Röportajın tam metni şöyle:
Sayın Murat Nazlı!
Sizin uzun yıllara dayanan direniş cephesi hakkındaki
bilgilerinizden Türkiye halkının istifade etmesi acısından onların hizmetine
sunmak adına, yapacağımız bu belki kısa ama muhteva olarak Türkiye medyasında
bulunamayacak doğru bilgileri okuyucuya sunmak adına öncelikle bize zaman ayırdığınız
için teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Sizin de bildiğiniz gibi İslam inkılabı ile birlikte genelde
dünyada ve özelde İslam dünyası diye betimlenen coğrafyalarda önce İslami
uyanış sonra İslami direniş ve akabinde gelecek olan İslami zafer aşamalarına
detaylı olarak değinemezsek de bugün içinde bulunduğumuz İslami direniş
merhalesini baz alarak soruları yöneltmek istiyorum.
-Müsaadenizle ilk sorum; İran’da gerçekleşen İslam
inkılabını özünde olup da diğer sistemlerde olmayan temel kalıcı değerler
nelerdir ki dünyada var olan diğer ideolojiler, dinler ve mezhepler bu inkılaba
karşı adeta tek cephe haline gelerek, gerek soğuk ve gerekse sıcak savaşta
birlik olarak İslam inkılabına karşı savaşma ihtiyacı duyuyorlar?
Bismillah…
Evet bir soruya cevap verebilmek için önce soruyu iyi
anlamak sonra cevabın temelini kurmak gerekli ki o temel üzerine de doğru ve
sıhhatli bir cevaplarımız olsun.
İslam bir inanç ve bizim gibi ülkemizde bölgemizde çok kişi
ve toplumlar da İslam’a inanıyor. Fakat tarihte de görüldüğü gibi ve İslami
temel kaynakların da aktardığı gibi iman ile amel arasında bir ilişki olsa da
inanmak ve inandığın inanç ile amel etmek başka. Maalesef son dönemlerde
özellikle modernizm ve daha sonra da Siyonizm’in şeytani metodları, medyanın
kara propagandası ile Müslümanlar ve İslam toplumlarında iman-amel ilişkisi
bozuldu. Normalde kişi inanır inandığı ile de amel ederdi ve amelsiz iman da
olmaz. Fakat modernizm-Siyonizm değişik
sosyal-siyasi-toplumsal-medyatik-teknolojik ve özellikle de son dönemlerde de
sosyal medya aracılığı ile inancın zayıflamasına, ciddi manada bir cehalete ve
sonra da bu cehalet iman-amel ilişkisinin bozulmasına sebep oldu.
1979 İran İslam İnkılabı ile işte bu kopan iman-amel
ilişkisi tekrar bağlanmaya ve sağlamlaştırılmaya başladı. İmam Humeyni’nin
önderliğindeki bu hukuki-haklı-toplumsal ve meşru inkılap önce şahısların
özünde sonra da toplumda bir değişime sebep oldu ve bu değişimin son noktası
siyasette inkılap ile Firavun sistemi olan şahlık rejimi yıkıldı ve tevhidi
görüşe göre yasası Kuran’a muhalif olmayacak İslam Cumhuriyeti kuruldu.
Dünya istikbarı ve başta ABD-Rusya ve Çin-Batı dünyası olmak
üzere bu tevhid-adalet ve direniş hükümetine karşı düşmanlığa başladılar.
Zamanla SSCB yıkıldı ve Çin de kültürel devrim sonrası ekonomik değişim ile
Batı dünyasına karşı bir direnç göstergesi olarak mücadeleye başladı.
ABD ve İsrail İslam Cumhuriyeti’nden rahatsızlıklarını
diktatör Saddam Hüseyin’i İran’a saldırtarak ve inkılabı daha başında
sırtlanlara boğdurmak istedi. Fakat Allah’a şükür ki bu şeytani emelleri
tutmadı ve SSCB dağılırken, ABD zayıflamaya ve daha sonra da İslam inkılabının
motivasyonu desteği ile bölgede ve İslam ülkeleri-toplumlarında direniş
oluşmaya ve kök salmaya başladı. Başta Müslümanlar ve dünya Mustazafları da tek
bir şey istiyor “Özgürlük ve Refah”. Bu ortak istek dışında Müslümanların
üçüncü isteği ise “İslam Cumhuriyeti”dir.
