Rasthaber - Lübnan'ın Güneyinin Siyonist Rejim İsrail işgalinden
kurtulmasının 23. yılında Tesnim Haber Ajansı, Lübnan Hizbullahı Genel
Sekreteri Yardımcısı Şeyh Naim Kasım ile bir röportaj gerçekleştirdi.
*Güney Lübnan'ın İsrail işgalinden kurtuluşunun yıldönümü
25 Mayıs’a denk geliyor. Siyonist rejimle yapılan bu tarihi çatışmayı dikkate
aldığımızda, bugün Lübnan ve bölge için hangi sonuçları beraberinde getirdi
diyebiliriz?
25 Mayıs 2000 tarihi Lübnan'ın kurtuluş günüdür. Bugün
İsrail, herhangi bir anlaşma veya koşul olmaksızın Lübnan'dan çekildi. Bu,
İsrail düşmanı ile çatışmanın başlamasından bu yana, yani bu rejimin 1948'de
başlayıp 2000 yılına kadar süregelen işgalinden bu yana, 52 yıllık bir süreçte
ilk kez gerçekleşti. Bu kurtuluş gününün önemli özelliği savaş ateşi altında
elde edilmiş olmasıdır. Artık İsrail kendi işgalinden sıkıldı. Bu rejimin
siyasi ve coğrafi başarısını sağlayan ve geleceğini garanti altına alan işgali,
yerini İsraillilerin öldürülmesine, Siyonist yerleşim birimlerine yönelik
saldırıların yapılmasına ve bu rejimin bölgedeki güvensizliğine bıraktı. Lübnan
halkı ise işgalin yükü altına girmedi. Tüm bu faktörler, 2000 yılındaki
kurtuluşun istisnai bir başarı ve önemli bir tarihsel dönüm noktası olduğunu
gösteriyor. Bu olaydan sonra bölgede farklı bir kültürle karşılaştığımızı
gördük ve şimdi hem Filistin’de hem bölgede direnişin yıldızının yükselişine,
genişlemesine ve artan gücüne tanık oluyoruz. Bu alışılmadık bir olaydı.
Lübnan tarihi 25 Mayıs 2000 öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılır. Artık
"Zaferler Çağı" diyebileceğimiz yeni bir döneme veya çağa girmiş bulunuyoruz.
* Bu çatışmanın Siyonist rejim ve Arap-İslam dünyası
çatışmasına dönüştüğü söylenebilir mi?
Siyonist rejimle çatışmanın sadece Filistin ya da Arap
boyutu yok. Bunun çok ötesinde. Çünkü Kudüs, bütün dünya Müslümanlarınındır.
Evet, Araplar uzun bir süre Filistin meselesine, Arap meselesi olduğu ve sadece
Arapları ilgilendirdiği gerekçesiyle el koymaya çalıştılar ancak hakikatinde bu
el koyma çabası; Filistinlileri, İsrail'e bölgede yaşama ve toprağa sahip olma
hakkı veren çözüm planının bir parçası olmaya zorlamak için gerçekleştirilen
bir çabaydı.
İslam faktörünün düşmanla çatışma alanına girmesi ve Hizbullah’ın kurulması
Filistin davasının Filistin-Arap dünyası boyutundan daha geniş boyutlar
kazanmasını sağlayarak tüm Arap ve İslam alemini kapsamasına vesile oldu.
* Yakın zamanda Suudi Arabistan ile İran İslam
Cumhuriyeti arasında bir anlaşma gördük. Bu anlaşmaya bakış açınız nedir ve
Lübnan ve bölge için nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
İran ile Suudi Arabistan arasındaki anlaşmadan duyduğumuz memnuniyeti daha önce
dile getirmiştik Zira iki ülke arasındaki anlaşmazlığın devam etmesi için
hiçbir gerekçe yoktu. Sorumlulukları tek bir tarafın omuzuna yüklemek
istemiyoruz çünkü başarmak istediğimiz bir anlaşmayla karşı karşıyayız.
