ABD blöfüne Rus resti

GİRİŞ: 13.12.2021 07:40      GÜNCELLEME: 13.12.2021 07:40
Rasthaber -  Biz Türkler, AKP’nin ekonomik enkazı altında debelenirken, Dünya da ABD’nin enkazı altından çıkmaya çalışıyor.

SSCB’nin molozlarından tozu dumana dağıtarak çıkan Putin ise bu alanda en etkin isim.

Sovyetler sonrası Rusya’nın da parçalanmasını önleyip 17 milyon kilometrekarelik toprağı korumak bile büyük başarı.

Putin, küresel çapta kritik bir oyun kurucu. (Yunan Başbakanı bile daha yeni Soçi’ye, ayağına kadar gidip, biz sizi tehdit etmiyoruz, biz Türkiye’yi hedef alıyoruz demek zorunda kaldı!)

Soğuk Savaş döneminde can düşmanı olan Çin ile ABD’ye karşı stratejik bir ittifak kurmayı da becerdi.

İkinci önemli oyun kurucu isim ise Çin’in Devlet Başkanı Şi Cinping.

O da 1978’de Cüce Deng ile başlayan batıya köle işçilik ile neoliberalizm dönemini bitirdi ve Mao döneminin devrimci sosyalist ruhunu geri getirdi. Son ÇKP Kurultayı’nda yeni “Mao Zedong” ilan edildi!

(Gerçi Mao dönemi de çok parlak sayılmaz sosyalist dayanışma açısından. Öncelikle 1972’de SSCB’yi arkadan bıçaklayan ve dolaylı olarak onun batışının yolunu açan Nixon açılımıyla ve devamında Şili ve benzeri faşist Amerikancı darbelere sessiz onaylarıyla çok övünülecek bir dönem sayılmaz. İçerideki acımasız “kültür devrimi” ve kıtlığa yol açan büyük serçe katliamı da cabası. Belki de o yüzden bugün Tibet, Uygur, Hong Kong ve Güney Çin Denizi konularında yanında etkili bir dayanışma cephesi bulamıyor. Çinlilerin aşırı pragmatist zaman-sabır stratejleri kimi dönemlerde ‘zamanın ruhuna’ uymuyor!)

Şi Cinping, Tayvan üzerinden yönelen AUKUS (Avustralya, İngiltere ve ABD) ile karadan ve Pasifik kıyılarından gelen QUAD (Hindistan, Japonya, Avustralya ve ABD) tehdidine de boyun eğmiyor. Donanmayı ve füzeleri her geçen gün olası bir savaşa hazırlıyor. Bu noktada Rus ordusu da gerek hipersonik füze teknolojisi, gerekse donanma devriyesi olarak ona destek oluyor. Ama Çin’i Rusya’nın yanında göremiyoruz buna karşılık. Henüz!

Putin’in jeopolitik ve strateji dehası, SSCB’nin soğuk savaşta çatışmaya bile girdiği Çin gibi eski bir düşmanı yanına çekmeyi başardı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Avrasyacı politikaları yüzünden şu an Amerika’nın birincil düşmanı.

Asıl rakip Çin olsa da, gelecekte Çin dünyanın en büyük ve ileri ülkesi olacak olsa da, mevcut konjonktür Rusya’yı öne çekiyor.

Çünkü Rusya, kaynakları zengin, dolara tehdit, Asya kadar Avrupa’ya da yönelen bir ülke.

Almanya ile yapılan 1 ve 2 Kuzey Akım doğalgaz hatları bunun en temel göstergesi.

ABD ise Atlantik ittifakının en önemli Avrupa ayağının kendisinden uzaklaşması riskine katlanamaz.

İşte bu yüzden, Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov’un, “Küba Füze Krizi”ne (*) benzettiği gerilim aslında Ukrayna krizinin çok öncesine dayanıyor. 

