Geçtiğimiz günlerde ABD hükümeti yetkilileri, Viyana'daki
yaptırımların kaldırılmasına yönelik müzakerelerin başarısızlıkla
sonuçlanmasına İran'ın yeni talepler önermesinin neden olduğunu defalarca iddia
etmişti.
Örneğin ABD'nin baş müzakerecisi Robert Malley geçtiğimiz
günlerde, ABD'nin ve Batı'nın bu dönemdeki Nükleer Anlaşma karşıtı eylemlerine
değinmeden şu iddialarda bulundu: ‘İran, tüm taraflarca onaylanan masadaki
anlaşmalara sırtını döndü ve yeni talepler önererek Nükleer Anlaşmanın tam
olarak yeniden canlandırılmasına hızlı ve karşılıklı bir dönüş için ortak umudu
yok etti.’
Ancak, yaptırımların kaldırılması müzakereleri sürecine
bakıldığında, ABD Başkanı Joe Biden'ın iktidara gelmesinden bu yana Nükleer
Anlaşmayı reddeden ve Nükleer Anlaşmayı İran’ın ekonomik faydalar elde etmesini
engelleyen yönlere itmeye çalışanın ABD hükümeti olduğunu görülüyor.
Amerika'nın müzakereyi reddetmesi
Başta Amerika olmak üzere Batılı ülkeler, İran'ın
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun koruma konusundaki meselesinin
çözülmesini talep etmesinin Nükleer Anlaşmadan ayrı olduğunu, bu nedenle
İran’ın bu talebi gündeme getirmekle aslında Nükleer Anlaşmada ek bir konuyu
gündeme getirdiğini ve müzakereleri çıkmaza soktuğunu iddia ediyor.
Oysa, Viyana'daki yaptırımların kaldırılmasına yönelik
müzakereler sırasında, İran müzakere ekibini ve pozisyonlarını yönlendiren tek
ilke, Nükleer Anlaşmaya ilişkin herhangi bir anlaşmanın İran'a somut ekonomik
faydalar getirmesi gerektiğiydi.
Koruma konusunun gündeme gelmesinin nedeni budur. İran şunu
söylüyor: ‘Ülkemiz aleyhindeki koruma davası çözülmeden bir anlaşmaya
varılırsa, özellikle ABD olmak üzere Batılı ülkeler, zora düştükleri anda
koruma bahanesiyle olası bir anlaşmadan İran halkının çıkarlarını rehin
alabilirler. ABD bundan dolayı bu konuyu olası bir anlaşmadan ayırmaya
çalışıyor.’
Genel olarak, Viyana müzakerelerinde şu ana kadarki ana
düğüm, İran ve ABD'nin olası herhangi bir anlaşmanın işleyişine bakışlarındaki
farklılık gibi görünüyor. Yani, İran tarafının isteği ekonomik çıkarları olan
bir anlaşmaya varmaktır ama Amerikan tarafı İran'ın ekonomik çıkarlarını
engellemek için özel mekanizmalar koymaya ve anlaşmayı sonraki adımlarda
genişletmeye çalışıyorlar.
Nükleer Anlaşma, Nükleer Anlaşmayı genişletmek (Nükleer
Plus) için mi canlandırılmak isteniyor?
Bu nedenle, müzakere dönemlerinde ABD'nin davranışlarının
incelenmesinden şu ana kadar elde edilenler, bu ülkenin 2015'teki Nükleer
Anlaşmayı yeniden canlandırmak istemediğini, bunun yerine, 2022 için İran
karşıtı mantık ve eklerle birlikte 2015’teki Nükleer Anlaşmayı yeniden
canlandırmak istediğini gösteriyor. Doğal olarak da buna bağlı kalma konusunda
kendisine yönelik her türlü girişime direnecektir. Bu mantıkların Nükleer
Anlaşmada saklı olduğunu öğrenmek için biraz geriye gitmemiz gerekiyor.