Kısacası tüm Müslüman ve dünya Mustazaflarının tek isteği:
“Hürriyet ve adalet”, bunun dışında bir istekleri yok. Bu sağlanırsa diğer tüm
iyi şey ve istekler de kendiliğinden oluşacaktır.
Toparlayarak sorunuza cevap verirsek; tüm dünya, Firavun
sistemleri onun yerli işbirlikçileri ve Siyonist medya ile sosyal medya İslam
inkılabına düşman. Çünkü İslam İnkılabı tüm Müslüman ve Mustazaflara “özgürlük
ve adalet” sunuyor, dünyadaki tüm devlet-sistem ve rejimler-izimler bunu
başaramadı.
Fransa devrimi sözde milliyetçilik ile dünyayı 1. ve 2.
Dünya savaşı ile kan gölüne çevirdi. 1917 Ekim Devrimi ile SSCB-Çin, Kominizim
ile insanların dinini yok etmeye çalıştı, insanlara refah ve özgürlük
sağlayamadı. 1979 İran İslam İnkılabı ile Müslüman ve Mustazafların aradığı
“özgürlük ve refah” artık mümkün.
Siyonizm ve şeytan şimdi bu düşünce ve inancın insanlara
ulaşmasını, insanların uyanmasını istemiyor. Fakat 17 Ekim Hamas direnişi ve
işgalci rejimin “canlı” izlettirilen Gazze soykırımı ile artık İslam dünyası ve
Batı dünyasının Mustazaf halkları uyanmaya başladı.
Kısacası işgalci Siyonist rejim yok olacak ve İslam İnkılabı
da Mustazafları uyandıracak. İslam İnkılabının temel direği olan “Velayet-i
Fakih” yönetim sistemi ile de adalet ve refah sistemine giden yolda, Hz. Mehdi
(saa)’nin “Adalet Devletine” giden süreç ve dönemde, karanlıklar içinden “İlahi
tevhid” ve “adalet güneşi” doğacaktır.
-Birinci soruya verdiğiniz yanıtlardan esinlenerek söyle bir
soru sorayım.
İmam Humeyni, iman ve amel birlikteliğini halkına öğretip
uygulamada başardı ve bu değişimin son merhalesi ile inkılap yapıldı. Ayrıca
bütün ‘‘izm”lerin başarısızlığından söz ettiniz.
Sormak istediğim İslam dünyasında imam Humeyni’den önce iman
ve amel birlikteliğine pratik örneklik oluşturan liderliğin olmayışı mıydı,
yoksa liderlik değil de iman ve amel birlikteliğinin zorunluluğunu bildiren
İslam’ın saf dışı bırakılmış olması mıydı? Buna ilaveten, neden Sünni dünyası
iman ve amel birlikteliğini pratikte uygulayamıyor, bu birlikteliğin
pratikleşmesi sadece Ehl-i Beyt mektebine mi hastır?
Evet, kısaca İslam’da iman-amel birlikteliği var. Ve İslam
İnkılabı ile de İmam Humeyni bunu en güzel şekilde uyguladı ve toplumu da bu
yönde teşvik etti.
İslam’ın en önemli toplumsal mesajı “Emri bil maruf ve nehyi
anil münker..” Yani kısaca “iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak.” Bakın
bu Kuran’da ayet olarak geçiyor yani bir temenni değil. Müslümanlar üzerine ve
varsa İslami otoriteye bu iş vacip-mecburiyet ve bir görevdir. Bu yapılmazsa
önce şahıslar sonra da toplum ıslah olmaz, hatta fesada uğrar ki biz bunu tüm
İslam dünyası başta olmak üzere Batı dünyasında da yaşıyoruz.