RUSYA’YA VERİLEN SÖZLER HİÇ TUTULMADI

SSCB döneminde Moskova’yı merkeze alıp bir pergelle etrafını 2400 kilometre boyunca çevirseniz o bölgede her hangi NATO veya Batılı füze tehdidi olmadığını görürdünüz.

Bugün ise Moskova’ya 300 kilometre ötedeki Ukrayna’ya Amerikan nükleer başlıklı füzeleri yerleştirilmek isteniyor.

Oysa Berlin Duvarı çöktüğünde 1990’da Gorbaçev, Reagan ve sonrasında Baba Bush’tan ‘NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemeyeceği’ sözünü alarak SSCB’yi çökertmişti.

Bugün son anketlerde Rus halkının en nefret ettiği Rus lider sıralamasında birinci çıkan Mihail Gorbaçev, Werner Herzog’un 2018’de yaptığı “Gorbaçev ile Görüşme” isimli belgeselde yediği en büyük kazığın bu olduğunu gözleri yaşararak itiraf etmişti.

Putin de, bu yılın Haziran ayında Amerikan NBC’ye verdiği röportajında, ABD’nin NATO’yu doğuya genişletmeme sözünü anımsatmıştı.

Putin, “Sonra bizim saldırgan davrandığımızı söylüyorsunuz. Nedenmiş o? Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Rusya, ABD ve Avrupa ülkeleri için tehdit mi oluşturmuş?” dedi.

NBC muhabiri hiç utanmadan, sanki son iki yıldır, bir sürü ilginç isimli tatbikat adı altında dünya tarihinin en büyük NATO yığınağı Doğu Avrupa ülkelerine yapılmıyormuş gibi “NATO bir nevi savunma oynuyor” ifadesini kullanmıştı.

Putin kızarak, “Böyle savunma mı olur? Sovyetler Birliği döneminde Gorbaçev’e, ki çok şükür henüz yaşıyor (90 yaşında), ona sorabilirsiniz, şifahi de olsa NATO’nun doğuya genişlemeyeceği sözü verilmişti. Nerde bu vaatler?” yanıtını vermişti.

2014’te ABD Ukrayna’da Maydan Darbesi düzenleyerek hükümeti devirdi ve neo Nazi hükümeti getirdi.

Böyle bir durumda Doğu bölgeleri ve Kırım yarımadası neredeyse tamamen Rus kökenlilerden oluşan Ukrayna’nın bölüneceği açıktı. Sadece ben bile bu konuda onlarca yazı yazmışımdır.

Ama Ukrayna’daki Amerikan kuklaları bunu umursamadı ve ülkelerinin yarıdan çoğunun ellerinden çıkmasına neden oldu.

Kırım mesela, Stalin polit bürosundan (onu soytarılık yapıp güldürdüğü ve belki de böylelikle olası tehdit görülmediği için) sağ kalan tek Sovyet lider olarak 1954’te Nikita Kruşçev’in göreve gelmesiyle, 1783’ten beri ait olduğu Rusya’dan alınıp Kruşçev’in memleketi olan Ukrayna’ya verilmişti.

Rusya’nın en büyük filosu olan Karadeniz Filosu da buradaydı ve Ruslar SSCB sonrası Ukrayna ile 2049 yılına kadar bu üssün korunması için anlaşma imzalamıştı.

Neticede savaş patlak verdi ve Ukrayna, Dinyeper nehrinin doğusu ve batısı olarak ikiye bölündü.

Kırım bir plebisit ile Rusya’ya katılma kararı aldı, Donbass bölgeleri de Rusya koruması altında bağımsızlık ilan etti.

5 Eylül 2014 Minsk Protokolü ve devamı 12 Şubat 2015 Minsk II Anlaşması, Ukrayna ile Donbass ayrılıkçı bölgesi arasında yoğun sıcak savaşı sona erdiren anlaşmaları kurdu.