Barack Obama, 2015'te Nükleer Anlaşmaya vardığında, bu
anlaşmanın İran'a para akıtarak Tahran'ın bölgesel ve füze gücünü artıracağına
inanan eleştirmenlerin önünde, her zaman şunu açıkça ortaya koydu: ‘Nükleer
Anlaşma, İran'ın siyasi kararlarının yapısında etki mantığına dayanmaktadır ve
bu anlaşma, İran için kâr mantığını izlememekle birlikte, bunları önleyecek
mekanizmalara da sahiptir.’
Obama planladığı stratejisini şöyle açıkladı: ‘Nükleer
Anlaşma, İran'daki Batılı karar vericileri güçlendirerek İran İslam
Cumhuriyeti'nin gücünün diğer bileşenlerini sınırlamak için önümüzdeki yıllarda
müteakip anlaşmalara girmek için zemin sağlayacaktır. Ayrıca, yaptırımların
mimarisini sürdürmek gibi başka politikalar yoluyla da İran'ın bölgesel ve füze
gücünün artmasına yol açabilecek olan İran'a büyük miktarlarda para girişini
engelleyecektir.’
Örneğin, Obama 5 Ağustos 2015 tarihli bir röportajda şunları
söyledi: ‘Eleştirmenler yanılıyordu. İran'ın nükleer programının ilerlemesi,
İran'a bir para akışı olmadan ve İran'a karşı uluslararası yaptırımların yapısı
yok edilmeden on yıl içinde ilk kez durdu.’
Açıklanan bu politikalara ek olarak, dönemin Beyaz Saray
sakinleri, uluslararası bankalar üzerindeki yaptırım korkularının gölgesini
korumak, resmi söylemler, medya saldırıları ve resmi olmayan baskılar, İran'la
siyasi ve ekonomik iletişim riskini yüksek tutmak, Nükleer Anlaşmanın
faydalarını İran'ın Nükleer Anlaşma dışı eylemlerine bağlamak, iş adamlarının
İran'a seyahat etmesini engelleyen yasalar çıkarmak, Nükleer Anlaşmanın
kalıcılığı vb. konularda belirsizlik politikasını sürdürmek gibi diğer
açıklanmayan politikaları koyarak İran'ın bu anlaşmadan ekonomik olarak
faydalanmasını engellemeye çalıştılar.
Amerika'nın Nükleer Anlaşma için büyük stratejisi
Böyle bir stratejinin uygulanması, her şeyden önce
ambargonun belirli bir şekilde kaldırılmasını ve buna bağlı olarak herhangi bir
anlaşmanın parçası olarak uygulanmasını gerektirir. ABD yönetim sistemi
açısından, İran'a yönelik yaptırımlar tamamen kaldırılırsa, İran İslam
Cumhuriyeti'nin diğer durumlarda müzakere etmesine gerek kalmayacaktı ve bu,
Nükleer Anlaşmada yer alan büyük stratejinin eksik olduğu anlamına
geliyordu.
Bu nedenle Batı tarafı için öncelikle yaptırımların
yapısının bozulmadan kalması, ikinci olarak da anlaşmanın uygulanmasından sonra
yaptırımların geçici olarak askıya alınmasının İran'a tam ekonomik fayda
sağlayacak şekilde olmaması gerekiyordu. Çünkü İran ekonomisine çok
para girmesi, İran'ın füze ve bölgesel alanlardaki gücünü o kadar artırabilirdi
ki, İran bir sonraki müzakerelerden çıkabilir veya en azından bir sonraki
planlanan müzakerelerde elini güçlendirebilirdi.
Şimdi 6 yıl önceki Nükleer Anlaşma konusundaki olaylardan
elde edilen çeşitli tecrübeler ışığında öyle görünüyor ki, Amerikalı
yöneticilerin ve ona paralel olarak batılı ülkelerin gündemlerindeki
yaptırımları askıya alma süreci, İran için şekerli sakız etkisi yaratmaktı.
Yani bu, kısa ve gelip geçici hoş deneyimler yaratmak, ancak bu etkiler
kaybolduktan sonra karşı tarafı yeniden onu aramaya koşullandırmak
demektir.