Allah insanı başıboş bırakmadığı gibi toplumlar da başıboş
değildir. İnsanların eğitilmesi, “insan-ı kamil” yolunda ilerlemesi gerekirken,
toplumlar da ortak bilinç ve benliğini geliştirmeli hayırlı işlerde
yardımlaşırken şer işlerden de uzak durmalılar.
Bugün Batı toplumlarındaki çürümenin bu ilkelerden
uzaklaşarak şahıslardaki ferdiyetçi-bananeci-bireysel çıkar ve haz duygularına
bağlı hatalı yaşantı ve toplumların da fesadı gördükleri halde buna engel
olmamaları olduğunu görüyoruz.
İmam Humeyni yalnız Şia tarihi ve kültüründe-siyasetinde
değil genel manada İslam tarihini ve İslam toplumunun tarih ve siyasetini
değiştirdi. Daha önce Sünni toplumlarda kemikleşen alimlerin siyasete karışmama
veya toplumun değişim ve dönüşümüne katkıda bulunarak İslam toplumunu, Medine-i
Fazıla’yı kurmak için çalışma yapması gerekirken, hantallaşan ve uyuyan Şia
alimlerini de uyandırarak İslam İnkılabı ile de tüm dünyada bir uyanış ve
direnişe vesile oldu.
Önce Müslümanlar kendini değiştirmeli sonra da “emri bil
maruf ve nehyi anil münker” stratejisi ile de toplumun değişimine katkıda
bulunmalı. İşte İslam İnkılabı ile İmam Humeyni’nin başardığı şey buydu.
Şahsında iman-amel ilişkisi ve bütünlüğü, toplumda da “emri bil maruf ve nehyi
anil münker” vacibiyetini görev bilmek ve bunu uygulamak.
Bu ilkeleri bireysel ve toplumsal olarak uyguladığınızda tüm
dünyevi ve şeytani izimler artık ne şahsa ne de topluma yön verebilir. Şahıs ve
toplumlar bu maddi-laik ve seküler inançlardan-siyaset ve dünya görüşlerinden
lezzet alamaz ve bu hedef için de çalışmazlar. Geriye “tarihin sonu” dediğimiz
bu dönemde İslam inanç ve ideolojisi-yaşam biçimi ve medeniyeti kalıyor. Şu
anda dünyada Müslüman ve Mustazaf Batı halklarına yaşam motivasyonu, bireysel
ve toplumsal inanç ve refah verebilecek tek din-siyaset-yönetim biçimi
İslam’dır.
Bugün 46 yıldır İran kuşatma ve ambargo altındaysa sebep
budur. Bugün İran ABD kapitalizmi İsrail Siyonizm’i ve Vatikan sekülerizmi ile
savaşıyorsa sebep budur. Çünkü SSCB gibi Batı dünyası-ABD imparatorluğu da
batıyor. Artık dünya tek kutuplu değil ve çok kutuplu bir güç ve siyaset var.
Çibanın başı ve savaşların anası da Filistin-Kudüs’te.
Bugün 76 yıldır Filistin-Kudüs işgal altında. Çünkü ABD ve
Batı dünyası bir kanser tümörü olarak yapay İsrail’i bölgeye kendi dünya
görüşü-yaşam biçimi ve siyaseti için bir kışla, askeri bir karakol olarak
kurdu.
Kısaca bahsedersek İran’ın kuşatılması ve boğulması dışında
İslam toplumuna ihanet ve darbe vurulması-parçalanması Filistin yoluyla
olacaktı. Fakat Hamas-Filistin İslami Direniş Hareketi’nin 7 Ekim’deki kahraman
Aksa Tufanı Operasyonu bu oyunu bozdu. Arap rejimlerinin İsrail ile olan
normalleşme ve işbirliği-ihanet siyasetini ortaya çıkardı ve çökertti. Yalnız
İslam dünyası değil, Batı dünyası da Siyonizm’in nasıl batıl ve çöken şeytani
bir ideoloji olduğunu gördü. Batı dünyasında başta üniversite gençliği olmak
üzere düşünen insanlar Siyonizm’in pisliklerini ve işgalci rejim İsrail’in yalanlarını
ve gerçek soykırımcı yüzünü gördü. Artık tarih durdurulamaz bir şekilde Batı
medeniyeti, Siyonist işgalci rejimin aleyhine akmaya devam ediyor ve edecek.