Minsk anlaşmaları, Donbass ve Ukrayna, yani iki savaşan taraf arasında doğrudan müzakere edildi.

Genel çerçeve bu savaşta iki taraf arasında nihai bir çözümün, yine iki taraf eliyle barışçıl bir şekilde çözüleceği yönündeydi.

Normandiya anlaşması Donbass ve Ukrayna arasında yapılıyor ve 3 ülke tarafından tavsiye ediliyordu. Bunlar, Fransa, Almanya ve Rusya'ydı. Çoğu AB üyesi ülke, Rusya'ya düşman olsalar da Amerika'nın Rusya'ya karşı olası savaş planına itiraz ettiler.

26 Nisan 2015'te Financial Times, “Almanya, Ukrayna'yı Minsk ateşkes anlaşmasını yerine getirmeye çağırıyor” manşetini atmıştı.

Fransa ve Almanya, Ukrayna’yı olası aday ülke olarak gören Avrupa Birliği’ni temsilen, Rusya ise hem Ukrayna, hem de Donbass Rusya sınırında olduğundan ve Moskova'yı on dakikadan daha kısa sürede vurabilecek Amerikan füzelerinin bölgeye yerleştirilmesini istemediği için anlaşmaya dahil oldu.

ABD bu anlaşmalarda yoktu.

Normandiya çerçevesine davet edilmemişti, çünkü savaşın yeniden başlamasını ve Donbass'ın Ukrayna tarafından fethini istiyordu.

BIDEN- PUTİN GÖRÜŞMESİNDE NE OLDU?

Ukrayna’daki kukla Amerikancı yönetimin kışkırtmalarıyla son 2 senedir Donbass’ta hareketlilik yeniden başladı.

Aslen bir komedyen olan Ukrayna lideri Zelensky, Biden yönetiminden Minsk anlaşmalarının kaldırılarak Donbass ve Kırım’ın yeniden kendilerine verilmesini istiyordu. 

Son olarak Rusya, güçlü bir mesaj vermek için sınıra 150 bin asker ile binlerce tank ve uçak yığdı.

ABD de hem Ukrayna, hem de Polonya ve Baltık ülkeleriyle Romanya ve Yunanistan Dedeağaç üslerine askeri yığınak yaptı.

Karadeniz de bir barış gölü olmaktan çıkıp ABD ve NATO ortaklarının Rusya’ya tehdit bayrağı açtığı gerilim denizi haline geldi.

(İş bu noktada Türkiye’nin onuru Emekli Amiraller Montrö duyurusu yüzünden hedef tahtası yapıldı)

ABD son olarak yetkili ağızlardan Ukrayna’nın NATO’ya alınabileceği mesajları verdi.

7 Aralık’taki sanal zirvede Putin'in Biden'a söylediği şey; Rusya'nın kırmızı çizgisinin – Ukrayna’nın NATO'da olmaması – değişmez olduğudur.

Ukrayna’nın Pentagon'un üssü olmaması ve NATO silahlarına ev sahipliği yapmaması da benzer bir kırmızı çizgi elbette.

Kiev'i Minsk Anlaşması'na uymaya zorlamak için hiçbir şey yapılmazsa, Rusya tehdidi kendi şartlarına göre etkisiz hale getirecek.

Herhangi bir NATO bağlantısı bulunmayan tüm bu krizin temel nedeni açık: Kiev, Minsk Anlaşmasına uymuyor.

Anlaşmaya göre Kiev, “özel statü” olarak adlandırılan bir anayasa değişikliği yoluyla Donbass'a özerklik verecek; genel af çıkaracak ve Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyetleriyle diyalog başlatacaktı.

7 yılda Kiev bu taahhütlerini yerine getirmedi.

NATO medya makinesi ise Rusya'nın Minsk'i ihlal ettiğini ileri sürdü.

Putin, Biden görüşmesinde ayrıca, Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’un Aralık başında Stokholm’deki AGİT toplantısında söylediklerini, muhtemelen farklı biçimde de olsa tekrarladı.