Dolayısıyla bu anlaşma bölgede önemli bir gelişmeye işaret etmektedir. Bu
anlaşmayla birlikte bazı Arap ülkelerinin İran düşmanlığı adına İsrail ve
Amerika ile yaptığı işbirliği ve koordinasyon, yerini İsrail rejimine karşı
düşmanlığa bıraktı. Bu önemli bir konu.
Bölge ülkelerinin rahat ve istikrarlı bir güvenlik içinde yaşama ve ekonomik
işbirliği yapma hakkı vardır. İran ile Suudi Arabistan arasında büyük bir
husumeti gerektiren gerçek bir ihtilaf yoktur. Dolayısıyla bu anlaşmayı
memnuniyetle karşılıyoruz ve söz konusu anlaşmanın devam edeceğine inanıyoruz. Çünkü
bu her iki ülkenin de çıkarınadır ve onlar da bu konunun gayet iyi farkındalar.
İran ile Suudi Arabistan arasındaki anlaşmanın yansımaları ve sonuçları
hakkında da söylemek gerekir ki bu iki ülkenin bölgedeki büyük rolü nedeniyle,
bu anlaşmanın Lübnan da dahil olmak üzere tüm bölge ülkelerini olumlu yönde
etkilemesi oldukça doğaldır. Ancak bu etkinin boyutu ve keyfiyeti zaman
geçtikçe netleşecektir. Bu süreçte psikolojik ve olumlu etkileri olacaktır.
Lübnan bir savaş alanı olmayacaktır. Anlaşmazlıkların genellikle bazı yerlerde
kaosa veya düşmanca hesaplara yol açtığını varsayarsak, şimdi Allah'ın izniyle
hepimizin faydalanması gereken istikrarlı bir ortam var.
* Bu anlaşmanın psikolojik etkilerinden bahsediyorsunuz.
Bu, bu anlaşmanın siyasi veya ekonomik arenaya ve sahadaki gerçeklere bir
yansıması olmadığı anlamına mı geliyor? Konuşmanızdan etkiyi tamamen psikolojik
olarak değerlendirdiğiniz anlaşılıyor.
İran-Suudi Arabistan anlaşmasının Lübnan üzerindeki pratik etkisi, Lübnan'ın
çıkarları doğrultusunda hangi konuların tartışılacağını ve Lübnan'ın bu
anlaşmalarla nasıl etkileşime gireceğini anlamak için zamana ihtiyaç duyuyor.
Bu zaman alacaktır. Ben de diyorum ki evet, İran ile Suudi Arabistan arasındaki
anlaşmadan sonra bölgede psikolojik bir yansıma oluştu. Buna dayanarak, diğer
Lübnanlı taraflar kendi rakiplerine ve hatta başka bir ülkeye karşı bile
olumsuz bir pozisyon almıyorlar. Ve şimdi Lübnan'da tam bir sessizlik
görüyoruz. Neredeyse herkes bu anlaşmayı memnuniyetle karşılıyor. Ve tabii ki,
bazıları ikna olmadı. Ama her halükarda, psikolojik düzeyde olumlu bir
atmosferin oluştuğuna tanık oluyoruz ve elbette pratik düzeyde bunun zamana
ihtiyacı var.
* İran ile Suudi Arabistan arasında varılan anlaşmanın
ardından Irak'ta Hizbullah ve Suudi Arabistan yetkilileri arasında görüşmeler
yapıldığı konuşuluyor. Bu toplantılar nereye ulaştı? Suudi Arabistan
Hizbullah'a karşı herhangi bir şart öne sürdü mü?
Şu ana kadar Hizbullah ile Suudi Arabistan arasında ne
Lübnan'da ne de Irak'ta bir görüşme olmadı.
* Lübnan'daki karmaşık durum ve cumhurbaşkanlığı seçimi
hakkında konuşalım. Sizce bölgede yapılan açılımlar bir süredir çözülemeyen
cumhurbaşkanlığı seçiminde etkili olur mu?
