ABD’nin, İran nükleer anlaşmasından çıkarak tüm yaptırımları
geri getirdikten sonra Tahran’ın, bu anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini
yerine getirmesini imkansız hale getirdiğini söyleyen Hatibzade, “İran tam bir
yıl boyunca, anlaşmanın Avrupalı taraflarının tedbir almasını bekledi ve sonuç
olarak Ortak Kapsamlı Eylem Planı (OKEP) ile ilgili taahhütlerini kıstı, ama
aynı zamanda bu anlaşmadan çıkmadı ve anlaşmanın tarafı olarak kalıyor. Bu noktada
İran ve ABD’nin duruşları arasında büyük fark var. ABD, OKEP’ten tamamen çıktı.
Bu noktada mantık çok açık ve basit, binayı terk eden ama aynı zamanda bu
binadaki müzakere masasına oturmak isteyen önce bu binaya dönmeli,
yükümlülüklerini yerine getirmeli, bundan sonra OKEP’in tüm haklara sahip
tarafı sayılacak” ifadesini kullandı.
Farklı ülkelerin İran petrolünü alma olasılığını ve ABD
yaptırımlarının İran ekonomisine etkisini değerlendiren Sözcü, bu konuda şunu
söyledi:
“Şüphesiz İran dış ticaretini genişletmek için tüm
fırsatlardan yararlanacak. İran Petrol Bakanlığı, petrol pazarındaki payını ve
potansiyel alıcılarını ciddiye alıyor. Bu, petrol sorununun bir yönü. İkinci
yönü, ABD’nin, yaptırım taktiklerini aşırı kötüye kullanarak uluslararası
ekonomide sindirme ve boyun eğdirmeye başvurması, ABD dolarını uluslararası
ticarete karşı kullanması. Ama bu durumda bile yaptırımları giderek daha
yararsız hale geliyor. ABD’nin maksimum baskı politikası başarısız oldu”.
ABD Ulusal İstihbarat Direktörü’nün, Cemal Kaşıkçı
cinayetiyle ilgili rapora da değinen Hatibzade şu yorumda bulundu:
“ABD’nin bu tür durumlarda ne ölçüde müdahale etme hakkı var
ve bunu hangi amaçlarla yapıyor? ABD’nin her zaman ve her konuda çifte standart
politikası izlediği unutulmamalı. ABD hiçbir zaman başkalarının yararına
hareket etmez. Her türlü sorunu dış politika aracına dönüştürüyorlar, ama bunu
sadece onlara yarar sağlayacak ve uygun olan yerlerde yapıyorlar. Kendilerine
fayda sağlamayacağını gördükleri bir konuyu hemen bırakıyorlar. Mesela son
yıllarda ABD, İsrail yönetiminin Kudüs’te işlediği şiddete veya bazı bölgesel
müttefiklerinin yasa dışı eylemlerine göz yumuyor. Bu yüzden kesinlikle ABD’den
iyi niyet beklemiyoruz.”
Filistin’deki durumun, bölgenin en karmaşık ve zor
sorunlardan biri olarak kaldığını dile getiren İranlı diplomat, sözlerini şöyle
sürdürdü:
“Biz sadece Filistin’i tanıyoruz. Filistin, İslam dünyasının
başlıca sorunu olmaya devam ediyor. Kudüs’teki işgalci İsrail rejimi bu sorunu,
bazı tavizlerle, Arap ülkeleriyle ilişkileri normalleştirerek veya casusluk ve
keşif programlarıyla ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın Filistin, Uzak
Doğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar başlıca sorun, İsrail ise bu bölgedeki tüm
mevcut sorunların ana kaynağı olmaya devam ediyor. Bu nedenle İran’ın Filistin
sorununun çözümüyle ilgili planını Birleşmiş Milletler’e sunduk ve tescil
ettik. Planımız 4 maddeden oluşuyor, kendi geleceğini belirleme hakkı ve BM
Antlaşması’na dayanıyor. Planımıza göre, istisnasız tüm Filistinli
sığınmacılar, şu anda işgal altında olan kendi topraklarına dönmeli, Filistin
topraklarının tüm yerli sakinlerinin katılımıyla referandum düzenlenmeli,
halkın oy hakkına dayanan hükümet oluşturulmalı, ardından yerli olmayan
Filistin sakinlerinin geleceği belirlenmeli. İran’ın görüşüne göre bu, Filistin
halkının haklarını hayata geçirmenin tek yolu ve bu yol, halihazırda işgal
altındaki topraklarda yaşananların tam tersi."
Hatibzade, “Ortadoğu bölgesindeki tüm sıkıntıların,
sorunların, savaşların, çatışmaların ve kaosun ana kaynağı İsrail rejimi.
Birçok ülke, topraklarının İsrail rejimi tarafından işgal edilmesi nedeniyle
evlerini terk ederek komşu ülkelere göç eden Filistinli mültecilerin akınına
maruz kalmaya devam ediyor” diye ekledi.
İran’ın, Körfez’in Arap ülkeleriyle ilişkilerini
normalleştirme olasılığına değinen Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, bu konuda şu
değerlendirmede bulundu:
“İran, birçok Körfez ülkesiyle çok iyi ilişkilere sahip.
İran’ın Umman, Kuveyt, Katar ile ilişkiler, net bir şekilde karşılıklı saygı
temeli üzerine inşa edildi. BAE’nin başlıca ticaret ortaklarımızdan biri olması
nedeniyle bu ülkeyle temelli bir ilişkimiz var. Bu bağların düzeyini
iyileştirme yönünde etkili adımlar atıldı. Elbette BAE ile siyasi ilişkilerimizde
iniş çıkışlar yaşadık, ama diğer yandan da ticari ve ekonomik bağlarımız daha
da güçlü ve daha da iyi hale geliyor”.
Suudi Arabistan ile ilişkilerin çok farklı olduğunu kaydeden
Hatibzade, “Maalesef iyi olduğunu söyleyemeyiz. Suudi Arabistan Krallığı birkaç
yıldır düşmanlık yolunu seçmiş durumda, en fakir komşusu olan Yemen’e karşı
savaş açtı, diğer komşusu Katar’ı ablukaya aldı. Suudi Arabistan yanlış olarak
Amerikan silahı ve savaş olmadan barışın sağlanamayacağını, bölge ülkelerinin
ise ona kucak açacağını düşünüyor” ifadesini kullandı.
“Katar’a gelince, bu ülkeyle çok saygılı ve yakın
ilişkilerimiz var” diyen İranlı diplomat, “Katar her zaman imkanlarını, bölge
ülkeleri arasındaki ihtilaflarda arabuluculuk görevi için kullanmaya çalıştı ve
söz konusu olan sadece İran değil. Bu nedenle Katarlı dostlarımızın çabalarını
ve iyi niyetlerini her zaman memnuniyetle karşılıyoruz” diye ekledi.
ABD Ulusal İstihbaratı’nın, İran’ın ABD’deki başkanlık
seçimlerini etkileme çabalarıyla ilgili raporunu da değerlendiren Hatibzade, bu
konuda şunu dedi:
“Bu tür suçlamaların en güvenilmez ve yalancı kaynağı CIA.
Biz, CIA’nin tarihinin en büyük darbesini planladığı bir ülkede yaşıyoruz. Ve
bu, ülkemizin ve bölgemizin geleceğini değiştirdi. Onlar sürekli farklı
darbelerde yer alıyor, bölge ülkelerin seçimlerine karışıyor ve aynı zamanda bu
tür eylemlerden diğer ülkeleri suçluyor. ABD’nin iç politikası ilgimizi
çekmiyor ki onunla bir işimiz olsun."