Tam burada önemli olan konuyu konuşmak gerekli: “Liderlik.”
Evet, salih liderler olmazsa insanlar eğitilemez ve toplum
da iyi yönde değişemez. O nedenle İslam paygamberlerden, imamlardan ve
fakihlerden bahseder. Kendilerini iman-amel boyutu ile eğitip değiştirenlerin
önderliğin de toplumun da değişimi.
Şia tarihinde ve son yüzyıllardaki İslam tarihinde İmam
Humeyni müstesna bir yere sahip, çünkü o sıradan bir alim veya sıradan bir
direnişçi-lider-önder değil. O yalnız masum ve pak Ehli Beyt soyundan olan
İmamlara verilen, büyüklüğün anlaşılması için teşbih yapılarak “önder-lider”
manasında bir isim-sıfat olan “imam” adı ile anılıyor.
Şia’nın en önemli ilkesi “Adalet”tir. Bu adaletin sağlanması
yolunda da Fakihin adil olması ve önemli bir siyasi-idari doktrin olan
Velayet-i Fakih ilkesinin uygulanması- pratiğe dökülmesi gerekir. İmam Humeyni
İslam tarihinde kendini ıslah ettikten sonra toplumun ıslahı için
Merciiyyet-Fakih konusunu önemseyen ve bunu modern toplumlarda ortaya çıkarıp
bunu toplumun ıslahı için Velayet-i Fakih kurumu ile taçlandıran kişidir. Diğer
büyük Ayetullahlar gibi İmam Humeyni de toplumun ıslahı için çalışıp siyasete
karışmadan devlet yönetimine talip olmadan, Vatikanvari bir çalışma yaparak
ömrünü tamamlayıp tarihe de önemli şahsiyet olarak geçebilirdi. Fakat o öyle
yapmadı. Başta bazı büyük Şia alimi Ayetullahların karşı çıkmasına rağmen
İslam’ı ve Şia’nın mektebi ilkelerini doğru anlayarak-doğru anlatarak ve
toplumu da dönüştürerek yalnız bireysel bir değişimi değil, toplumsal bir
değişimi de hedef aldı. Ve bunla da sınırlı kalmayarak eğitilmiş ve değişim
dönüşüme başlamış toplumu daha iyi dönüştürebilmek ve başka toplum ve
insanlara-Mustazaflara da faydalı olması için İslam toplumuna önder
olan-insanlığın önderleri Fakihler için oluşturulan fakat İslam toplumunda
uygulanmayan Velayet-i Fakih kurumunu anayasal bir kurum yaparak, İslam
devletine ekledi ve siyasal nizamı kontrol eden ve denetleyen bir yapı olarak
modern tarihteki siyasal-yönetim biçimini almasına katkıda bulundu.
Tekrar sorunuza gelirsek EVET, Ehl-i Sünnet dünyasında
iman-amel ilişkisi zamanla zayıfladı ve ortadan kalkmaya başladı.
Batı dünyası ve modernizmin etkisi ve tarikatların da
yönlendirmesi ile inancın kalbi-ruhi-manevi olduğu, sosyal yaşamın ise daha
farklı olduğu yanlış iddia ve uygulaması pratik hayatta insanlara dayatıldı.
Cemalettin Afgani ve Şehid Seyyid Kutup ile bu yanlış
düşünce sorgulansa ve aşılmaya çalışılsa da başarılı olunamadı. Fakat İmam
Humeyni bunu kendinde, kendi toplumunda ve daha sonra da Şia dünyası ve İslam
dünyasında uygulamaya başladı ve bu konuda da yol aldı ve kısmen de başarılı
oldu. Bu süreç hala devam ediyor. Bunu Şia ve Ehli Sünnet camiadaki tartışma ve
mücadelelerden biliyoruz.