Diğer bir tabirle, batılı taraflar yaptırımların
kaldırılmasını İran'ın varlıklarının küçük bir kısmının serbest bırakılması
veya birkaç uçak satın alınması gibi kısa vadeli tatlılarla sınırlandırmak
istiyorlardı. Ama ne zaman laf Batılıların İran'la bankacılık
ilişkilerini açmayı veya ticari ilişkileri kolaylaştırmayı kabul etmemelerinin
nedenine gelse, İran'ı 2. ve 3. Nükleer müzakereye ikna etmenin yolunu açmak
için konu İran'ın füze ve bölgesel politikalarına bağlanıyordu.
İran ile ilgili işlem yapma konusunda bankalarda panik
yaratmak, İran Yaptırımlar Yasasının 10 yıl uzatılması, işadamlarını İran'a
gitmekten korkutmak için vize yasasını imzalamak ve İran'ın ekonomik
çıkarlarını nükleer olmayan meselelere bağlamak, Barack Obama’nın başkanlığı
sırasında İran'la ticaret konusunda uluslararası ortamda korku yaratmak ve
İran'ın ekonomik çıkarlarını sınırlamak için yapılan eylemlerin sadece bir
kısmıydı.
Biden'ın akıllı baskısı
Çeşitli kanıtlar, Joe Biden yönetiminin tüm çabalarının,
2022'de İran'a fayda sağlamayacak şekilde yeni bir Nükleer Anlaşma uygulamaya
ya da Nükleer Anlaşmayı genişletmeye yönelik olduğunu ve ne zaman İran,
ekonomik çıkarlar konusunu gündeme getirse, Batılı ülkelerin medya diktatörlüğü
yoluyla İran'ı müzakereleri durdurmakla suçlamaya çalıştıklarını
gösteriyor.
Örneğin Biden, başkanlığı başlamadan önce bir makalesinde
Donald Trump'ın desteklediği maksimum baskıyı akıllı baskı ile değiştirmek
istediğini açıkladı. Akıllı baskı kavramı ve bileşenlerinin hemen hemen tüm
göstergeleri içerdiği söylenebilir ve Barack Obama döneminde yapılan Nükleer
Anlaşma da buna göre şekillenmiştir.
Biden o makalede, nükleer anlaşmaya geri dönmenin ABD'nin
ana ve nihai hedefi olmadığını açıkça belirtmiştir. O da Obama döneminde olduğu
gibi Nükleer Anlaşmanın uygulanmasını Amerika için Nükleer Anlaşmayı daha uzun
ve güçlü kılmak adına bir başlangıç noktası olarak görüyor. Hem ABD'deki
nükleer anlaşma karşıtlarının eleştirilerine hem de Biden hükümetinin
yetkililerinin sonraki açıklamalarına dayanarak, Amerikalılar için Nükleer
Anlaşmayı güçlendirmenin- yani (Nükleer Plus’ın) - nükleer anlaşmanın maddelerine
füze ve bölgesel kısıtlamalar eklemeye çalışmak için anahtar kelime olduğu
açıktır.
Ancak öte yandan, İslam Cumhuriyeti'nin müzakere heyeti,
özellikle 13. hükümet, bu durumu anladı ve Batı tarafını Nükleer Anlaşma
metnine, yani 2015'te yapılan anlaşmaya göre yükümlülüklerini yerine getirmeye
mecbur etmeye çalıştığını açıkladı. İran'ın, yaptırımların kaldırılmasının
doğrulanması, anlaşmanın kalıcılığının garanti altına alınması, Uluslararası
Atom Enerjisi Kurumu'nun koruma önlemlerinin kaldırılması vb. konulardaki
taleplerinin hepsi aynı mantık doğrultusundadır.
İlginç olan şu ki, bu taleplerin hiçbiri Nükleer Anlaşmaya
ek talepler değildir ve İran sadece karşı tarafın Nükleer Anlaşma metninde yer
alan taahhütlerini bu kez yerine getirmesi için garanti istemiştir. Buna
rağmen, amacı yalnızca her iki tarafın taahhütlerini sıkı bir şekilde yerine
getirmesini sağlamak olan bu taleplere Amerikan tarafının tepkisi,
müzakerelerin ilerlemesini engellemek ve İran’ı suçlu göstermek ve bu ülkeye
karşı ortak savaşa yönelmek olmuştur.