Bölgesel açılımın Lübnan cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin gidişatını
etkilemesinin pek mümkün olmadığını düşünüyorum. Bunun temel nedeni,
Lübnan'daki bölünmelerin derin ve güçlü olmasıdır. Mecliste aralarında
yeterince ortak payda olmayan altı yedi fraksiyon var. Hizbullah karşıtı olan
ve Süleyman Faranjieh'in cumhurbaşkanlığını destekleyen grupların arasında bile
yeterince ortak nokta yok. Diğer partileri en çok oyu alan adayın
cumhurbaşkanlığına daha yakın olduğuna ikna etmek için zamana ihtiyacımız var.
Şimdiye kadar çabalar devam etti ve ediyor. Bazı gruplar üzerinde
anlaşabilecekleri seçenekler arıyor. Ama görünen o ki birçok engel var ve yine
de beklemek istiyorlar. Bu da cumhurbaşkanı seçimini geciktirecek.
* Hizbullah geçtiğimiz günlerde güney Lübnan'da benzeri
görülmemiş bir askeri tatbikat düzenledi. Hizbullah Lübnan'ın içine ve dışına
nasıl mesajlar vermeye çalışıyordu?
Hizbullah bu tatbikatında bazı silahlarını ve taktiklerini
kullandı; Hepsini değil. Bu tatbikatın Hizbullah'ın sürekli hazır durumda
olduğunu ve direnişini sürdürmekte ısrarcı olduğunu, yeteneklerini geniş bir
şekilde artırdığını, modern tekniklere, dirayet ve yüksek maddi manevi
hazırlığa sahip olduğunu İsraillilerin ve İsrailli olmayanların görebileceği ve
anlayabileceği bir örnek olmasını istedik. Bu gövde gösterileri, direnişin
toprağını özgürleştirme hedefini gerçekleştirmesine ve hem saldırı hem de
savunmada düşmanla yüzleşmesine yardımcı olacaktır.
Dolayısıyla son tatbikat, düşmana hazır ve güçlü olduğumuz, kendimize
güvendiğimize ve planımızı uygulamak için hiçbir şeyden korkmadığımıza dair bir
mesajdı.
*Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın önemli ve güçlü bir
müttefikisiniz. Arap Birliği'nin son toplantısında Esad'ın varlığını ve Suriye'nin
bu birliğe dönüşünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durumun Hizbullah-Suriye
ilişkilerine etkisi nedir?
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Cidde'deki Arap Zirvesi'ne
bir kahraman olarak girdi; Sanki bu zirve, son 13 yıldır Suriye'ye karşı
düzenlenen tüm konferanslara karşı göğüs gererek Beşar Esad'a bir zafer
madalyası vermiş gibidir.
Bize göre bu başarı, başta İran İslam Cumhuriyeti ve Hizbullah olmak üzere
direniş ekseni ve bu konuda yardım eden tüm tarafların dayanışmasının
sonucudur. Suriye'yi ve Suriye direnişinin üssünü savunma da direniş eksenine
komuta eden asil şehidimiz General Kasım Süleymani'nin büyük rolünü asla
unutmayacağız. Şehit Süleymani'nin adını ilan ederek artık Suriye'ye yönelik
komplonun boşa çıktığını söylüyoruz ve artık yeni bir aşamaya geçiyoruz. Bu
aşamada Suriye yeniden inşa edilerek işgal altındaki toprakları iade edilmeli
ve Türkiye ile olan sorunlar çözülmelidir. Suriyeli mülteciler de ülkelerine
dönmelidir.
* Suriye'deki varlığınız ne olacak?
Suriye'deki varlığımız ihtiyaca bağlıdır. Bu konuda herhangi
bir talepte bulunmadık ve Suriye'nin toprak ve egemenliğine vurgu yapıyoruz.
Suriye'nin durumunun, toprağının, haysiyetinin ve statüsünün
iyileştirilmesinden faydalanabilmesi için kendimizi yardımcı bir faktör olarak
görüyoruz. Gerektiği kadar Suriye'de bulunacağız, bu konuda bir zaman ve sayı
belirtemiyoruz. Bu, Sayın Beşar Esad ile her zaman hemfikir olduğumuz
Suriye'deki varlığımızın gerekliliğine bağlı ve en üst düzeyde
koordinasyonların sonucu olarak belirlenecektir.