Devrimin ve İslam İnkılabının devam ettiğini, değişim
sürecinin devam ettiğini İran İslam İnkılabına olan düşmanlık, savaş, kuşatma,
ambargolardan görüyoruz. İman-amel ilişkisi Şia’ya has bir şey değil bu
İslam’ın temel bir ilkesi ve Kuran’ın da bir emri. Fakat Ehl-i Sünnet dünya
bunu saray ve padişahların yönetimi sonucu unutmuş, üzerini kapatmış, İslam’ın
fıkıh boyutunu da ”içtihat kapısını kapatarak” ortadan kaldırmış. Fakat Şia
dünyası böyle değil ve “fıkıh-şeriat-hukuk” ölü değil yaşayan bir fıkıh,
fakihler canlı olarak her yeni olaya bir fıkhi çözüm bulmak ve açıklama yapmak
zorunda.
Şia dünyasında İmamların vefatı ve gaybeti nedeniyle oluşan
toplumun rehber ve önderliği konusu işte bu “Fakih-Mercii Taklid” ve “Velayet-i
Fakih” müessesi ile ayakta tutulmuştur. O nedenle İslam dünyasının bir kısmı (Ehl-i
Sünnet) uyurken, Şia kısmı da fakihlerin önder ve rehberliği ile aydınların
mücadele ve direnişi ile İslam’ın uyanışını ve direnişini temsil ediyor.
Ama Allah’a şükürler olsun ki Ehl-i Sünnet camiadaki bazı
alimlerin de uyanışı ile Filistin ve Kudüs davasının da siyasallaşarak dünya
gündemine oturması ile İslam genel manada insanların ve toplumların dönüşümünde
önder ve tektir.
Batı dünyasının tüm inanç ve modelleri (sözde ve kısmen uygulananların içinde en
iyisi gibi gözüken demokrasi-laiklik de dahil) İslam karşında İslam İnkılabı ve
Velayeti-i Fakih karşısında iflas etmiştir. Kim bu ilkeleri uygularsa Mümin ve
mücahit bir alim ve fakih, kim de bunu topluma uygular ve bu toplumu
değiştirirse Velayet-i Fakih sistemini uygulamış olur.
Şu anda bu sistem İran İslam Cumhuriyetinde uygulanıyor,
bunun Şii veya Sünni’si olmaz. Bu İslami bir kurum ve yönetim şekli, ibret alan
herkes uygulayabilir.
-Çok isabetli tespitlerde bulundunuz.
Son olarak, Aksa tufanı ile başlayan ve sizin de “savaşların
anası” diye tanımladığınız bu savaş, gerek İslam ve gerekse diğer dinlerde
beklenen “mehleme-i Kübra” yada “Armageddon” diye adlandırılan savaşın ilk
aşaması olabilir mi? Veya bu savaşı Yüce Allah’ın Mustazafları yeryüzüne varis
kılacağı, evrensel Mehdeviyyet devleti için gerekli olan büyük insanlık
ailesinin, ortak akıl ve vicdan olgunluğunun başlangıcı olarak görmek mümkün
müdür, sözünü ettiğimiz ortak akıl ve
vicdana, direniş cephesinin küresel insani değerleri de diyebilir miyiz?
Ayrıca bize ayırdığınız değerli vaktiniz için okuyucular
adına da teşekkürlerimi bildiririm.
Ben teşekkür ederim.
Evet, bu savaş Batı dünyasında Armagedon olarak adlandırılan
Kıyamet öncesi son büyük savaşın başlangıcı olabilir. Çünkü iletişim ve
ulaşımın bu kadar modernleştiği ve hızlandığı dünyanın
eğitim-kültür-medeniyet-insanlık ve demokrasi dedikleri “iyi” yönetimlerin
olduğu bir çağda haksız ve hukuksuz bir savaş bir yıl devam ediyor ve soykırım
yapılıyor tüm dünya ve kurumları İslam dünyası, devletleri-kurumları ile susuyor
ve kimse bu zulmü engellemiyor-engelleyemiyorsa artık tarihin sonuna gelinmiş
demektir.
Nasıl dün hak ve batıl savaşı vardı ve tüm ilahi dinlerde
onun öncüsü peygamberlerde insanlar ve toplumun hakkın yanında olması zulmün
karşısında olması için çalışıldıysa, İmam Hüseyin zamanında nasıl hak onun
yanında ve batıl Yezid’in tarafındaysa ve insanlar bunu görüyorsa ve iman-amel
ilişkisi buradaki tutumlarına göreyse bugün de yeni bir hak-batıl savaşı var,
bugün de yeni bir zamanın Kerbela’sı ve Aşura’sı var.
Bugünün Firavunu, bugünün Yezidi şeytan ABD ve başta İsrail
olmak üzere Batılı işbirlikçileridir. Dün nasıl imtihan verildiyse bugün de biz
imtihandayız ve tarafımızı belirtmek zorundayız. İslam’ın öngördüğü iman-amel
ilişkisi ile olaylara bakıp ya hakkı ya da batılın yanında yer alacağız.
Zamanın Kerbela’sında ya Hüseynilerin yanında ya da Yezidilerin yanında
olacağız. Burada susmak burada tarafsız olmak yok. Susan ve tarafsızım diyenler
de Firavun ve Yezid’in taraftarıdır. Susarak, zulmü görmezden gelerek, hakkı
belirtmeyerek ve hakkın yanında durmayarak zamanın Yezid’ine destek vermiş
olurlar. Bu hak-batıl savaşında inançlı olmasak-olmasalar bile insanlık adına
tüm din-dil-ırk-mezhep ve inançlardan özgür bir şekilde
insanlığın-özgürlüğün-adalet ve hukukun yanında olmak gerekli. Bugün ki savaşın
bir hak-batıl savaşı olduğu yalnız İsrail işgal ve katliamlarından ABD'nin
verdiği destekten değil, tüm insanlığın İsrail soykırımı ve zulmüne karşı
birleşmesinden-aynı düşünce ve aynı kalple zulme itiraz edip hak-hukuk
demelerinden anlıyoruz. Gazze’deki soykırıma en çok itiraz eden ve protesto
edenler ABD’deki üniversitelerin genç insanları ve Batı-Avrupa dünyasının
Mustazaf, fakat adalet ve hukuk peşinde olan insanları destek veriyor.
Evet sizin de belirttiğiniz gibi, bu savaş madem ki
hak-batıl arasında, haklı olan ve bedel ödeyen Mustazaf ve Mehdevi ilahi adalet
devleti peşinde olanlar kazanacak ve İmam Mehdi (saa)’in gelişi ve insanlara
önderliği ile son bulacaktır.
Bugün bu hak-batıl savaşında hakkın yanında olanlar bugün bu
hak batıl savaşında İlahi peygamber-önderler-imamlar ve onların takipçileri
Velayet-i Fakih sisteminin liderinin yanında olanlar zafer kazanacak
olanlardır. Bunlar iman-amel ilişkisini anlayan ve yaşayanlar. Bunlar iman edip
sabredenler. Bunlar sabırla beraber salih amel işleyenlerdir.
Bugün insanlık, ırk-din-dil-mezhep-kavim ile değil akıl ve vicdan ile hareket ediyor. Bugün insanlık, Mehdevi sistemi kabul edenlerin ortak aklı ve vicdanı ile olaylara bakmakta ve olayları değerlendirmektedir.
7 Ekim sonrası Filistin davasına destek, Siyonizm ile
mücadele, İsrail işgali ve soykırımla mücadele, ABD emperyalizmine başkaldırı,
Batı medeniyet ve modernizmine reddiye, İran’ın kuşatılmışlığı ve ambargolara
karşı direniş, küresel emperyalizmin yerli işbirlikçileri ile yapılan mücadele
ve direniş bizi evrensel Mehdevi adalet devletine götürecektir. Bu hareketler,
bu savaş, bu direniş bunun göstergesidir. Ve İslam dünyasının direnişçi
Müslümanları ile dünyanın vicdan sahibi hukuka saygılı Mustazafları bu konuda
bu ilahi ve insani hedef için birleşecek ve ortak hareket edeceklerdir.