Ne demişti orada Lavrov: “NATO, gerilimin azaltılması ve tehlikeli olayların önlenmesi konusundaki önerilerimizi dikkate almayı reddediyor… Aksine, ittifakın askeri altyapısı Rusya sınırlarına yaklaşıyor… Kabus gibi bir askeri çatışma senaryosu geri dönüyor.”

Rusya açıkça savaşa hazır olduğunu söylüyordu.

Zaten NATO tehdidi sınırlarına bu kadar dayandıktan sonra her şeyin yolunda gideceğini düşünmek büyük bir saflık olurdu.

Neticede Putin – Biden görüşmesi sonrası şu sonuçlar çıktı:

-ABD, Rusya’ya doğrudan askeri yanıt vermeyecek ama yaptırım uygulayabilecekti. Bunlardan en ağırı uluslararası para transfer ağı olan SWIFT sisteminden Rusya’nın çıkarılması. Bu olasılığa Ruslar dünden hazır ve zaten Çin ile ticaretlerini dolarsızlaştırdı. Son olarak Putin-Modi görüşmesinde de Rusya-Hindistan askeri ticareti rupi ve ruble ile yapılacaktır kararı alındı. Bu kara sonrası Hint Genelkurmay Başkanının helikopteri düştü.

İkinci önemli yaptırım kararı Almanya ile yeni bitirilen Kuzey Akım 2 doğalgaz boru hattının kesilmesi olabilir. Almanya’daki yeni koalisyon hükümeti ABD isteklerine daha yatkın olsa da bu karar Almanya için çok zor bir karar ve gerekirse hükümeti de bozabilir.

-Ukrayna’nın NATO üyeliği en azından gelecek 10 yıl için rafa kaldırılacaktı. Gerilim, ancak NATO Ukrayna içinde herhangi bir şekilde genişlemezse, alevlenmeden kaynamaya devam edecek. Brüksel'deki diplomatlar rutin olarak Kiev'in asla NATO üyesi olarak kabul edilmeyeceğini söylüyorlar. Ancak işler daha da kötüye giderse ABD’den her şey beklenir. Kiev, umutsuzca fakir, toprak açlığında, haydut bir aktör olan NATO özel ortaklarından biri olacak.

Putin, NATO'yu yöneten ABD'den, ittifakın doğuya, Rusya sınırlarına doğru ilerlemeyeceğine dair yazılı, yasal olarak bağlayıcı yazılı bir garanti talep ediyor.

Biden ekibi muhtemelen bunu yapamaz. “Savaş Makinası” tarafından canlı canlı yenir. Putin, Reagan ve Baba Bush'un Gorbaçov'a NATO genişlemesi konusundaki “vaadinin” sadece bir yalan olduğunu gördü. NATO'yu yönetenlerin kendilerini asla yazılı olarak taahhüt etmeyeceklerini biliyor.

Bu, Putin'e Rus ulusal güvenliğini savunmak için çok çeşitli seçenekler sunuyor. İstila olmasa da zor durumdaki Ukrayna sürekli arafta kalacak, Donetsk ve Lugansk giderek Rusya Federasyonu'na bağlanacak.

Rusya'ya karşı NATO savaşı olmayacak. NATO, halihazırda dünyada tek üstün teknoloji olan Rus hipersonik füzelerinden açıkça çekiniyor. Ayrıca başta Avrupa ve ABD olmak üzere, kimse nükleer savaş riskini göze alamaz.

Moskova da jeoekonomik ve jeopolitik olarak gerçekten önemli olan şeye odaklanacak: Avrasya Ekonomik Teşkilatı’nı (AET) ve Asya güçleriyle ‘Büyük Avrasya Ortaklığı’nı sağlamlaştırmak.

