanın üç
aktif güç arasındaki hassas bir dengeye bağlı olduğu söylenebilir: Hükümetin,
ülkedeki siyasi ve toplumsal kutuplaşma sürecinde bu kararı uygulama becerisi,
Hizbullah'ın iç çatışmaya girmeden baskılara direnme becerisi ve söz konusu
kararı kötüye kullanmaya çalışan Siyonist rejimin, Lübnan işlerine müdahale
etmekle suçlanmadan kenarda kalma becerisi.
Lübnan direnişinin silahsızlandırılması kararı, Siyonist
rejimle mücadeleyi bitirmez, tam aksine yeni bir sayfa açar. Bu süreçte yeni
çatışma kurşun ve bombalarla değil, diplomasi yollarla yürütülür. Bu bağlamda
Hizbullah, söz konusu mücadelede yabancı bir projeye karşı ulusal egemenliğin
savunucusu olarak rolünü oynamaya karar vermiştir.
Dolayısıyla Siyonist rejim ile ABD'nin dışarıdan dayattığı
plan ile Hizbullah'ın içerideki egemenlik çatışması arasında yeni bir sınır
çizgisi çiziliyor. Bu çizgi yalnızca Lübnan’ın güneyinden değil, aynı zamanda
Lübnan devletinin kalbinden (Beyrut) geçer. Artık akıllara şu önemli soru
geliyor: Ulusal egemenliğin gerçek savunucusu kim ve Lübnan'ı dış tehditlerden
kim koruyacak?/mehr