Küçük bir ipucu; Hazar denizinde İran’ın sahasında yeni bulunan Kalus rezervleri, Rusya ve Çin ortaklığıyla çıkarılacak. Rus Transneft Şirketi’ne göre buradaki gaz rezervleri Avrupa’nın toplam ihtiyacının yüzde 52’sini 20 yıl boyunca karşılaşacak boyutta. Projenin toplam değeri 5.4 trilyon dolar olarak tahmin ediliyor. Suni gübrenin ana girdisi ve kuraklık döneminde elektrik de dahil hayatın olmazsa olmazı doğalgaz, Avrupa da dahil kimsenin kolayca reddedemeyeceği bir zenginlik!

(*)Küba Füze Krizi: 1960-61 yıllarında Türklerin Batılı müttefiklerinin dikkatleri içişlerine çevrilmişti. Mayıs 1960’da TSK önce Adnan Menderes hükümetini devirmişti. Ekim 1961 seçimlerinin ardından sivil hükümet nihayet göreve gelmiş, İsmet İnönü yönetiminde istikrarsız bir koalisyon hükümeti kurulmuştu. O sıralar dış politika pek fazla ilgi uyandırmıyordu. 1960 anlaşmasının ardından Kıbrıs meselesinin çözümlendiği düşünülüyordu. Askeri hükümet Menderes’in Sovyetler Birliği’yle yaptığı alınacak krediye dayalı anlaşmaları feshetmiş ve Türkiye’nin NATO ve CENTO’ya bağlılığını teyit etmişti. Aslında görünenin ardında alınan kararlar Türkiye’yi, 1962’de patlak verecek daha büyük bir uluslararası krize doğru sürüklüyordu. Menderes hükümeti Ekim 1959’da Eisenhower yönetimiyle, 15 adet Jüpiter orta menzilli ve nükleer savaş başlıklı balistik füzenin Türk topraklarına yerleştirilmesi konusunda anlaşmıştı. Füzelerin sahibi Türkiye’ydi ama savaş başlıkları ABD’nin gözetimi altındaydı, ayrıca ABD ve Türk hükümetlerinin ortak izni olmaksızın kullanılmayacaklardı. Kruşçev 1962’de Türkiye’de konuşlandırılan, Jüpiterler konusunda ABD Başkan Yardımcısı Richard Nixon’a ultimatom vermişti. Kruşçev, sınırlarındaki (Türkiye’deki) Jüpiter füzelerine misilleme olarak Küba’ya Sovyet füzelerini yerleştirmeye karar verdi. Jüpiter füzeleri Türk yetkililerine teslim edildiği sırada, Ekim 1962’de Küba füze krizi patlak verdi. ABD, Küba’daki Sovyet füzelerini vuracağını açıkladı. Ruslar da buna karşılık Türkiye’dekileri vuracaktı. Bu nükleer savaş geriliminde ABD halkı sığınaklara saklanırken, asıl kurban olacak Türk milletinin haberi bile yoktu bu korkunç pazarlıktan. Neyse ki korkulan olmadı, 26 Ekim’de Kruşçev Kennedy’ye yazdığı mektupta ABD’nin Küba ablukasını kaldırıp Küba’ya saldırmama ve Türkiye’deki Jüpiter füzelerini çekmeyi kabul etmesi halinde Küba’daki Sovyet füzelerini çekeceğini bildirdi. 24 Nisan 1963’te Türkiye’de bulunan son Jüpiter de ülkeden çıkartılmıştı. Ankara’da bulunan Sovyet Büyükelçi, Türk hükümetini nükleer bir savaşın yaklaşmakta olduğu konusunda uyarmıştı. Doğu’yla Batı arasında nükleer bir değiş tokuş yapılması durumunda Jüpiter füzeleri kesinlikle Sovyet hedefi, İzmir ise Üçüncü Dünya Savaşı’nın Hiroşiması olacaktı. Bakınız Turan Yavuz’un kitabı “Satılık Müttefik”

veryansın

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM